Korkmuyorsunuz, nefret ediyorsunuz (3)

Alper Görmüş

Bugün, “Ergenekon zihniyetinin, AK Parti ve onun temsil ettiği toplumsal kesimler etrafında örmeye çalıştığı nefret çemberinin günümüzdeki boyutları” üzerine yazacağımı söylemiştim.

Fakat daha fazla ilerlemeden, ilk iki yazıyı okumamış olabilecekler için “Ergenekon zihniyeti” derken neyi kast ettiğimi kısaca özetlemek istiyorum.

“Ergenekon zihniyeti” kavramını, devletçi-askeri vesayetçi (gerektiğinde darbeci) bir siyasi anlayış ve pratiğin neş'et ettiği düşünce iklimi anlamında kullanıyorum. Fakat “Ergenekon zihniyeti”ne asıl karakterini veren şey, temel zihniyet kalıbından ziyade önerdiği mücadele yöntemidir. Ergenekonculuk, kendisini geriletmeye çalışan siyasi, ekonomik ve toplumsal güçlerle mücadeleyi, onları “düşmanlaştırarak” yürütür. Hedef, insanlarda nefret uyandırarak, “düşmanımı kim alt ederse etsin, yöntemini sorgulamam” duygusunu yaratmaktır.

Şimdi bu yazının konusuna, yani bu zihniyetin etkilerinin günümüzdeki boyutları hususuna gelebilirim... Hemen itiraf edeyim; günümüzdeki tablo, Ergenekon zihniyetinin asli sahipleri açısından gerçek bir başarı tablosudur. Çünkü bu “asli sahip”ler, aradan geçen yıllar boyunca, başta AK Parti olmak üzere bütün “iç düşman”ların etrafında örmeye çalıştıkları nefret çemberini, başlangıçta hayal bile edemeyecekleri birtakım siyasi güçleri de etkileyerek tahkim edebildiler, güçlendiler...

Ergenekonculuğun (“zihniyet”ten söz ediyorum, kimse “bize Ergenekoncu diyor” diye zıplamasın) başlangıçta kendisine mesafeli duran bazı siyasi güçlerin zamanla kendisine yaklaşacağına emin olduğunu bence güvenle öne sürebiliriz. Burada kabaca, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) gibi yüzünü topluma değil devlete dönmüş siyasi güçlerle; AK Parti'den endişe duysalar da bu duyguları henüz nefret boyutuna ulaşmamış, bir yandan da Türkiye'nin karanlık geçmişini kendine mesele edindiği için Ergenekon gibi bir şebekeye mesafeli durma ihtiyacı hisseden geniş “seküler-kentli-modern” toplumsal kesimleri kast ediyorum.

Hep birlikte izledik, bu siyasi ve toplumsal kesimler, gitmeli-gelmeli bir süreç sonunda arzu edilen kıvama geldiler... Yani şu kıvama: İktidardaki parti “meşru” değildir, “iç düşman”dır. Düşmana karşı mücadelenin yöntemi “muhalefet” olamaz, düşman “imha” edilir. Ve tabii: Düşman imha edilirken yöntemi sorgulanmaz!

Hesapta olmayan başarı

Hikâyenin buraya kadar olan bölümünde anlaşılmayacak bir şey yok. Bu kesimlerin bugünkü kıvamlarına geleceklerini öngörebilmek için kâhin olmaya gerek yoktu, basit toplumsal-siyasi analizle kolaylıkla tahmin edilebilirdi her şey. Dediğim gibi, sonuç, Ergenekon zihniyetinin asli sahipleri için de şaşırtıcı değildir.

Fakat yüzü CHP gibi devlete değil topluma dönük olan (olması gereken): devleti, gerek sahip olduğu ideoloji gerekse de onunla yaşadığı özel geçmiş nedeniyle “düşman” ve “nefret nesnesi” olarak algılayan “sosyalist sol”un bir bölümünün son yıllarda almakta olduğu siyasi pozisyonu, Ergenekoncular hiç kuşkusuz akıllarından bile geçirmemişlerdir. (Düzeltiyorum: Ergenekon soruşturması başlayana kadar akıllarından bile geçirmemişlerdir.)

Bu düzeltmeyi, sözünü ettiğim “sosyalist sol” kesimin (ve onun hinterlandındaki solcuların) gazetesi Birgün'ün, Ergenekon soruşturmasına karşı aldığı tavrı hatırladığım için yaptım. Açıkçası, Ergenekoncu zihniyetin, o sinik tavra bakıp da, “burada sürülebilecek bir tarla var” sonucunu çıkarmamaları mümkün değildi... Bakalım biraz...

Birgün, 22 Mart 2008'deki Beşinci Ergenekon dalgasından sonra meşhur “Yiyin birbirinizi” manşetiyle çıktı... Gazete, ağır eleştiriler karşısında biraz gerilemiş gibi dursa da, üç ay sonraki (1 Temmuz 2008) yeni gözaltı dalgasında yine “huzursuz” bir manşeti tercih etti (2 Temmuz 2008): “Darbe parodisine mutabakat operasyonu...”

Kim gözaltına alınmıştı o gün biliyor musunuz? Emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon... Birgün'ün “parodi” dediği şey 2003-2004'teki darbe girişimleriydi.

Gazetenin yazarlarından Ahmet Çakmak'ın o günkü yazısı da, manşeti güçlendirsin diye editörler tarafından “Darbe parodisi” manşetinin ayağından anonslanmıştı: “Siz dünkü gözaltılardan sonra Türkiye’nin demokratikleşme yolunda bir adım daha attığını hissettiniz mi? Ben hissetmedim. (...) Acaba neden demokratikleşme yönünde bir adım attığımız gibi bir hissim yok, hatta neden bu gözaltı haberleri bende alttan alta adını koyamadığım bir rahatsızlık hissi uyandırdı?”

