Kur’an’ı Anlamada Usul - 4

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Allah’a hamd, Resulüne selat u selam olsun.

“Kur’an’ı Anlamada Usul” yazı serimizin diğer başlıklarını açmaya devam edelim.

4-) Kur’an’da geçen kelimelerin sözlük ya da kavram anlamında kullanıldığını ayırt ederek Kur’an’ı anlamaya çalışmak.

Bu ayırımı yapmak, Kur’ani kavramları oturtmamızda ve dolayısıyla kitabın anlamını doğru kavramada bize çok faydalar sağlayacaktır. Nice insan, onca ilimlerine rağmen, bu ayırımı sağlıklı bir şekilde yapmadan kaynaklanan ciddi hatalara düşebilmektedirler.

Kur’an’da kullanılan kelimelerin sözlük veya kavram anlamında kullanıldığını ayırt etmek için şu hususları gözden kaçırmamak gerekmektedir:

a-)Kelimelerin sözlük anlamı, kavram anlamından daha geniş olmaktadır.

b-)Kelimeler kavram anlamıyla kullanılmışsa, bu kez anlam, sözlük anlamını içermekle beraber, daralmakta ve özelleşmektedir.

c-)Kur’an’da mücahidun, müslimun, muhacirun, müsellin, münafikun, mücrimun, fasikun gibi ismi fail vezninde gelen kelimeler kavram  anlamıyla kullanılırlar.

Örneğin; selat kelimesi sözlük olarak; Dua, rahmet, Yahudi tapınağı, havra ve namaz gibi geniş anlamlara gelmektedir. Kavram olarak ise belli bir zaman diliminde, belli bir yöne yönelerek, belli ritüelleri, Kur’an kıraati, tesbihler, tahmidler, tekbirler eşliğinde gerçekleştirme eyleminin özel adıdır. Yani herhangi bir dua yöneliş, sözlük anlamında selat ismini alabilirken, kavram olarak herhangi bir yöneliş veya duaya selat denemez.

Bunun gibi şehid ifadesi de, sözlük olarak; mahkemede şahitlik yapmak, bir mecliste hazır olmak, idrak etmek, bir şeyi huzura getirmek vb. anlamlara gelmektedir. Kur’an’da kavram olarak ise, İslam’ın canlı bir örneği olma; İslami ilim, hikmet ve tavrın mücessem bir temsilcisi olma anlamlarında kullanılmaktadır. İlginçtir; yaygın anlayışa aykırı olarak, Kur’an’da tek bir sefer Allah yolunda öldürülme anlamında kullanılmamaktadır. (tek bir istisna iddiası 3/140 için söz konusu olabilir. Tercihimiz, burada da kullanılmadığı yönündedir. Çünkü kavram anlamıyla kullanılan her yerde, yukarıda ifade ettiğimiz anlamda geçmektedir. (2/143; 4/69; 22/78; 33/45; 48/8; 73/15.) Bu Allah yolunda öldürülmenin, şehidlik kavramının içine girmediği şeklinde anlaşılmamalıdır. Ama Allah yolunda öldürülme, şehitlik boyutunun önemli bir parçası olmasına karşın, belki ancak elli parçadan bir parçasıdır.)  

Aynı şekilde sözlükte hicret, bir yerden bir yere gitmek, bir taraftan diğer taraf yönelmek anlamlarına gelirken, kavram anlamında hicret ise, bir kimsenin Allah rızası için, İslam’ı daha iyi yaşayabilmek için birçok bedeller ödemek pahasına işini, yerini, yurdunu bırakıp göç etmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle واهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمٖيلًا ve onlardan güzellikle ayrıl.” (73/10) ayetinde geçen hicret kelimesi, sözlük anlamındadır ve asla bu emre uyanların ulaşacağı mertebe, kavram olarak hicreti gerçekleştirenlerin ulaştıkları makamlar olmayacaktır. 

Aynı şey cihad kavramı için de söz konusudur. Birçok insan yaygın olarak kalemle, bursla, davetle yapılan cihattan bahsedebilmektedir. Hâlbuki ce-he-de kelimesi kök olarak, gayret göstermek, hayvana takati üzerinde yük yüklemek, kuvvetli çaba göstermek anlamlarına gelirken, kavram olarak, kişinin sadece Allah rızası için, her şeyinden tatlı olan canı ve malını vermeyi kabullenerek savaşması/cihad etmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle, mücahidin geçtiği her yerde, mutlaka Allah yolunda savaştan bahsedilmektedir. Yani mücahid, burs veren, tebliğ eden, namaz kılan, malını infak eden değil, Allah yolunda savaşandır. Birçok yerde geçen    “mal ve canıyla cihad” ifadesi o günkü fakirlikte, herkesin cihada giderken, kendisi için bir sermaye değeri olan bineğini, silah ve zırhını kendisinin alması gerekliliğindendi. Nitekim Kur’an binek bulamayanların cihada gidemeyişlerinden bahsetmektedir. (9/92,93). Dolayısıyla o günkü şartlarda Allah için savaşa/cihada giden bir kişi, bu cihadı gerçekleştirmek için canının yanına, malını da koyması gerekiyordu. Yoksa sadece malını veren cihad etti denilmiyordu. Malını verme olayının adı, infaktı. Tebliğ edenin mübeliğ/davetçi, namazı kılanın adı da müselliydi. Nitekim tevbe suresindeki şu ayetler, cihadın özel konumunu net bir şekilde ortaya koyuyor: “Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ın bakım ve onarımını, Allah'a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez.”(9/19); “İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.” (9/20)

Aynı şekilde ”Size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah, her birine en güzel olanı va'detmiştir. Allah, yaptıklarınızdan hâberdardır.”(57/10) ayeti de, cihadın diğer amellerden farklı bir değeri olduğu gibi, cihadı ölüm riski fazlayken (fetihden önce Müslümanlar azdı ve öldürülme riski fazlaydı.)  yapanlarla, fetihten sonra yapanların yaptıkları da aynı değildi.

