“Komünist” Zekeriya Sertel’in anılarındaki zulüm çemberi

Yavuz Bahadıroğlu

Eşref Edib’in kendisi gibi düşünen bir grup ünlü gazeteci ile birlikte yargılanmak üzere Diyarbakır’a sevk edildiği günlerde, Gülhane Parkı’nda eşi ve çocuğuyla piknik yapan Zekeriya Sertel’in karşısına bir polis dikiliyor ve emniyete götürülüyor.

Eşi Sabiha Hanım’la birlikte çıkardığı “Resimli Ay” Dergisi’nde yayınladığı yazılar sebebiyle o da “itaatsızlar” safında sayılmış ve defteri dürülmek üzere gözaltına alınmıştır.

Zekeriya Bey ve eşi Sabiha Hanım, aynı zamanda “komünist” olarak da damgalanmışlardır.

O günlerde Resimli Ay, Milli Mücadele’nin sadece birkaç kahraman liderin değil, işçisinden köylüsüne, memurundan askerine tüm halkın eseri olduğunu savunmakta ve bu isimsiz kahramanlar adına bir “Meçhul asker” anıtı dikilmesini istemektedir.

Resimli Ay’ın bu kampanyasına cevap, “Üç Aliler Divanı” olarak da isimlendirilen İstiklâl Mahkemesi’nin ünlü üyesi Kılıç Ali’den gelmişti: Akşam Gazetesi’ndeki yazısında, Kılıç Ali, özet olarak “Hayır” diyordu, “savaşı halk değil, Atatürk kazandı.”

“Ordunun ve halkın savaşabilmesi, ancak kudretli ve kabiliyetli bir komutana sahip olmasıyla kabildir. ‘Meçhul asker’ fikrini ortaya atıp, başkomutanın önemini azaltmaya çalışmak, bir nankörlük olur.”

Bu çatışma yüzünden Sertel ailesinin Gülhane’de yaptığı piknik yarım kaldı. Zekeriya Bey’i alıp Ankara’ya götürdüler.

İstasyonda arkadaşı Cevat Şakir’le (Halikarnas Balıkçısı) karşılaştı. Onu da almışlardı.

Onlar da suçlarını cezaları kesilince öğrenebildiler: Cevat Şakir’in “Hüseyin Kenan” takma adıyla yazdığı idama ilişkin bir yazı dolayısıyla tutuklanmışlardı.

İki arkadaş Ankara’da Polis Müdürlüğü’nün karanlık zindanına atıldılar.

Zekeriya Bey, geceyi kâbuslar içinde geçirdi. Rüyasında sürekli ağlıyordu. Birden kalın bir ses onu rüyadan uyandırdı: “Ne oluyor delikanlı? Ne ağlıyorsun?”

Sesin sahibi, Manisalı bir İstiklal Mahkemesi hükümlüsüydü. Erkenden kalkmış, yatağında tespih çekiyordu.

“Nasıl ağlamam?” dedi Zekeriya Bey, “beni asacaklar.”

Adam güldü: “Seni asacaklar diye üzülme. Hakkında henüz verilmiş bir hüküm yok. Oysa ben hükmü yedim. Beni şimdi, bu sabah asacaklar. Bak, ağlıyor muyum?”

Gerçekten de bir saat sonra geldiler ve adamı alıp götürdüler. Bir daha da görünmedi.

Hücrede bulunan bir genç İstiklâl Mahkemelerinin çalışma prensiplerini birkaç cümlede şöyle özetledi:

“Burası bir cehennemdir, bir salhanedir. İstiklal Mahkemesi’ne getirilenlerin yüzde doksanı öldürülür... Eğer mahkeme sizi savunma için bildirilen günden önce çağırırsa, hakkında idam hükmü verilmiş demektir. Süreyi uzatmakta fayda yoktur. Yok, gününde çağrılırsanız, durumunuz şüpheli demektir. Mahkeme daha bir karara varmamıştır. Savunma günü sonraya bırakılmışsa, kurtulduğunuza işarettir. Çünkü mahkeme aceleye lüzum görmüyor demektir...”

Zekeriya Beyle Cevat Şakir, beş gün sonra değil de üç gün sonra çağrılınca idama mahkûm edileceklerini düşünüp perişan oldular. Ama şansları vardı: Cezaları üçer yıl sürgün ve kalebentlikti. Cevat Şakir Bodrum’a, Zekeriya Sertel Sinop’a sürüldü.

Üç yılın sonunda Zekeriya Sertel İstanbul’a dönerken, Cevat Şakir, Bodrum’a yerleşecek ve “Halikarnas Balıkçısı” adıyla ün yapacaktır.

Şimdi Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, CHP yöneticileri onun kitaplarını zevkle okuyorlar: İçlerinden, yönettikleri partinin vaktiyle yaptıklarına ilişkin bir “özür” bile geçirmeden...

YENİ AKİT