Kürdistan Coğrafyası ve İslamcılar Olarak Çıkış Yolumuz -1

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla;

Kürdistan coğrafyasındaki İslamcılar olarak durumumuzu irdeleyen iki yazı yazmış ve karşılaştığımız sorunların bizi nasıl etkilediğine dikkat çekmiştik. Bugünkü yazımızda ise İslamcılar/Müslümanlar olarak, bu coğrafyada varlığımızı sürdürüp güçlü bir peygamberî temsiliyeti sağlayabilmek için dikkat edilmesi gereken noktalara değinmeye çalışacağız. Bunları yedi maddede sıralamak mümkün:

1-) İslami çizgide istikamet

2-) PKK’nin velayetine ve vesayetine teslim olmamak

3-) Bölgedeki İslamcılarla kuvvetli işbirliği

4-) Yerel şartlara uygun bir strateji

5-) Her türlü silahlı çatışmadan (PKK dahil) uzak duruş ve insani tutum sahipleriyle dayanışma

6-) Türkiye genelindeki Müslümanlarla dayanışma içinde olmak    

7-) Açık İslami kimlikli bir duruş, davet edilen değerlerin somutlaştırıldığı toplumsal bir model örnekliği oluşturma ve buna davet.

Şimdi bu başlıkları bugünkü yazımızın el verdiği kadarıyla sırayla açmaya çalışalım…

1-) İslami çizgide istikamet: İslami çizgimizi yitirdiğimizde veya bulandırdığımızda, kazancımız olarak düşünülebilecek hiçbir şeyin artık fazla bir anlamının kalmayacağı açıktır. Bunun için, Kur’an ve Kur’an’ın onayından geçen sahih sünnetin yolumuzun işaret taşlarını belirlemesinden başka çaremiz yoktur. Kur’an ve sünnetin mücadelemizde doğru bir istikamet tutturabilmemiz için önümüze koyduğu en temel şart ise, mücadelenin İslami kimlik ve söylemle gerçekleştirilmesidir. Şüphesiz bu İslam’ın sınıfsal, etnik, mezhebi, cinsi, mesleki veya coğrafi kimliklerimizi reddettiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Burada unutulmaması gereken nokta, yegâne belirleyici kimliğin İslami kimlik olmasıdır. Zira en üste konulan kimlik hangi kimlik ise ferdin ve toplumun dinini/yaşam tarzını belirleyen de odur. Bundan dolayıdır ki Müslümanlar olarak, İslami kimliğimiz ve ölçülerimiz gereği bir kavme (örneğin Kürde veya Uygur Türklerine), cinse (örneğin kadına) veya sınıfa (örneğin işçi sınıfına) yapılan zulme karşı çıkmayı ibadet telakki ederiz. Ama aynı zulümlere sadece Kürtlük veya Türklük duygularıyla, aynı şekilde kadınlık ve sınıfçılık saikleriyle karşı çıkmayı ise asla ibadet olarak değerlendiremeyiz. Yapılan eylemler erdemli eylemler olsa bile. Nitekim Resulullah (s.a.v.)’ın kimin şehit sayılacağına dönük soruya, “ancak Allah rızası için savaşıp ölenler” cevabı konumuzu aydınlatmaya yetmektedir. Bu nedenle mücadelemizi fert ve camialar olarak sürdürürken bunu İslami kimlikle yapmamız, doğal olarak attığımız adımları İslami ölçülere vurmamızı zorunlu kılacak ve bu da İslami bir istikameti tutturmamızı sağlayacaktır.  Kürt ve Türk kimliklerini en önde tutanların ulusçuluğa, kadın kimliğini önde tutanların feministliğe, mezhep kimliğini önde tutanların mezhepçilik saplantılarına savruluşlarını görmemiz de bu gerçeği yeterince ortaya koymaktadır. Dolayısıyla biz Kürt/Türk, kadın-erkek, işçi-patron, siyah-beyaz, Diyarbakırlı veya Edirneli gibi pek çok kimliğe sahip olabiliriz ve hatta çoğu zaman doğal olarak zaten sahibizdir. Bütün bu kimliklerin değerini takdir eden ve hayatımızın paradigmasını belirleyen tek bir üst kimliğimiz olmalıdır; o da İslami kimliktir. İslami kimlik,  kuyumcuların elindeki mihenk taşı gibidir. Hangi kimliğin kaç ayar olduğunu o belirler. Rabbimiz bunun altını ne güzel çiziyor:“Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve ‘kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (41/33)

