Kürdistan Coğrafyası ve İslamcılar Olarak Çıkış Yolumuz -3

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Allah’a hamd, resulüne/elçisine salat u selam olsun. “Kürdistan Coğrafyası Ve İslamcılar Olarak Çıkış Yolumuz” adlı yazı dizimizde;

1-) İslami çizgide istikamet

2-) PKK’nin velayetine ve vesayetine teslim olmamak

3-) Bölgedeki İslamcılarla kuvvetli işbirliği

4-) Yerel şartlara uygun bir strateji

5-) Her türlü silahlı çatışmadan (PKK dahil) uzak duruş ve insani tutum sahipleriyle dayanışma başlıklarını açmaya çalışmıştık.

Bugün altıncı başlığı ele almaya çalışacağız. Rabbimizden doğrulara isabet etmeyi diliyoruz.

6-) Türkiye genelindeki Müslümanlarla dayanışma içinde olmak

İslami camialar olarak, hayatı hak-batıl mücadelesi olarak görürüz. Olayı böyle görüşümüz, hayatta/tarihte sınıf, kavim, cins, hanedanlık mücadelelerin olduğunu kabul etmediğimiz anlamına gelmiyor. Ama bizim için en önemli mücadele hak-batıl, tevhid-şirk savaşıdır. Dikkat edilirse bu ayırımda güce, ırklara, sınıflara, coğrafyalara, cinslere, renklere bir atıf yoktur. Zira önemli olan kişilerin kim oldukları, ne oldukları, nerede oldukları, güçlerinin ne olduğu değil, onların haktan mı, batıldan mı yana tavır aldıkları hususudur. Zira kategorik olarak hiçbir coğrafya, sınıf, cins ve ırk, kimlikleri nedeniyle kötü veya iyi olamaz. Onların iyi veya kötü olmalarını, onların değerlerle ilgili inanç ve pratikleri belirleyecektir.

Bu nedenle bizler değerleri merkeze alarak kendimize bir yol çizmek durumundayız. Bizler Müslüman fertler ve İslami camialar olarak coğrafik, ırk, sınıf, cinsiyet gibi kimliklerimizle övünmeyiz ama İslami kimliğimizle övünürüz. Zira biliriz ki firavun kadar kötü olsak bile Kürt veya Türk, erkek veya kadın, zengin veya fakir olabiliriz. Ama doğru bir inanca, salih bir amele ve iyi bir niyete sahip olmadığımız sürece asla Müslüman olamayız. Tevhidi, adaleti, barışı ve iyiliği hayatımızın merkezine almadığımız ve bu değerlerin taşıyıcısı olmadığımız sürece münafıklıktan da kurtulamayız.

Bu sebeple elbette İslami camialar olarak hakkın, adaletin, eşitlik, barış ve paylaşımın mücadelesini yürütürken bunu yeryüzündeki tüm Müslümanlarla birlikte yürütmeyi akidevi bir zorunluluk olarak görürüz. Eğer bu birlikteliği imkansız kılan coğrafik engeller, gayri İslami sapmalar veya hareket usulündeki çok ciddi yanlışlıklar yoksa Müslümanların ayrılıklarının vebalinin altından kimsenin kalkamayacağına da inanırız. Zira yeryüzünün halifeliği/ıslah etme görevi genelde insana, özelde Müslümanlara yüklenmiştir. Bundan dolayı Müslümanlara“Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve parçalanıp dağılmayınız.” (3/103) diye uyarıda bulunulmuş ve bunun gereğini yerine getirmemenin getireceği felaketlere dikkat çekilmiştir:“Kafir olanlar da birbirlerinin velisi (yardımcı ve dostları)dırlar. Eğer siz de böyle yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad oluşur.” (8/73)

