Kur'an Dışında Vahiy Var mı? (1)

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

Allah’a hamd Resulüne selatu selam olsun. Bugünkü yazımızda vahiy kavramı üzerinde durmaya çalışacağız. Bunun için Yüce Allah’tan yardım niyaz ediyoruz.

Vahiy sözlükte; söz, birine ilka olunan söz, ses, avaz, yazı, ilham, mektup, Allah tarafından ilham olunan, acele, sür’at ve benzeri anlamlara gelmektedir. 

Vahiy kavram olarak ise, (Kur’an’ı Kerimde) yüce Allah’ın resul olarak seçtiği kimselere, şahitlik, müjdeleyicilik ve uyarıcılık yapmaları için ilim ve hikmetinden bazı şeyleri iletmesi ve bu elçileri diğer insanlara tebliğle sorumlu tutması anlamında kullanılmaktadır.

Vahiy sözlük anlamıyla Kur’an’da birçok ayette kullanılmıştır. Zekeriya (a.s.)’ın işaretle bir şeyler anlatması (19/11), şeytanın velilerine vahyetmesi (6/121), Allah’ın arıya vahyetmesi  (16/68), göklerden her birine görevlerinin vahyedilmesi (41/12), Rabbin yere vahyetmesi, yerin haberlerini anlatması(99/4,5), Yüce Allah’ın meleklere, müminlere sebat verin diye vahyetmesi  (8/12) ve  Hz. Musa’nın annesine vahyedilmesi (28/12), ins ve cin şeytanların birbirlerine yaldızlı sözlerle   vahyetmeleri/fısıldamalarını  (6/112) bu tür sözlük kullanımlarına örnek olarak verebiliriz.

Vahyin kavram olarak kullanıldığı yerlere ise şu örnekleri verebiliriz: “Biz, Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyüb'e, Yûnus'a, Hârûn'a ve Süleyman'a da vahyetmiştik. Davûd'a da Zebûr vermiştik.” (4/163) “Daha önce kıssalarını sana anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız (nice) peygamberler de gönderdik. Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu.”(4/164) “Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (4/165)  “İçlerinden bir adama insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki o kâfirler, "Bu elbette apaçık bir sihirbazdır" dediler? “ (10/2) “Böylece biz sana Arapça bir Kur'an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir.” (42/7)

Yukarıya aldığımız ayetlerden açıkça anlaşılacağı gibi, Kur’an’ı Kerimde kavram olarak vahiy kullanıldığı zaman, direk peygamberlik misyonuna atıf yapılmaktadır. Bu ilişkide vahyin kendisine iletildiği peygamber doğru yola iletildiği gibi, resulün kendisi de artık insanlar için çöldeki rehberlerin ve okyanuslarda ki, deniz fenerlerinin gördüğü vazifeyi görmektedir. “Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (2/151) “İşte sana da, emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah'ın yoluna. İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah'a döner. “ (42/52,53)
 Bu sebeple bu peygamberlerin, kendilerine iletilen vahyi, toplumdan çekinerek veya bazı faydalar karşılığında gizlemeleri veya değiştirmeleri asla mümkün değildir. Nitekim Kur’an’ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır.” Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.”(5/67) “38-40) Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o (Kur'an), hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah'tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz. Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz. O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. (44-45) Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı. Şüphesiz Kur'an, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür.”69/38---48)

Vahiyle ilgili akla gelebilecek bazı konuların daha iyi anlaşılması için sorulu-cevaplı bir şekilde meseleyi açmaya devam edelim:

Yüce Allah peygamberlerle/beşerle hangi şekilde iletişime geçmekte ve vahyetmektedir? 

Bu sorunun cevabını en güzel netlikte şura suresinin 51. Ayetinde bulabiliriz. Yüce rabbimiz şöyle buyurur; “Allâh bir insanla (karşılıklı) konuşmaz. Ancak vahiyle (kulunun kalbine dilediği düşünceyi doğurarak), yahut perde arkasından konuşur; yahut izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir. O, yücedir, hüküm ve hikmet sâhibidir.” (42/51)

Ayetteki (direk) vahiy ile ilham, kalbe doğmak ve rüyanın kast edildiğini söyleyebiliriz. Bunlara örnek olarak ta Hz. Muhammed’e rüya yoluyla, zakkum ağacıyla ilgili bilgiyi (17/60), Mescidül harama girileceğine dair bilgiyi (48/27), Hz. Yusuf’a gelecek bilginin verilmesini(12/4,100), Hz. İbrahim’e oğlunu kurban etmeyle ilgili verilen bilgileri (37/102-----109.) zikredebiliriz.

Perde arkasındaki vahye, Yüce Allah’ın Hz. Musa’ya ağaçtan seslenip konuşmasını(28/30, 20/ 9----16) örnek verebiliriz. Zaten Kur’an’ı Kerimde bu vahiy şeklinin tek örneği olarak Hz. Musa gösterilmiştir.

Melek aracılığıyla vahye ise, Cebrailin hz. Muhammed’e gönderilmesini örnek olarak verebiliriz. (2/97, 81/19---25, 53/1----15)

Bu vahiy çeşitlerinden hangisiyle gerçekleşirse gerçekleşsin, elçi seçilen peygamber, bunların kesin olarak yüce Allahtan olduğunu bildiği gibi, ayrıca verilen mesajların içeriğini de net olarak anlar. Zira bu onun elçiliğini yapabilmesi ve Allah’tan aldığını insanlara sunabilmesi için zorunludur. Bu üç vahiy/iletişim olayının nasıl gerçekleştiğine dair bilgiye ise bizim ulaşma imkânımız yoktur. Zira bu iletişim şekli gaybi bir şekilde gerçekleşmede ve bizim bu alanla ilgili tahminde bile bulunma imkânımız bulunmamaktadır.

