Kuranda en büyük takvâ vurgusu

Ali Ünal

Kur'ân-ı Kerim'de takvâ, elbiseye benzetilir: "Takvâ elbisesi: en hayırlı elbise işte budur." (A'râf Sûresi/7: 26) Giyinmenin, dinî açıdan da üç mertebesi vardır. "Avret mahalli"ni örten elbise ki, giyilmesi farzdır.

Takvâ, bu mertebesiyle farzları yerine getirmek ve bilhassa büyük günahlardan kaçınmaktan ibarettir. Giyinmenin ikinci mertebesi, vücudu menfî haricî tesirlerden koruyacak şekilde giyinmektir. Bu mertebesiyle takvâ, sünnetleri ve müstehapları da yerine getirmeyi ve mekruhlardan kaçınmayı içine alır. Giyinmenin üçüncü mertebesi, vücudu bütün zararlı haricî tesirlerden koruyacak şekilde, aynı zamanda düzgün, sade, fakat güzel giyinmektir. Takvânın bu mertebesi, farzları, vâcipleri, sünnetleri ve müstehapları da yerine getirmeyi ve sadece haramlarla mekruhlardan değil, şüphelilerden de kaçınmayı gerektirir.

Son derece ilgi çekicidir ki, Kur'ân-ı Kerim, takvânın bu üç mertebesini bir arada yemek-içmekle ilgili olarak kullanır ve nazara verir. Bazı yiyecekleri haram kılan âyet-i kerimeler inince sahâbe-i kiram, Peygamber Efendimiz'e (s.a.s.), bu âyetler inmeden önce yiyip-içtiklerinden kendilerine bir vebal olup olmadığını sordular. Cevap olarak şu âyet-i kerime geldi: "Artık iman etmiş olup sâlih ameller işleyenler, (1) takvâya sarılıp iman ederek sâlih ameller işledikleri, (2) sonra takvâya sarılıp iman ettikleri, (3) sonra takvâya sarılıp, ihsanda bulundukları takdirde, daha önceden yiyip içtiklerinden dolayı üzerlerine bir vebal yoktur. Allah, ihsan sahiplerini sever." (Mâide Sûresi/5: 93)

İslâm, evveli, yani Müslüman olmadan önce işlenen günahları siler. Buna rağmen yiyip-içme konusunda Kur'ân-ı Kerim, kişinin Müslüman olmadan önce yiyip-içtiği haramların vebalinden kurtulmayı üç mertebeli takvâya, nihayet kişinin Allah'ı görürcesine, en azından Cenab-ı Allah'ın kendisini sürekli gördüğünün şuuru içinde yaşaması demek olan ihsan şuuruna bağlamaktadır. Bu nokta, oldukça önemlidir. Çünkü yiyecek ve içeceklerin insan üzerinde, onun manevî hayatı üzerinde çok büyük tesiri olduğu gibi, yiyip-içme, çok defa insan için bir şehvet halini alır. Ayrıca insanı zina gibi, çalma gibi, harama el atma gibi, insanlarla rekabet, çatışma ve savaş gibi daha öte günahlara ve felâketlere sürükleyen en önemli faktörlerden biri de, yiyip-içme şehvetine mağlûbiyettir. İşte, yiyip-içme şehvetinden ve bu şehvetin yol açacağı diğer büyük günahlardan kurtulmanın, yiyip-içmenin şehvet halini almasının önüne geçmenin yolu ancak üç mertebeli takvâ ve nihayet ihsan şuuruna ulaşmaktan geçmektedir.

Yiyip-içmenin haramlığı iki boyutludur. Biri, gayr-ı meşrû kazanmaktan kaynaklanan haramlık, diğeri, bizzat yiyecek ve içeceklerin kendinden, terkibinden, muhtevasından kaynaklanan haramlıktır. Bu o kadar önemli bir meseledir ki, Kur'ân-ı Kerim'de peygamberler gibi bütün tarihe örnek olarak anlatılan Ashâb-ı Kehf'in iki sıfatla, hizmet usulleri de nazara alınırsa üç sıfatla öne çıktığını, Kur'ân'da öne çıkarıldığını okuruz: Şirke başkaldırı, telattuf ve yiyecek-içeceğe azamî dikkat. Mağarada uyandıkları zaman, içlerinden birini yemek almak için şehre gönderirlerken, lider mevkiinde olduğu anlaşılan zât, şu tenbihi yapar: "İçinizden birini şu akçenizle şehre gönderin: yiyeceğin en temiz, tam temiz olanını arasın ve ondan bir miktar alıp getirsin." (Kehf Sûresi/18: 19)

Misyonu Muhammedî ruh içinde Âhir Zaman'da çok önemli hale gelecek olan Hz. İsa Mesih (a.s.), peygamberler içinde Peygamber Efendimiz'den sonra ruhaniyatta en öndedir. O, babasız olarak, tertemiz bir annenin rahminde dünya yiyeceklerinden değil, İlâhî Kudret'in doğrudan yarattığı yiyeceklerden oluştu (Âl-i İmran Sûresi/3: 37) ve İlâhî nefhaya öyle mazhar oldu. Yeme-içme konusunun bu önemi, bilhassa Âhir Zaman'da Mesihî olma iddiasındakilere bir şeyler anlatmalı ve Kur'ân'ın bu konudaki emrinin takvânın nihaî mertebesine uymak, yani şüphelilerden de mutlak kaçınmak şeklinde olduğu akıldan çıkarılmamalıdırlar.

ZAMAN