2-) PKK’nin velayetine ve vesayetine teslim olmamak: İçinde yaşadığımız coğrafyada baskıyı üstünde hissetmeyen; bir vesileyle sokağında, çay ocağında, derneğinde tehdide uğramayan ve bu ortamın oluşturduğu korkuyu yaşamayanımız neredeyse yoktur. Aynı şekilde bir ilden diğer ile giderken yol kesilmelerinde alıkonulma tedirginliğini hissetmeyenimiz de yoktur. Bu baskıyı bazılarımız çok daha ileri düzeyde yaşarken, bazılarımız nispeten bunu daha az yaşamaktayız. Bu, basında sesinizin çıkıp çıkmamasına, sözlerinizin ve basın açıklamalarınızın net olup olmamasına, pkk’nin etkisinin çokça yaşandığı bir yerde olup olmamanıza bağlı olarak artar ve azalır. Bunca insanlık dışı işkence, zulüm ve haksızlıklara uğrayan bir hareketin, etkin olduğu bir bölgede kendisinin aynı politikayı muhaliflerine uygulaması anlaşılmaz olsa bile, maalesef vakıa budur.  Böylesine bir coğrafyada ise, siyasi mücadele yürütmenin çok zor olacağı açıktır. Zira camiaların önde gelenleri, kendilerinden geçseler bile, camialarındaki fertlere bir zarar gelmesinden ve kendilerini bu ağır sorumluluğun altında bulmanın zorluklarını yaşarlar. Buna havuç politikası gereği her gün kapınızı çalan ve kendileriyle beraber Kürt halkına yapılan zulümlere karşı koymanız için davette bulunan PKK’nin legal kuruluşlarını da ekleyin. Öyle ki bilinçli bir şekilde yanlarında yer almadığınızda, devletten yana olacağınız izlenimini verirler ve kendilerini de Kürt halkının yerine koyarlar. Böylesine durumlarda İslami kimliğinizi zayıf bir şekilde dile getirmeniz de fayda vermeyecektir. Zira size İslami kimliğinizi bırakmanızı kimse istemiyor diyeceklerdir. Hatta size ikramda bulunuyormuş gibi, PKK diyanetinde rol alabileceğinizi söyleyeceklerdir. Zira onlara göre Abdullah Öcalan zaten doğal Kürt halk önderi ve PKK de Kürt halkının ta kendisidir. Dolayısıyla tüm kesimler bütün renkleriyle bu önderi ve hareketi benimsemeliler. Bunu söylerken bunu kabul etmeyenlerin olduğunu elbette bilirler ama bunun tartışılmasına asla izin vermeyerek camiaların aklıyla alay ederler. Zira onlara göre güç onlardadır ve dünyada geçerli yasa da güçlü olanın haklı olduğu gerçeğidir. Bu baskıyla, havuç ve sopa politikasıyla karşı karşıya kalan nice camiaların yavaş yavaş onlarla karşı karşıya kalmamak adına onlara yaklaşma tehlikesi büyümektedir.  Buna var olan zorlu zeminden dolayı camiasını koruyabilmek, faaliyetlerini yürütebilmek ve fertlerini cinayetlerden koruyabilmek duygusu da eklenince, (zira başka şekilde sopanın gelme tehlikesi çok yüksektir) PKK cenahının işi daha da kolaylaşmaktadır. Zira şeytan böyle durumlarda sağdan yaklaşmakta ve daha kolayca aldatabilmektedir. Zira PKK ile hareket ettiğinde zaten mensubu olduğu Kürt halkının faydasına bir şey yapıyor olacak, fazladan da camiasını koruyabilecek ve geliştirebilecektir.

