Kur’an’ın “Açık” ve “Arapça” oluşunun anlamı

MURAT KAYACAN

Mekke’de inen Yûsuf suresi, Kur'an kıssalarından biri olan Yûsuf kıssasını ayrıntılı olarak ele almaktadır. Her zamanki gibi ayrıntıların odak noktası tarihi bilgiler vermek değil, hidayettir. Bu yazıda söz konusu sûrenin ilk iki ayeti ele alınacak ve Kur'an’ın “açık” ve “Arapça” olması ile anlaşılır bir kitap olmasının ne manaya geldiği tefsir ilmi çerçevesinde ifade edilecektir.

Kur'an’ın “açık” ve “açıklayıcı olması

Araplar bir konuya dikkat çekeceklerinde harfler söylerlerdi. Bu üslup zaman zaman sûre başlarında Kur’an’da kendisine yer bulmuştur: “Elif. Lâm. Ra. Bunlar açık kitabın ayetleridir.” (Yûsuf 12/1). Ayetin başındaki ilk üç harfin Yûsuf sûresinin adı olduğu da söylenmiştir. Muhatabın “Elif. Lâm. Ra.” denilerek dikkati toplandıktan sonra açık olduğu söylenen kitap, Yûsuf suresi de olabilir Kur’an da. Muhtemelen Yûsuf kıssası sorulmuş, soranlara da bu kıssa hakkında bilgi verilmiştir. Kur’an ya da bu sûre, öncelikle Araplar açısından açık bir kitaptır; çünkü onların dilinde inmiştir. Ayette “açık (مُبِين)” olduğu söylenen kitabın “açık” olduğu bir yön de onun Allah’tan gelmiş olması yani bir insan sözü olmamasıdır. Ayette kitabın “açık” olduğuna dikkat çekildiği gibi “açıklayan” kitap olmasına vurgu yapılmış olması da anlamca mümkündür.“Açık” ya da “açıklayıcı” olan kitap Kur’an’dır, denilirse o zaman Kur’an inanç ve ameller (helaller, haramlar, önceki toplumların durumları vs.) açısından gerekli şeyleri, hayatın anlamına dair insan aklına gelen temel soruları açıklayan bir kitap olmuş olur. Kastedilenin Yûsuf sûresi olduğu söylenirse bu durumda da “açık” kitap, Yûsuf kıssası hakkında merak edilenleri açıklamış olur.

Kur'an’ın Arapça oluşu ve ilk muhataplar

Yukarıdaki ayette “kitap” Yûsuf sûresi olabilir, denilmişti. Bu ayette de “Kur'an”dan kastedilen Yûsuf sûresi olabilir: “Gerçekten biz onu, akıl erdiresiniz diye, Arapça bir Kur'an olarak indirdik.” (Yûsuf 12/2). “Kur'an” kelimesinin Kur'an’ın bir kısmını ifade eder şekilde kullanılmasına bir engel yoktur. Zaten Yûsuf sûresi indiğinde Kur'an’ın tamamı inmemişti ve indiği kadar ki kısmı da Kur'an idi. Bu ayetten hareketle Kur'an’daki tüm kelimelerin Arapça olduğu ifade edilmiştir. Bu yaklaşıma göre Arapçaya sonradan giren kelimeler olsa da Araplar o kelimeyi kendi dillerine kabul ettikleri için o kelimeler de Arapça kabul edilir (firdevs, siccil, istebrak vb.). Ayette (Yûsuf 12/2) Kur'an’ın “anlaşılması için” Arapça olarak indirildiğinden söz edilmektedir. Bu konu hakkında başka bir ayette şöyle söylenir: “Eğer biz onu, yabancı dilde bir Kur'an kılsaydık diyeceklerdi ki: Ayetleri detaylı şekilde açıklanmalı değil miydi?” (Fussilet 41/44). Dolayısıyla Kur'an’ın Arapça oluşu, ilk muhataplarının (Araplar) anlaması amacına yönelikti. Arapça bilmeyenlerin Kur'an’ı anlamaları ise mealler aracılığıyla olacaktır. Bununla birlikte meallerin Kur'an’ın kendisi değil, yakın anlamı olduğu bilinmelidir.

Sonuç

Görüldüğü gibi risalet döneminde Araplar, hitap ederken vurgu yapmak için harfleri kullanmaktadır ve bu hitap şekli Kur'an’ın bazı sûrelerinde olduğu gibi Yûsuf sûresinin ilk ayetinde de bulunmaktadır. Bu sûrenin ilk iki ayetinde Kur'an'ın "açık" olmasının yanında “açıklayıcı” bir kitap olabileceğine ve "Arapça" oluşuna dikkat çekilmektedir. Bu sayede ilk muhataplar olan Araplar onu kolayca anlamıştır. Onu anlayarak okumak en doğru olanıdır. Bununla birlikte Arap olmayanlara onun anlamını aktaran mealler, Kur'an değildir. Arapça bilmeyen Müslümanlar ya Arapça öğrenmeli ya da Arapça olan Kur'an’ı okumalarının yanında mealini de öğrenmelidir. Bu sayede namazlarını Kur'an’ın onlara ne dediğini bilerek kılmış olurlar. En azından Fatiha sûresinin anlamının ezberlenmesi ihmal edilmemelidir.