Kürdistan İşçi Partisi'nden Kürtleri ve İşçileri Korumak...

Yıldıray Oğur

 

PKK, (Partiya Karkerên Kurdistanê) Kürdistan İşçi Partisi’nin kısaltması.

PKK, son 10 gündür sâdece Türkiye’ye, askerlere, polislere değil, isminde geçen her şeye de sırayla saldırıyor.

Askere, polise, sivil insanlara yönelik her saldırıda şarapnel parçaları, yüzde 13 oy alıp Meclis’te koalisyon pazarlıklarına oturacak kadar sandalyeye ulaşmış kendi partisini, HDP’yi bulup yaraladı.

Ardından Kürdistan’a saldırdı PKK. Kürt petrolünü dünyaya taşıyan Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı'na yönelik saldırıyı Kürdistan Bölgesel Yönetimi şöyle kınadı:

“Patlatılan boru hattı, Kürdistan bölgesi halkının yegâne ve başlıca geçim kaynağıdır. Aynı zamanda Kürdistan hükûmeti ve halkının her türlü baskı ve sindirmeye karşı başlıca direniş ve tahammül dayanağıdır. Peşmerge güçlerinin, DAEŞ'e karşı verdiği savaşın da tek gelir kaynağıdır. Bunun yanında patlatılan boru hattı, Kürdistan bölgesinde barınan bir milyon 800 bin sığınmacının rızkının temin edildiği bir kaynaktır. Bu saldırı, Kürdistan halkının yaşamına, Peşmerge güçlerinin direnişine, sığınmacıların rızkına karşı yapılmış bir sorumsuzluktur. Bu saldırının, Kürdistan bölgesinin ekonomisine ve Kürdistan halkının yaşamına darbe vurmaktan başka hiçbir anlamı yoktur. PKK bu eylemi nedeniyle, Kürdistan halkı ve tüm taraflarca kınanmalıdır."

Ve PKK, geçen hafta isminde geçen son kelimeye de saldırmayı başardı. Erzurum'dan TANAP (Hazar’dan çıkan Azeri doğalgazını Gürcistan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı) için boru taşıyan yük trenini, Sarıkamış’ın Soğanlı Tren İstasyonu’nda bombalayan PKK’nın saldırısında 65 yaşındaki demiryolu işçicisi Necdet İnanç hayatını kaybetti.

Kürdistan’ın can damarı olan bir boru hattına saldıran, emperyalist çekişmelerin ortasındaki bir projenin borularını taşıyan trene saldırıp işçi öldüren bir Kürdistan İşçi Partisi…

(TANAP’a saldırıyla Rusya’ya, Kürt petrol hattına saldırıyla Bağdat/İran hattına selâm çakmadıysa, anlamak zor.)

Hâlbuki, 27 Kasım 1978'de Diyarbakır'ın Lice ilçesi Fis Köyü’nde kurulan PKK’nın kuruluş manifestosunda Kürt kelimesi 34, feodal kelimesi 49, emperyalist kelimesi ise 54 kez geçmişti. Hepsi negatif cümlelerde ABD ise Kürt’ten biraz daha az; 24 kez. Hepsi coşkulu cümlelerle olmak üzere de onlarca kez emek, işçi ve proletarya kelimeleri.

Peki, 37 yılda işçiye, Kürdistan’a saldıran PKK’ya nasıl gelindi? Aslında hikâyeyi bilenler için bu yeni bir durum değil.

PKK bugün pek çok kişinin zannettiği gibi devletin baskılarına karşı meşru müdafaa için silâhlı mücadeleye başlamadı. PKK, tıpkı Türk kuzenleri Dev-Sol gibi, TİKKO gibi, MLKP gibi silâhlı mücadeleye mecbur kalmadı, bunu ideolojik olarak tercih etti.

Yoksa PKK, kurulmadan 13 yıl önce Kürtler Urfa’dan Behice Boran’ı Meclis’e göndermişti. 10 yıl önce Doğu Mitingleri için meydanları doldurmuştu. PKK, Kürdistan Devrimcileri, Apocular diye anılırken Kürtler Mehdi Zana’yı Diyarbakır, Edip Solmaz’ı Batman, Urfan Alparslan’ı Ağrı, CHP’den de olsa Feridun Yazar’ı Urfa belediye başkanlıklarına seçmişti. Türkiye’nin en örgütlü STK’ları Kürtlerin elindeydi. Onlarca dernek, parti, dergi ile Kürtler siyaset yapıyordu.