Bundan dolayı bölgedeki İslami camialar Türkiye genelindeki Müslümanlarla bir yandan birleşmeyi hedeflerken (bölgede olduğu gibi) diğer yandan bu hedefe yakınlaştıracak diyalog ve dayanışmayı en üst dereceye çıkarmayı gaye edinmeliler. Zira bilinmelidir ki; coğrafyadan, cinsten, halktan ve sınıftan kaynaklanan farklı İslamlar yoktur. Yani Kürt-Türk İslam’ı, kadın-erkek İslam’ı, Kürdistan-Türkistan İslam’ı yoktur. Zira babamız Âdem ve İbrahim’den beri tek bir din olarak sadece İslam vardır. “Şüphesiz bu(İslam) tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de rabbinizim. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının.” (23/52) Zira İslam Tevhid inancının, adaletin, merhametin, barışın, paylaşımın, özgürlüğün, eşitliğin, hukuk üstünlüğünün diğer adı ve kaynağıdır. Belirlenen değil, belirleyendir. Coğrafyanın, halkların, sınıfların, zamanın değişimi İslam’ın/bu temel değerlerin değişimini gerektirmez. Bu nedenle Kürdistan/Türkistan İslam’ı olamaz ama İslami Kürdistan/Türkistan olur. Kürt/Türk İslam’ı olamaz ama Müslüman Kürt-Türk olur. Kadın İslam’ı olamaz ama Müslüman kadın olur. Zira belirleyici İslam olduktan sonra coğrafyaların, halkların, cinslerin farklılığı herhangi bir sorun oluşturmaz. Belki de bu birbirimizi tanımamızı sağlar, hayatı renklendirir, güzelleştirir ve insanlığın farklı tecrübeler ve duyuşlarla daha iyi noktalara gelmelerine de katkı sağlar.

Bu nedenle İslami camialar uzak coğrafyalardaki kardeşleriyle bir olmayı isterlerken, sınır engellerin olmadığı Türkiye’deki İslami camialarla elbette en üst derecede dayanışma ve birleşmeyi gerçekleştirmeye çalışmalıdırlar. Burada temel ve en belirleyici değerleri İslam olanların farklı şekilde davranmalarının kabul edilmesi elbette mümkün de değildir. Burada camiaların birleşimini sınırlı coğrafik farklılıklar ve halkların dil farklılıkları engelleyemez. Bu farklılıklar olsa olsa yerel ve kısmi düzeyde bazı değişiklikleri getirecektir. Örneğin Kürt coğrafyasındaki camialar halklarının dili olan Kürtçeyi davetlerinin, edebi ve kültürel faaliyetlerinin aracı olarak kullanırlarken, Türk coğrafyasındaki İslami kesimler Türkçeyi kullanacaklardır. Aynı şekilde Kürt coğrafyasında Müslümanlar, Kürt halkına dayatılan inançsal ve kavimsel zulümlere karşı çıkarlarken, Türk kardeşleri bir yandan Kürt kardeşlerine destek verirken, diğer yandan kendi toplumlarının daha yakıcı sorunları olan inançsal sorunlara, ahlaki bozulmaya, sermayenin tek elde toplanmasına daha ağırlıklı olarak karşı çıkacak bir politika yürüteceklerdir. Elbette tüm coğrafyalarda ki İslami camialar ıslahın her türlüsünü destekleyecek, ifsadın her türlüsüne de karşı çıkacaklardır. Fakat bu sorunların bölgeler ve coğrafyalardaki yansımaların farklılığından dolayı, camiaların ağırlıklı mücadele ettikleri sorunlar da değişebilecektir. Bunun gibi farklılıklar ise, asla İslami mücadelenin birlikte verilmesine engel teşkil etmeyecektir. Tıpkı okuma yazma bilmeyen halkımızla, akademik alandaki çalışmalarımızda kullanacağımız dilin farklılaştığı veya yerel şartlara göre davette kullanacağımız araçların değişebildiği gibi…