Hâlbuki PKK ile beraber hareket edildiğinde en temelde otomatikman İslami kimlik pratikte alt kimlik düzeyine inecektir. Zira katıldığı ortamların kahir ekseriyeti, alt kimlik düzeyinde bile olsa, İslami kimliğe olumlu yaklaşmamaktadır. Tersine PKK bileşenlerinin çoğu İslami kimliği sırtlarında yük olarak görmektedirler. Bu nedenle İslami kimliğe mensup olan camialar İslami kimlikle bir varlık ortaya koyamadıkları gibi, ancak var olan PKK hareketinin meşrulaştırılmasına araç olmaktadırlar. Zira PKK’nin ciddi sorunlarından birisi de dine karşıt tutumlarının halkta oluşturduğu çekingenlik ve güvensizliktir. Ayrıca bu camiaların, İslami kimlikle Kürt halkının haklarına ulaşmasına olan katkıları bile, İslami kimliğin şahitliğine değil, PKK hareketinin kâr hanesine yazılır. Zira hâkim renk neyse, o hareket o renkle bilinir, tanınır ve görülür. Nitekim sayısız okullarıyla ve çok güçlü alt yapısıyla Cezayir milliyetçi hareketi FLN’ye katılan İslamcı Bin Badis hareketinin, sonrasında izine bile rastlanılmaması tesadüf değildir. FKÖ’ye katılan İslami fert ve kesimleri de FKÖ’ye renklerini verememiş ve kendileri renklerini kaybetmişlerdir. Ama FKÖ’den bağımsız olarak kurulan HAMAS varlığını sürdürebilmiştir. Aynı şekilde Bangladeş’te milliyetçilere katılmayan Cemaat-i İslami sonradan çok büyük zulümlere uğrasa bile varlığını sürdürebilmiş ve şuan bile halkın %10-15 civarında desteğini bu korkunç baskılara rağmen alabilmiştir. Nitekim bu yükselişi durdurmak adına kırk yıl öncesinden yapılanları bahane ederek 90 yaşlarındaki Abdulkadir Molla idam edilmeye çalışılarak hareketin önü alınmaya çalışılmaktadır. Ama Bangladeş milliyetçiliğine katılan İslamcıların izine bile rastlanılamamaktadır. Bu nedenle İslami kesimler asla ve asla PKK velayetinde hareket etmeyi, şartlar ne kadar zor olursa olsun düşünmemelidirler. Ayrıca TC hâkimiyetinde yaşamayla, PKK’yle beraber hareket etme de aynı şeymiş gibi görülmemelidir. Zira TC’de yaşanılıyorsa, bu Müslümanların velayetlerini TC’ye verdikleri şekilde anlaşılmamalıdır. Tersine Müslümanlar TC’nin İslami ilkelere aykırı boyutlarına şiddetle muhalefetlerini sürdürmektedirler. TC hükümetlerinden AK Parti’ye, politikalarından hareketle, İslami kesimlerin sınırlı bir tolerans göstermeleri de doğaldır. Zira Müslümanlar TC’ye körü körüne değil,  İslam’a ve insanlığa aykırı politikalarından dolayı muhalefet yapmaktadırlar. TC’yle savaşmamaları da, İslami kesimlerin velayetlerini TC’ye verdiği anlamına gelmemektedir. Zira usul olarak Türkiye koşullarında silahlı şiddete başvurmak, İslami kesimin neredeyse tümünce asla doğru bulunmamıştır. Aynı şekilde PKK’nin hâkim olduğu yerde yaşanıldığında da savunulan şey PKK’yle savaşmak değil, medeni ölçüler içinde ve İslami ilkeler doğrultusunda mücadeledir. Yarın sözgelimi, Kürdistan kurulur ve PKK hâkim olduğunda da mücadele tarzı PKK’ye dönük olarak da aynı olmalıdır. İslamcıların bunu gerçekleştirebilmeleri ise bağımsız duruşlarıyla mümkün olabilir. Aksi takdirde camialarını da, gelecek nesillerini de kaybedeceklerdir.

Ayrıca PKK önderliğinde hareket etmemeyle, Kürt halkının haklarına ulaşması için çalışmamanın aynı şey olmadığı da açıktır. İslami camialar, elbette Kürt halkının ikinci sınıf muamele görmesine, haklarının elinden alınmasına karşı çıkacaklar ve ümmettin şerefli bir üyesi olacak şekilde diğer kardeşlerinin sahip oldukları tüm haklara, Kürt halkının sahip olması için ciddi bir mücadele vereceklerdir. Ancak bunu İslami kimlikleri ve bağımsız duruşlarıyla gerçekleştireceklerdir.

İnşallah diğer maddeleri gelecek yazımızda ele almaya çalışacağız. Sözlerimizin sonu Allah’a hamddır. Rabbimiz! Yanıldık ve hata ettiysek bizi bağışla! Bizim senden başka ilahımız ve dostumuz yoktur!