PKK’nın silâhı bu legal, siyasî kazanımların hepsini berhava etti.

PKK, 1984’e kadar devlete tek kurşun sıkmadı. Öcalan’ın ancak İmralı’da revize ettiği Kürdistan’da Zorun Rolü’nde devrimin önünde engel olarak anlatılan “işbirlikçi, gerici, feodal Kürtler”e doğru silâhını çevirdi, onlarca Kürt ağasını (Bucak aşireti en başta) rakip sol siyasî figürü öldürdü, Sovyetlere yakın örgütleri bölgeden tasfiye etti.

Bu kuruluş geni PKK’nın 37 yıllık bütün tarihinin de bir özeti aslında. PKK için her zaman önce örgüt, sonra Kürtler geldi.

Yine bu yüzden PKK, kendi ülkesinde yaşayan Kürtleri vatandaş olarak bile görmeyen, en küçük hak talebini kanla bastıran Suriye’de üstlenmekten, Öcalan 19 yıl Baas’ın ve Muhaberat’ın kalbi Şam’da yaşamaktan çekinmedi.

80’ler boyunca da PKK, askerî hedeflere saldırılarından daha çok Kürt korucu köylerine düzenlediği baskınlarla sesini duyurdu.

(Haziran 1987’de 16’sı çocuk, 8’i kadın 30 insanın öldürüldüğü Pınarcık Katliamı için PKK, yayın organı serxwebun’da şöyle yazılmıştı:

“2 Haziran’da Ömerli’nin Pınarcık köyünde köy korucularına karşı gerçekleştirilen soylu eylem, bir dizi, eylemin doruğu oldu. Pınarcık ardından Türk sömürgeciliğinde onların deyimiyle milli krizi başlamış…” http://www.serxwebun.org/arsiv/66/files/assets/downloads/page0003.pdf)

PKK, Orta Doğu’daki kriz anlarını fırsata çevirmek için hamleler yaparken de önce Kürtlerin çıkarları değil, örgütün çıkarları dedi.

1991’de soğuk savaş bitmiş, bütün dünyada silâhlı örgütler devletlerle masaya oturmuşken Türkiye’de de PKK ilk kez legal siyasete adım atmıştı. Halkın Emek Partisi, bugün bile hayal olan bir şekilde İsmet Paşa’nın oğlunun liderliğindeki SHP’yle ittifak yaparak seçime girmiş ve vekiller çıkarmıştı. Yetmemiş, HEP’in de içinde olduğu SHP, DYP’yle koalisyon bile kurmuş, koalisyonun ilk işi de Kürt realitesini tanımak olmuştu. Öcalan’la ilk temasların başladığı, GAP TV’den, Bask modeline kadar Kürt meselesinin ilk kez masaya geldiği bir dönemdi.

Ama PKK’yı Kürtlerin bu siyasî kazanımları değil, birkaç ay önce patlayan Körfez Savaşı’yla önüne açılan askerî fırsatlar heyecanlandırdı. PKK’nın ikinci Kongresi’nde siyasî mücadeleyi savunan Mehmet Şener ve etrafındaki isimler tasfiye edildi, Şener daha sonra öldürüldü. Ve PKK 1992’de serhildan çağrısı yapıp, Hakkâri, Şırnak’ın içinde olduğu topraklarda Botan-Behdinan Savaş Hükûmeti’ni ilan etti. Kürdistan Ulusal Meclisi’ni kurdu. Şırnak’ı ele geçirmek için halk isyanı başlattı, Kuzey Irak’ta TSK ve Barzani güçlerine karşı gerilla taktiklerini bırakıp bir ordu gibi cephe savaşı yürüttü. Ama büyük kayıplar yaşayıp kaybetti. Yıllar sonra Murat Karayılan kitabında o ayaklanma için özeleştiri verirken “Erken iktidar hastalığına yakalanmıştık.” diyerek açıkladı.

PKK’nın bu erken iktidar hastalığının bedelini Kürtler ödediler. 1993 Mayıs’ında MGK’dan af kararı çıkarmış Türkiye gidip yerine, rutin dışına çıkan karanlık Türkiye geldi.

