Küçük Türkiye milliyetçiliği (III): Çuvaldız

Mümtazer Türköne

Suyun akışını engelleyen yılların biriktirdiği çerden çöpten bir baraj düşünün. Birden çöküyor ve sağa sola yayılan su kendi mecraını buluyor. Tarih hızlanıyor, gürül gürül akmaya başlıyor.

Artık her şey akışta; hiçbir şey duruşta değil. Tarih hızla bu keskin dönemeci aşarken sadece seyretmekle yetinemezsiniz. Şahitlikle yetinmek yerine kendi mecraındaki değişimin irademize ram olarak değişmesi için müdahale etmekle mükellefiz.

'Küçük Türkiye milliyetçiliği' dizisi, gündelik dar siyasî tartışmaların üzerine çıkıp fikirlerin kalıcı dünyasına yaklaşmayı amaçlıyordu. 'Küçük', 'dar', 'eskimiş' alışkanlıklarımızdan sıyrılmak ve ufku alabildiğince kuşatmak için silkinmek ve yeni şeyler söylemek lâzım. Hep iman ettiğimiz, doğruluğundan emin olduğumuz rüknlerin bile bu yeni ufkun ilhamıyla eleştiri süzgecinden geçirilmesi şart. Bildik teraneleri bir kenara bırakmak, tarihin ayak sesleri ile uyumlu yeni bir yürüyüş düzenine geçmek. Biraz şüphenin, biraz sorgulamanın kime ne zararı olabilir?

Devlet Bahçeli, partilileri ile birlikte Ani'de, Fethiye Camii'nde cuma namazı kıldı. Ben de 'Osmanlı Ani'de cuma namazı kılar mıydı?' diye sormuştum. Osmanlı bir sembol. Ani bir sembol. Cuma kılınan cami bir sembol. Cuma namazı bir sembol. Cumayı kılanlar aynı şekilde bir sembol. Hepsini yerleştirdiğiniz ufukta ne görünüyor? Karaman Beyliği'nin Anadolu dağları ile sınırlı dünyası ile Osmanlı'nın cihanı kuşatan ufku karşı karşıya geliyor. Soğuk Savaş alışkanlıklarına özgü dar, kısır ve kompleksli bir milliyetçilik, bir 'küçük Türkiye milliyetçiliği' görüyorum.

Eleştiren eleştiriyi hak eder. Suat Başaran'ın verdiği karşılık görebildiklerimin en nazik ve üsluplu olanı. Şöyle diyor: 'MHP'yi terk etmiş aydın(!) takımında nedense bir saplantı var: Sanki onların okudukları kitapları kimse okumamış, onların bildiklerini hiçbir MHP'li yetkili bilmiyor!.. Sanki Osmanlı bir dünya devi iken, Cumhuriyet'i kuranlar yıkmışlar bu Osmanlı'yı ve yerine böyle vizyonsuz(!) bir devlet kurmuşlar...'

'Fatih'in ve Kanuni'nin hükmettikleri bir kudrete sahip olsaydı Atatürk ve arkadaşları, ülkeyi bu 'sınırlara' hapsederlerdi sanki. Osmanlı Ani'de cuma namazı kılar mıymış!.. Ama Sultan Alparslan kılmış... O kıldığı için Osmanlı gerek görmemiş... Bugün de Devlet Bey kılmış... Yarın torunlarımızın gerek görmemesi için... Ani'deki cuma namazının anlamı budur bizler için...' Semboller üzerinden verebileceğim cevap şöyle: Benim şüphem yok ki torunlarımız Ani harabelerine sadece turistik gezi yapacaklar; ama Osmanlı coğrafyasından da öte tıpkı bizim büyük dedelerimiz gibi vakarla cuma namazına hakkını verecekler.

Kürt sorunu içinde resmî dil tartışmalarına Türk milliyetçilerinin Türkçesi ile Kürt aydınlarının Türkçesini karşılaştırarak farklı bir bakış açısı getirmek istedim. Sahip çıktığımız resmî dil bile sadece Türklerin değil, farklı dilden olanların eşsiz katkıda bulunduğu bir medeniyetin eseri. Soyadına izin vermeyen Faruk isimli okuyucunun yazdıklarını genel-geçer milliyetçilik adına temsil edici ve saygıdeğer bulduğum için aktarıyorum: '... Türk Milliyetçilerine ve Türkçülere yönelik eleştirilerinizde "ihtilalin etkisi, küreselleşmenin hareket sahası; kanaat önderi, meşveret kültürü, dünyayı ve ülkeyi okuyabilme yetisi, estetik ve derinlik algısı eksikliği" gibi hususlara değinilmediğini, ikilemlerle ince bir tahrik noktası yakalama kurnazlığı belirtisini, tespitte, tahlilde ve teşhiste dar değerlendirmelerle bir garez tezahürünü kalem ve kelamla iştigal eden herkesin idrak ettiği kanaatindeyiz.' Şöyle devam ediyor: ... Kürtçenin akademik literatürde "dil" kavramının altını dolduramayacak bir potansiyeli olmasına rağmen siyasi spekülasyonlara ortak oluşunuz, entelektüelliğinizi hemen her makalenizde "özgür ve tarafsız düşünebilme çırpınışı" olarak yansıttığınız ve felsefi, sosyolojik birikiminiz olmasına rağmen bir Türk-İslam mütefekkiri olmak çabasından oldukça uzak duruşunuz, liberalizm hastalığına kapılmış Kürtçülerin, reflekssiz muhafazakârlığın, birkaç Ermeni soytarısının sizi beğenerek takip ediyor olmasına rağmen Anadolu çocuklarına hitap edememeniz ızdırabından mahrum kalışınız...'

Benim uyarmaya çalıştığım 'küçük Türkiye' kâbusu, bu fazla kişisel dünyaların bir toplamı. Mecraını bulan akışın taşıdığı miller arasında sadece başkalarının ana dili hakında verilmiş 'akademik' saygısızlık duruyor. 'Küçük Türkiye milliyetçiliği' dediğim de farklı olana saygısızlığın sonucu olan bir küçülmeden ibaret.

Mesele iğne ve çuvaldız meselesi.

ZAMAN