Bu da, Birgün yazarı Doğan Tılıç'ın Çakmak'tan bir gün sonra gelen yazısından: “Tam da Ahmet Çakmak gibi hissediyorum: Ne ‘darbecilere oh oluyor’ diyebiliyorum ne de kafaları epey bulandıran bir tarzda da olsa, yapılan operasyona boş verebiliyorum.”

Baş düşman: AK Parti'nin “İslamofaşizm”i

Bu çizginin de nereye varabileceği (problemli “laiklik” algısını da hesaba kattığımızda) aşağı yukarı belliydi. Ben, vardığı yeri bundan birkaç ay önce kaleme aldığım üç bölümlük “Sol, laiklik, Cumhuriyet, Taraf, Birgün başlıklı yazıda (Taraf, 17, 21 ve 24 Aralık) anlatmıştım:

“İlhan Selçuk, dört-beş sene önce 'Ben laik Atatürk Cumhuriyeti’nin varoluşu ve bütünlüğü için, dün bana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğin doğal ve sade gereği sayıyorum' dediğinde, ona en büyük tepki 'sosyalist sol'dan gelmişti. Çünkü Selçuk’un o cümlesinde kast ettiği Milliyetçi Hareket Partisi’ydi (MHP) ve 'faşistler'e uzatılan bu gül asla kabul edilemezdi. Sol, Selçuk’un tavrını sadece lanetledi, üzerinde hiç düşünmedi. Düşünseydi, bu tavrın altında yatan asıl nedenin, onun 'laiklik'e her şeyden fazla önem veren bakış açısı olduğunu anlayacaktı. Bir de şunu: Türkiye’de 'laiklik' demek 'devlet' demektir. Laikliği her vurgulayışınızda devlete bir adım daha yaklaşırsınız ve devletin 'esas tehlike' diye kodladığı 'laiklik karşıtlarını' siz de 'esas tehlike' olarak görmeye başlarsınız. 'Gericilik'e karşı 'laikliği korumak' sizin de birinci göreviniz haline geldiğinde ise artık siz de bir İlhan Selçuk’sunuzdur. Aranızdaki tek fark, onun meramını açıkça ifade etmesine karşılık sizin kıvranmaya devam etmenizdir.”

Türkiye gibi bir ülkede laikliği “devlet”in anladığı ve dikte etmeye çalıştığı gibi anlar ve savunur, üstelik bunu siyasi çizginizin temeli haline getirirseniz (sözünü ettiğim yazılardan bilhassa ikincisinde bunu örnekleriyle anlatmıştım), varacağınız nokta “dini gericilik”e Ergenekon zihniyetinden daha büyük bir düşmanlık beslemeniz olacaktır. Bunu pratikte de görmek için Birgün'ü birkaç hafta izlemek yeter.

Ergenekon zihniyeti tabii ki “sol”un, bir kesimiyle olsa dahi kendisini “dost” olarak göreceği bir kıvama gelmesini hiçbir zaman ummadı; bu kesimin, ağırlığı “baş düşman İslamofaşizm”e vermesi ona yeter de artardı bile. Bugün, bu noktadayız.

Ergenekon daha ne ister?

Birinci sahne: Artık “vaktin geldiğini” söyleyen solcu gazeteci televizyonda kıkır kıkır gülerek “korkunççuluk” oynuyor... Eski baskı dönemleri arasından en çok 12 Eylül'e benzeyen bugünlerde tutuklanmaktan tabii ki o da korkuyormuş, hatta annesi program öncesinde uyarmış onu diline hâkim olması için, ama o ne pahasına olursa olsun konuşmaya devam edecekmiş. (Bu arada spikerden gelen münasebetsiz soruya utangaçça cevap vermek mecburiyetinde kalıyor: Tabii, yazmaktan sonradan pişmanlık duyduğu yazılar olmuş onun da, mesela cumhuriyet mitinglerinin arkasındaki gücü göremediği için biraz fazla angaje yazılar kaleme almış.)

İkinci sahne: Muhalif kanaldaki televizyon programında, muhalif gazetecilerin artık gazetecilik yapamaz hale geldiğini söyleyen bir başkası, utanmak hasletine sahip muhalif program sunucusundan ayarı alıyor: “Biraz abartmıyor musunuz, bakın biz burada her türlü eleştiriyi dile getirebiliyoruz...”

Üçüncü sahne: İstanbul'daki Uğur Dündar'lı, Tufan Türenç'li özgürlük yürüyüşünün Ankara ayağı... En ön sırada tanıdık bir gazeteci var: Devlet röportajcısı Ertürk Yöndem... Arkada, “İslamofaşist AK Parti” iktidarına “vaktin geldiğini” hatırlatan gazeteciler.

Ergenekon daha ne ister?

Cumaya, bu dizinin son bölümü: AK Parti'yi düşmanlaştırma sürecine AK Parti'nin katkıları.

OKUMA ÖNERİSİ: Bu dizide tartıştığım meselelerle ilgili olarak psikiyatr Halûk Sunat'ın blogunda yer alan “Önyargılı ve Yetkecil Kişilik” adlı mükemmel makaleyi hararetle öneriyorum: http://haluksunat.com/2008/07/23/onyargili-ve-yetkecil-kisilik/

alpergormus@gmail.com

TARAF