Aynı hikâye Orta Doğu’daki ikinci büyük krizde de tekrarlandı. 2002 yılında Türkiye’de iktidar değişmiş, AK Parti’yle yeni bir dönem açılmıştı. Mart 2003’te ABD Irak’ı işgal etmiş, Türkiye işgale ortak olmamış, AB sürecini hızlandırıp, art arda reform paketleri çıkmaya başlamıştı.

17 Aralık 2004’te AB’yle tam üyelik için müzakereler başlatan bu sürecin bir parçası olarak Leyla Zana ve arkadaşları da tahliye edilmişlerdi.

Ama PKK’yı yine bu normalleşme adımları değil, Irak Savaşı’yla birlikte ele geçirdiği silâh depoları, yerleştiği Kandil heyecanlandırmaktaydı. Zana’nın tahliyesinden bir hafta önce PKK, altı yıl sonra yeniden savaş kararı aldı. Karar PKK içinde de tartışmalara neden oldu. Siyasî mücadeleyi savunan Osman Öcalan, Nizamettin Taş gibi PKK’nın esas sahadaki gerilla komutanları, 1500 kişiyle birlikte Kandil’den ayrıldılar.

Ve 2011... Bölgede yine büyük bir kırılma oldu. Arap Baharı ve Suriye’de başlayan savaşa rağmen Türkiye ise çözüm için yine masadaydı. Öcalan “Barış konseyinde anlaştık.” açıklaması yapmış, BDP seçimlerden büyük bir başarı elde edip Meclis’e 36 vekil sokmuştu.

Ama PKK’yı yine bunlar hiç ilgilendirmedi. Seçimlerden bir ay sonra Silvan baskını ve demokratik özerklik ilân ederek Devrimci Halk Savaşı’nı başlattılar. Çoğu PKK’lı, onlarcası sivil 1500 insan bu anlamsız savaşta hayatını kaybetti. PKK, Suriye’den örgütsel kazanım heyecanına, yine Kürtlerin kazanımlarını feda etmişti.

Bu hikâyenin sürekli tekrarlandığını söylemiştik.

Yine müzakere aşamasına geçilmiş, Öcalan’ın silâhlı mücadele devri bitti, kongre toplayın çağrısına ulaşmış bir çözüm süreci var. Yine seçimlerden hemen sonrası. Kürt siyasetinin tarihteki en büyük siyasî başarısı, yüzde 13 oy, 80 vekil. Yine PKK’nın gözü bütün bunları, Kürtlerin çıkarlarını, siyaseten elde edilmiş büyük kazanımları görmüyor.

Varsa yoksa Suriye’deki küçük Sovyetik fanteziler. Türkiye’de gerilim çıkarıp, bu gerilimle Rojava’ya burada asker bulmanın heyecanı. 76 milyonluk ülkedeki onca vekilliği, belediyeyi, medyada ve Batı’daki desteği, siyasî, yasal kazanımları savaştan yıkılmış küçük bir alandaki örgütsel ve askerî çıkarları için yine harcıyor PKK.

Bunu yaparken de yüz yıl sonra Türkiye’de en güçlü ve en zengin zamanlarını yaşayan Kürtlerin çocuklarını savaşa taşımaktan, onların cenazelerini getirip, onların üzerinden yeni savaşçılar bulmaktan çekinmiyor. Kürtlerin kazanımlarını kurduğu uluslararası ittifakların siparişleri için harcıyor. 30 yıldır “sömürgecilerin geri bıraktıkları bölge” analizleri yapan bir örgüt, geri kalmışlığı bitirecek projeleri de askerî baraj, askerî yol diyerek kundaklıyor.

Yani, tarih tekrarlanıyor, silâhtan başka hiçbir şeyin heyecanlandırmadığı Kürdistan İşçi Partisi yine PKK’nın âli menfaatleri için herkesten önce Kürtleri vuruyor. Onunla da kalmıyor, kendi partisini (HDP) vuruyor, işçileri vuruyor, hatta Kürdistan’ı vuruyor…

PKK yine intihar ediyor, giderken de yine yanında Kürtleri götürmeye çalışıyor.

Türkiye Gazetesi