Hz. Musa’nın annesine, Hz. Meryem’e ve havarilere indiği söylenen vahiylere dönük neler söylenebilir?

Havarilere dönük vahiy olayında iki ihtimalden bahsedebiliriz. Birinci ihtimal, vahyin Hz. İsa aracılığıyla olmasıdır. O zaman buradaki ayetin meali şöyle olacaktır. “Hani Havarilere: "Bana ve elçime iman edin" diye (Hz. İsa aracılığıyla onlara) vahy etmiştim; onlar da: "İman ettik, gerçekten Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol" demişlerdi. “ (5/11) Nitekim bizce de bu anlam daha tercihe şayandır. Zira zaten Hz. İsa’ya vahiy edilmektedir ve on iki havariye de , Harun (a.s.) gibi bir konumun verildiğine dair en ufak bir bilgi verilmemiştir. Tersine sofra talebi gibi birçok hususta bazı havarilerin çok ideal tavırlar sergilemediğini de zaten biliyoruz. (Bak: 5/112---114). Ayrıca burada ilk anda sanki havarilere vahiy edilmiş gibi bir algıya sebep olan bu ayetin dışında ki başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır; Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havârîlere: Allah'a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir? demişti. Havârîler de: Allah (yolunun) yardımcıları biziz, demişlerdi. İsrailoğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler. “(61/14) Dikkat edilirse burada Allah’ın (yolunun) yardımcılığına davet Hz. İsa’nın dili üzereolmaktadır. İkinci ihtimal, Buradaki vahyetmenin sözlük anlamıyla kullanılmış olmasıdır.(Havariler bu ilhamla peygamber kılınmadıkları gibi, buradaki vahyin kesin olarak Allahtan olduğunu bilmemekte ve bunu insanlara ulaştırma sorumlulukları da resullerinki gibi oluşmamaktadır.) Böyle bir durumda ayetin anlamı şöyle olacaktır; “Hani Havarilere "Bana ve elçime iman edin" diye vahy (ilham) etmiştim; onlar da: "İman ettik, gerçekten Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol" demişlerdi.” (5/111) Buradaki ilham Yüce Allah’ın havarilere gaybi bir yardımı ve lütfü olacaktır. Onlar kalplerine gelen bu ilhamın kesin olarak kimden geldiğini bilmemek ve hatta fark etmemekle beraber, Hz. İsa’ya iman etmek kalplerine güzel gelmiş ve bu imanlarına Hz. İsa’yı da şahit tutmuş olacaklardır. Zaten bu tür gaybi yardımlar, Allah’a/iyiliğe yönelen herkese yapıldığı ve yapılacağı açıktır. Nitekim şu ayeti kerimede Hz. Muhammed’in etrafındaki müminlere de bu gaybi yardımın yapıldığı bize bildirilmektedir; “Bilin ki, aranızda Allah'ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve (İslâm'ın emirlerine) karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir.” (49/7)
Hz. Musa’nın annesine iletilen vahye gelince, bu vahiy şeklinin tam olarak direk bir vahiy mi (kalbe ilham veya rüya yoluyla mı?) veya melek aracılığıyla mı (Hz. Meryem’de ki gibi.) bilmiyoruz. Ama bildiğimiz temel bir şey var ki o da Hz. Musa’nın annesinin, bir peygamber gibi vahyi iletmekle, sorumlu  tutulmadığı hususudur. (Bu Hz Meryem için de geçerlidir.) Ayrıca gerek Hz. Meryem ve gerekse Hz. Musa’nın annesinin, ortak yönlerinden birisi de ikisinin de çok ağır imtihanlarla denendikleri ve iki büyük peygamberin anneleri olmalarıdır. Ayrıca ikisine iletilen bilgilerin peygamberlerin sağlıklı dünyaya gelişleri ve hayatlarını sürdürebilmeleriyle ilgisinin olduğu da açıktır. Bunun dışında yine ikisine de vahyedilen bilgilerin, sadece peygamberlerin gelişini kolaylaştırmayla sınırlı kaldığını ve onun dışında bir vahyin olduğuna dair bir bilgiye sahip olmadığımızı da gözden kaçırmamak gerekmektedir. Dolayısıyla onlara yapılan vahyin, bu özel durumlarıyla ilgili olduğunu ve peygamberler gibi şahitlik, müjdeleme ve uyarıcılık için onlara kavramsal anlamda bir vahyin indirilmediğini söyleyebiliriz. Bu nedenle buradaki vahyinsözlük anlamında kullanıldığını söylemek yanlış olmayacaktır.

İnşallah, bugünde insana vahiy iner mi? Kavramsal anlamda Kur’an’ın dışında vahiy var mıdır? Vahiyle ilham arasında bir fark var mıdır? ve benzeri sorulara gelecek yazımızda cevap bulmaya çalışacağız. Sözlerimizin sonu Allah’a hamdtır. Rabbimizden bağışlanma talep ediyor ve bizi rızasına ermeye Muaffak kılmasını niyaz ediyoruz.