Müslümanların ayrı düşmesi ya iletişime ve dayanışmaya engel olan ciddi coğrafik engeller veya bir tarafın İslam’ın açılımı olan adaletten ve haktan ayrılması durumunda söz konusu olabilir. Zira Müslümanların birbirleriyle ilişkilerinde de İslami/İnsani değerleri merkeze almaları gerektiği açıktır. Nitekim açıkça zulmeden ve uyarılmalarına rağmen hakka tabi olmayan Müslümanlarla savaşmaya teşvik bile edildiği açıktır.(49/9) Fakat unutulmamalıdır çok ciddi ve birlikteliği imkânsız kılan engeller olmadıkça, bölgesel, kültürel, sınıfsal ve kavimsel farklılıklar ayrı hareket etmeyi asla meşrulaştırmamaktadır. Bu nedenle 1960’ların sonunda başlayan ve daha sonra belirginleşip keskinleşen Türk ve Kürt ulusalcıların ayrışması asla bizim için örnek alınabilecek bir duruma işaret etmemektedir. Belki de yaşanılan bu durum bizim için ibretlik bir olaya karşılık gelmelidir. Zira iki tarafın birlikte haklı olma durumları olamaz. Olsa olsa bir tarafın diğer tarafın hakkını teslim etmemesi ve yeterince birbirlerini anlamayışları gibi sorunlar onları farklı taraflara savurmuştur. Aynı şeyin İslam’ın hidayeti ve rabbimizin terbiyesi ve rehberliğine rağmen başımıza gelmesi en azından iki taraftan birinin hesabını vermekte zorlanacağı bir duruma işaret edecektir. Ayrıca bilmeliyiz ki bizim durumumuz Irak, Suriye ve İran Kürtlerinden de farklıdır. Bizler demografik ve toplumsal olarak da iç içe geçtik. Nitekim en büyük Kürt nüfusunun İstanbul’da, İzmir’de, Adana ve Mersin’de oluşu da bu gerçeği ortaya koymaktadır. Yapılması gereken Kürt ve Türk halkının eşit ve aynı haklara sahip kardeş halklar olarak beraber yaşamasının zeminini oluşturmaktır. Elbette bunu gerçekleştirmeye en fazla katkıda bulunma potansiyeline sahip kesimler de Türkleriyle ve Kürtleriyle İslamcılardır.

Ayrıca İslami camiaların iyi bir dayanışma örnekliği sergilemeleri, çözüm sürecine de daha etkili bir tarzda müdahalede bulunmalarına da katkı sağlayacaktır. Zira kendi coğrafyalarında Kürt halkı aleyhine oluşturulan haksızlıkların ve fıtri hakların teslimi konusunda, Türk halkını daha fazla ikna edebilecek olanlar da Müslüman Türk kardeşlerimizdir. Yanı sıra çözüm sürecinin, Kürt coğrafyasında İslami kesimlerin aleyhine olabilecek şekilde sonuçlanmaması için de İslami kesimlerin güç birliği yapmalarından başka çare yoktur. Zira ancak Türkiye’deki tüm İslamcı camialar beraberce hareket edebilirlerse, buna sebep olabilecek hükümet ve PKK politikalarına engel olma imkânları olabilir.

Diğer yandan İslami kesimlerin dayanışması farklı bölgelerdeki İslami camiaların, kendi bölgelerinde halklarına gitmede de ellerini güçlendirecek ve umut olma pozisyonlarını pekiştirecektir. Özellikle bu safhadan sonra Kürdistan coğrafyasındaki İslami camiaların, Kürt milliyetçi kesimini etkilemeleri oldukça zordur. Onların ağırlıklı etkileyebilecekleri kesimler PKK politikalarından çeşitli nedenlerle rahatsız olan kesimlerdir ki bunlar ciddi bir yekûn tutarlar. İslami camiaların, Türkiye’deki İslami kesimlerle güzel bir dayanışma pratiği sergilemeleri ve beraberce Kürt ve Türk halkının eşit ve gönüllü bir birlikteliğini sonuna kadar zorlamaları her kesimin faydasına olacaktır. Aksi takdirde Kürt ve Türk coğrafyasındaki İslami kesimler olarak ellerimiz zayıflayacaktır. Türk coğrafyasındaki kesimler, İslami hassasiyeti yüksek ve siyasi boyutu gelişmiş Kürt kardeşlerini kaybetmenin zayıflığını yaşayacak. Kürdistan coğrafyasındaki kesimler ise, ciddi bedeller ödeyerek bu coğrafyalarda örgütlemesini çok ileriye taşıyan PKK karşısında çok zorlanacaklardır.

***

İnşallah son başlığı da gelecek yazımızda açmaya çalışalım. Sözümüzün sonu Allah’a hamddır. Şimdiye kadar söylediklerimizden isabet ettiklerimiz rabbimizin lütfünden, yanlış olanları ise bizim meseleleri karıştırmamızdandır. Her dediğinde isabet eden ancak yücelerin yücesi rabbimizdir.

Rabbimiz! Dediklerini/kitabını anlamayı, isimlerinin ahlakıyla ahlaklanmayı, yeryüzünde senin iradenin tecellileri, nurunun/hikmet ve güzelliğinin yansıtıcıları olmayı ve yeryüzünün tümü için resulün Muhammed (s) misali rahmet yağmuru olmayı, hayırlara vesile olmayı bize nasip et. Şüphesiz lütfü sonsuz, keremi nihayetsiz olan ancak sensin…