Kıyafet inkılâbından habersiz öğrenci!

Yavuz Bahadıroğlu

Ey kravatsız okula giden Denizli’li lise öğrencisi!..

Ey be evlâdım: Senin kıyafet inkılâbından haberin yok mu? “Kastamonu Nutku”nu derste işlemediniz mi?

Atatürk “Kastamonu Nutku”nda diyor ki: “Arkadaşlar! Turan kıyafetini araştırıp ihyâ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisâ’ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, caket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş; bunu açık söylemek isterim: Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi, işte şapkanız!..”

Hadi diyelim ki şapka takmıyorsun, kravat takacaksın. Takmazsan öğretmenlerin seni döver!

Nitekim de dövdü işte! İddiaya göre başını duvarlara vurdu. Denizli Valiliği de öğretmen hakkında soruşturma başlattı.

Niye ki? Hoca devrimleri uyguluyor! Biz ki, şapka takmadıkları için ve şapka aleyhine inkılâptan üç yıl önce kitap yazdıkları için nice âlimler asmış bir milletiz, gerekirse kravat takmadıkları için de öğrencilerimizi döveriz! Bunu böyle belle be evlâdım! Ve zinhar bir daha kravatsız okula gitmeye kalkma!

Ben ortaokulda şapka yüzünden dayak yemiştim, sen kravat yüzünden dayak yedin. Aradan 50 yıl geçti diyenlere inanasım gelmiyor: 50 yılda bu kadar az şey mi değişir bir ülkede?

Bak anlatayım: Benim okuduğum okullarda “kıyafet” konusu, en az “Atatürk ilkeleri” kadar önemliydi, vazgeçilmezdi ve okul idarecileri tarafından harfiyen uygulanırdı...

Öncelikle saçlarımızı sıfır numaraya vurmak zorundaydık... Oysa nasıl severdik saçlarımızı... Kıyamazdık...

Yaz tatilini en çok bu yüzden özlerdik: Tatilde saç uzatmak serbestti...

Yine bu yüzden okul en büyük kâbusumuz olurdu. Düşünün ki, ergenlik çağındaydık ve o çağdaki her çocuk gibi saçlarımız en büyük servetimizdi. Özene-bezene tarar, şekilden şekle sokardık. Bir yaz boyu sürerdi bu...

Sonra okullar açılırdı. Mecburen kelleyi berberin insafına terk ederdik. Saçlarımız kesilip önümüze dökülmeye başladığında, gözlerimiz nemlenir, suçu tıraş makinesinin körlüğüne yüklerdik: “Acıtıyor.”

Ahmet Amca (bizim köyün biricik berberi) isyan ederdi:

“Daha yeni aldım.”

“Yine de acıtıyor.”

Aslında saçlarımızın kesilmesi acıtırdı: Başımızı değil, yüreğimizi.

Ama mecburduk. Çünkü nizami tıraş olmayanlar okula alınmazdı. Müdür yardımcıları ellerinde makaslarla giriş kapısında durur, saç kontrolü yaparlardı...

Saçı biraz uzunca olanları durdurur, makasla koyun kırkar gibi kırkarlardı...

Bir makas önden, iki makas yanlardan... Nasıl madara olurduk.

Bir de “şapka kontrolü” vardı. Bakmayın şimdilerde kimsenin takmadığına, bizim ortaokul-lise yıllarımızda şapka takmak mecburi idi. Hem şapkalıydık, hem de kravatlı. Şapkasız, kravatsız okula gelmek şiddetle yasaktı. Ortaokul müdürümüz bunun kontrolünü yardımcılarına bırakmaz, bizzat kendisi yapardı.

Aradan yıllar geçti. Görüyorum ki, pek bir şey değişmedi. Liselilerin saçı yine kazınıyor, vaktinde tıraş olmayanlar insafı rafa kaldırmış müdür yardımcılarının makasından yine nasibini alıyor. Kravatsız okula gelen öğrenci öğretmeninden yine dayak yiyor.

YENİ AKİT