Cihad kelimesinin sözlük ve kavram ayırımını iyi ayırt edemeyenler, “Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir orası!“ (9/73) ayetinde de zorlanırlar. Zira resulullah (s) asla Medine’de bulunan münafıklarla sabittir ki asla fiilen savaşmamıştır. Öyleyse buradaki cihad sözlük anlamıyla kullanılmıştır ve kâfir ve münafıklarla gücünün son noktasına kadar mücadeleyle emrolunmuştur. Eğer kavram anlamıyla (savaş/cihad) anlamında kullanılmışsa, o zaman bu Medine’nin dışında oturan, Müslüman olduğunu söyleyen, fakat hicret etmedikleri için müşriklerin zorla savaşa sürüklediği kimseler kastedilmiş olacaktır. (4/88-91 ayetlerinde bu tip Medine’nin dışında oturan ve kendileriyle savaşan münafık kesimin konumları ve onlarla cihadın nasıl yapılacağına dair ayrıntılı bir şekilde açıklama yapılmaktadır.)

Başka bir örnek olarak müteşşabih kelimesine bakalım… Bu kelime Kur’an’da değişik kalıplarda 5 sefer, Müteşabih şeklinde ise 7 sefer kullanılmaktadır. Müteşabih kelimesinin kullanıldığı 7 ayetin altısında sözlük anlamıyla (6/99,141; 2/25; 39/23) birinde ise kavram anlamıyla kullanılmaktadır (3/7). Müteşabih kelimesi sözlük olarak kullanıldığı yerlerde; Benzeyen, benzeşen, benzerleri anlamında kullanılmaktadır.

Müteşabih kelimesinin kavram olarak kullanıldığı yerde ise; Yüce Allah, bilinmeyen, görülmeyen, tadılmayan, ulaşılamayan, daha önce görülmediği için tasavvur bile edilemeyen gayb âlemiyle ilgili bilgiler vermekte ve bu bilgileri verirken, meselelerin anlaşılması için, o âlem ve olaylarla ilgili bilgileri onların yaklaşık anlayabilecekleri kelimelerle ifade etmektedir. Allah’ın arşı, kkürsüsü, gelmesi, görmesi, konuşması, cennet, cehennem, zakkum ağacı, sur, melek, İsa’nın Allah’ın kelimesi olması, cehennemin üzerindeki on dokuz görevli, arşı taşıyan sekiz görevli vs. gibi.

Bu noktada sözlük ve kavram anlamını birbirinden ayırmadan, müteşşabih ifadesinin geçtiği ayetleri anlamaya çalışanlar da doğal olarak yanlış anlayışlara düşmüşlerdir. Örneğin; اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَدٖيثِ كِتَابًا مُتَشَابِهًا مَثَانِىَAllah, müteşşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi” (39/23) ayetinde geçen müteşşabih ifadesinin kelime anlamıyla kullanıldığını fark etmeyenler, kavram konusunu müzakere ederken, kitabın tümünün bir boyutuyla müteşşabih, bir boyutuyla muhkem olduğunu söyleme yanlışına düşebilmektedirler. Hâlbuki Müteşabih ifadesinin kavram olarak kullanıldığı ayette açıkça şöyle buyrulmaktadır. “O, sana Kitab'ı indirendir. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir.  Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” (3/7)

Dolayısıyla Kitap; apaçık bir şekilde kitabın ana/esas kısmının muhkem, diğerinin müteşşabih olduğunu söylerken, böylesine bir yanlışa düşmek anlaşılır bir durum değildir. 

Sonuç olarak Kur’an’da geçen ve İslami anlayışın üzerlerine bina edildiği kelimelerin neredeyse tümünün, sözlük anlamıyla da, kavram anlamıyla da kullanıldığı yerler vardır. Bu kelimelerin kullanıldığı yerlerde nasıl kullanıldığını doğru tespit etmek, meseleleri oturtmakta ciddi kolaylıklar sağlayacaktır. Tersi bir duruma düşmede ise, kafalar karışacak ve kitabı anlamak zorlaşacaktır. Bu nedenle Kur’an’ı anlama çabasında bu hususu da dikkate almak, olmazsa olmaz bir koşuldur.

İnşallah, Kur’an’ı anlamada dikkat edilmesi gereken hususlara değinmeye ve bunları açmaya devam edeceğiz.

Sözlerimizin sonu Allah’a hamddır.

Rabbimiz! Yüceliğin hakkı için, ilmimizi, amelimizi ve ihlâsımızı artır ve bizi gözdelerinden kılacak yola ilet, lütfü nihayetsiz olan ancak sensin. Bize sadece amellerimize göre değil, keremin ve karşılıksız ikramlarınla muamele et. Amin, velhamdulillahirrebbilalemin…