Kur’an’ın Korunmuşluğu Nasıl Gerçekleşmiştir?

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Allah’a hamd resulüne selam olsun. Bu yazımızda da Kur’an kavramını anlamaya dönük çabamızı sürdüreceğiz. Bunun için de Kur’an’la ilgili akla gelebilecek bazı sorulara cevap vermeye çalışacağız. Rabbimizden bu çabamızda bizi başarılı kılmasını ve tespitlerimizi isabetli kılmasını niyaz ediyoruz.

Kur’an korunmuş mudur ve bu korunma nasıl gerçekleşmiştir?

Yüce Rabbimiz Kur’an’ın korunmuş bir kaynaktan (Levhi mahfuzdan)(56/75---80), tertemiz ve güvenilir bir elçi (Cebrail a.s) vasıtasıyla (2/97, 81/19---26), yine emin ve güvenilir bir resule (Hz. Muhammed)’e indirmiştir. (43/31,32, 68/4) Aynı zamanda indirdiği bu vahyi, doğru ve sağlam bir şekilde elçisinin kalbine nakşetmiş (75/16---19, 20/114) ve bu vahyin doğru bir şekilde iletilmesi için de gereken her türlü tedbiri almıştır. (72/26---28, 59/42---48, 5/67,68) Diğer yandan rabbimiz rahmetini bununla da sınırlandırmamış, indirdiği bu vahyi hayatta/Dünyada da muhafazasını ederek, bize olan lütfünü en üst noktasına çıkarmıştır(15/9).

Bu arada akla şöyle bir soru da gelecektir; Acaba Rabbimizin dünyada vahyi koruyuşu ne şekilde gerçekleşmiştir. Kanaatimizce bu koruma, Hz. Resulullah’a kitabın koruması konusunda ciddi bir bilincin verilmesi, kitabın kaydedilerek korunmasını mümkün kılan kalem ve kâğıt gibi imkânların lütfedilmesi, vahyi yazma ve koruma imkânını sağlayan yeterli oranda mümin ve emniyetli bir ortamla resul’un desteklenmesiyle gerçekleştirilmiştir. ( Mekke’de çoğunluğu müşrik olmasına rağmen Haşim ve Mutalip oğulları, Medine’de ise Ensar ve Muhacirlerin destekleri vahyin ve resulün korunmasını mümkün kılmıştır.) Yüce Allah’ın lütfettiği bu imkânlardan en güzel şekilde yararlanan Resul ve müminler de, bu vesileyle rabbimizin son kitabının korunmasını sağlamış ve böylelikle vahyi korumayı dileyen yüce iradenin tecellileri olma şerefine nail olmuşlardır. Nitekim Hz. Peygamber vahyi yazmak için hemen kâtipler tutmuş, inen ayet ve sureleri anında yazdırmış, konulacak bölümleri göstermiş ve yazılan bu ayetleri en güvenli bir şekilde korumaya almıştır. Yanı sıra Hz. Muhammed (s.a.v.) sahabelerini Kur’an’ı hıfz ederek korumaya yöneltmiş, bunun için çeşitli teşviklerde bulunmuş ve sonuç olarak bu yolla Kur’an’ın korunmasına ciddi katkılar sağlamıştır. Nitekim Hz. Muhammed (a.s.) vefat ettiğinde vahyin tümü, hem yazılı olarak emin ellerde, hem de binlerce müminin ezberinde eksiksiz olarak sapa sağlam durma imkânını bulmuştur. Hz. Resulullah’ın vefatının hemen akabinde, Hz. Ebu Bekir ve diğer sahabelerce bu yazılı metnin kitap tarzında düzenlenmesi ve düzenlenilen bu kitap üzerinde hepsinin ittifak etmesi ve daha sonra ittifak edilen bu mushafın Hz. Osman tarafından çoğaltıp belli merkezlere gönderilmesiyle bu korunma daha ileri boyutlara taşınmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise, bu kitap gerek dahada çoğaltılıp yaygınlaştırılarak ve gerek ezber suretiyle yüz binlerce Müslüman tarafından korunmaya devam edilmiştir. Müminlerin Kur’an’ı muhafaza gayretleri onun tahrifine asla imkân bırakmadığı gibi, hatta bu titizlenmede o kadar ileri gidilmiştir ki, kâfirlerin Kur’an’ı ele geçirmeleri durumunda ona saygısızlık edebilecekleri endişesiyle, mushafla Darülharbe gitmeye bile izin verilmemiştir.

Durum böyle iken, Kur’an’ın korunmuşluğuna şüpheyle yaklaşmaya neden olabilecek, yanlış ve eksik anlamalardan kaynaklanan bazı rivayetlerin ve zındıkların Kur’an ile ilgili şüpheler oluşturmaya yönelik bazı tezviratlarının ciddiye alınması mümkün değildir. Zira Hz. Muhammed’in yeni inen sınırlı ayetleri yazmak için kâtiplerini seferber edip, o sınırlı ayeti korumada çokça titizlenirken, yazılan vahyin tümünü koruma konusunda titizlenmemesi ve kaybolacak ve oraya buraya savrulacak şekilde dağıtması mümkün değildir. Zira Allahın elçisi, rabbinin kendisine indirdiği vahyi, insanlara sağlam ulaştırması için, onu levhil mahfuzda koruduğunu, temiz olan meleklerin en değerlisi ve en güveniliri olan Cebrail’den başkasını bu vahye dokundurtmadığını biliyordu. Aynı şekilde bu vahyin kendisine ezberletilmesini bile Allah’ın kendisinin üzerine aldığını ve bu mesajın doğru ve eksiksiz bir şekilde başkalarına ulaştırılmasının gözetleyicisinin de, yine bizzat Allah olduğunu ve kendisinin bu mesaja ihanet etmesi durumunda, anında canının alınacağını da biliyordu. Durum böyle iken resulünün bu vahyin korunmasında kendisinin üzerine düşeni ihmal etmesi gibi bir sonucu doğuracak tutum ve tedbirsizliklerin içine girmesinin asla mümkün olmayacağı açıktır. Zira Resul, Rabbe teslim olanların en hayırlısı ve vahye göre tutum alanların en titizidir. Ayrıca Hz. Peygamber son elçi olduğunu ve bu vahyin kıyamete kadar insanlara rehber olmak üzere indirildiğinin de farkındaydı. Bu durumda kitabı ne kadar önemsemesi gerektiğinin de elbette biliyor ve buna göre davranıyordu. Diğer yandan anında yazılan ve binlerce kişi tarafından ezberlenen bu kitabın üzerinde on binlerce sahabenin ittifak edip bize ulaştırması da, aklen bu kitabın sapasağlam bize ulaştığının apaçık delillerindendir. Bu korunmanın çok açık oluşundan dolayıdır ki; Şia’sı (açıktan küfreden bir kısım gulat ve sapıklar hariç) ve Sünni’si ile ümmettin tümü bu kitabın sağlamlığında icma etmiştir.

Sözlerimizin sonu Allah’a hamdtır. Rabbimizden bağışlanma diler ve bizleri rızasına ulaştıracak şeylere yöneltmesini niyaz ederiz.