Kitabın hakkını vererek okumak; Kur'an’ı anlamak ve yaşamaktır!

ŞUAYB MEKEÇ

Bakara Suresi 121. ayet  

  • اَلَّذٖينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِهٖؕ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهٖؕ وَمَنْ يَكْفُرْ بِهٖ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

‘’Kendilerine kitap verdiklerimizden onu hakkıyla okuyanlar var ya, işte onlar o kitaba iman edenlerdir; her kim de o kitabı inkâr ederse (onun beyanını saptırır, hükümlerini gizler veya nefsine alet ederse) işte asıl kaybedenler onlardır’’

Tilâvet’ kelimesi sözlükte “birine, bir şeye uymak, onu yakından takip etmek”; terim olarak “hem okumak hem de hükümlerini, teşvik ve ikazlarını hayata geçirmek suretiyle Allah’ın kitabına uymak” anlamına gelir. Her tilâvet bir kıraattir, fakat her kıraat tilâvet değildir. ‘’İlâhî kitaplar sadece okunmak için değil, aynı zamanda hükümlerinin uygulanması için gönderilmişlerdir ve ancak bu uygulamanın yerine gelmesi şartıyla tilâvet gerçekleştirilmiş olurlar’’ (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “telâ” md.). Burada kitaptan maksat Kur’an-ı Kerîm’dir. Onu hakkıyla okuyanlarla kastedilenler; önceki kitap verilenler, Rasulullah (sav) ve ona uyan Müslümanlardır. Nüzul zamanında Tevrat’ı hakkıyla okuyan, onunla amel eden ve Allah’ın Nebisi (sav)’in geleceğine dair Tevrat’ta geçen onun risaletini tasdik eden, ümmeti İslam hakkında insaflı ve adil hükümler veren ehli kitaptan bazı topluluklardır.(Taberî, I, 520-522; Râzî, IV, 32/İlgl.ayet;DİB Kur.Tefs.).

‘’Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkını vererek tilavet edenler/okuyanlar var ya, işte onlar ona inananlardır. Onu inkâr edenler ise hüsrana uğrayanlardır’’
Ehli Kitaptan ve Rasulullah (sav) in ümmetinden Kuran’ı okuyanlar; onu anlamını, işaret ettiklerini kavrayarak okumaya çalışırlar. Günlük hayatlarını ilgilendiren boyutlarda ayetleri özümsemeye ve eyleme dönüştürmeye gayret ederler. Kitabın inzal olduğu dönem ile içinde yaşadıkları hayatı karşılaştırarak ilahi maksat gereğince irade ve eylemlerini düzenlemeye çabalarlar. Heva ve heveslerini kitaba karıştırmazlar. Kitabın hakkını verirler. Hem okurlar, hem anlarlar, hem de hayatlarına aktarmaya çalışırlar. Üzerinde dersler yaparlar. Davet yöntemlerinin asıl muhtevası olarak Kitabı Mübin’i nefislerinden başlayarak çevrelerinde yaşanan, model edinilen bir kılavuz olarak hayatlarının merkezine yerleştirirler.

Tahrifattan çekinirler. Geçmiş kitap ehlinin nasıl yoldan çıktığını bilirler ve bundan dersler çıkartırlar. Kitabı nefislerine göre tevil etmezler. İslam’dan haz almayan, Müslümanlarla araları mesafeli çevrelere yaranmak için kitabın bazı hükümlerini aslından uzaklaştırarak yorumlamak yoluna gitmezler.

Konuları, asıl manayı vahyin amacı dışındaki şeylerle karıştırmaktan korkarlar. Kitabın neyi kastettiğini heva ve heveslerinden uzak kalarak, kelimelerinin telaffuzunu ve hükümlerini cidden gözeterek, dikkatlice, huşu içinde, süreklilik içinde okumayı görev bilerek ve anlamadıklarını ehlinden sorup öğrenerek anlamaya ve yaşamaya özen gösterirler.

Kitap bizi nasıl bir hayata ve geleceğe hazırlıyor? Rabbimiz inzal buyurduğu Kuran’la iman edenlere hangi dünyayı öngörüyor?

Kuran-ı Mübin bizleri bozulmuş, kirli, karanlık bir hayattan tertemiz ve mutluluk içinde yaşayacağımız bir hayata davet ediyor. Kuran’la ve ‘usvei hasene’ Rasulullah’ın örnekliğiyle bu davet bizleri dinamik bir yaşama davet ediyor. İnsanlarla ilişkilerimizde dengeli, Allah’ın ayetlerini yaşamak ve davet etmek bilincine sahip olduğumuz amelleri önümüze koyuyor. Bizleri her yapıp ettiklerimizde Rabbimize hesap verme bilinciyle sürdüreceğimiz bir hayata, bilince ve gayrete çağırıyor. Kur’an’ın muhatabı olmak asıl hakikate tanıklık etmektir. Kitapla hakkıyla bağ kurmak;  Allah rızasına uygun bir iman ve salih ameller bütünlüğü içinde bir hayatı inşa eylemidir.

Kuran’ı anlamak ve yaşamak için okumalıyız. ‘Yürüyen Kuran’ olmak asıl hedefimiz olmalıdır.

Kuran’ın ilk muhatap kitlesinin yalın, ön yargısız; kitabı anlamak ve yaşamak hakkındaki kararlılığını ve kavrayışını yakalamaya çalışmalıyız. Kuran bizden takvalı bir irade ve eylem talep ediyor. Bize sadıkların, abidlerin, secde edenlerin, huşu duyanların, tertil içinde anladıklarını pratiğe geçirenlerin yolunu tarif ediyor. Rabbimiz kitabında bize canlarıyla ve mallarıyla cihad edenlerin tavırlarını örnek gösteriyor. Ayetleriyle bizi fıtri bir ahlakla tezyin olmaya hazırlıyor. Kitabı okurken ecir kazanmanın pratiği işte bu hat üzerinde gerçekleşmelidir.

Bugün ümmete onu diriltecek, ayağa kaldıracak; hakla batılı ayıracak ve tevhidi şiarları ikame edecek bir irade, bir ruh lazım. Üzerindeki ataleti savurup atacak, üzerindeki zilleti, keyfine düşkünlüğü defedecek bir dinamizm, bir kıyam lazım.

Rabbimiz Ashabı Kehf’in duruşunu bize örnek veriyor. Kitabı kavrayarak, onun hakkını vererek okuyan gençlerin tevhidi duruşunu bizlere modelleştiriyor.

O yiğit gençler Allah’ın ayetlerini kavradılar ve ayağa kalkarak haykırdılar;

‘’Onların kalplerini (ayetlere iman ederek ve onları kavramalarıyla) sağlamlaştırdık. (Onlar müşrik düzene karşı) Kıyama kalktılar ve: ‘Bizim Rabb’imiz, göklerin ve yeryüzünün Rabb’idir;  Bizler Ondan başkasını asla ilah diye çağırmayız. Yoksa kesinlikle saçmalamış oluruz’ dediler!’’(Kehf 14)

Bu dinamizm ancak Kuran’la gerçekleşebilir. Ancak vahyin öngördüğü “Kur’an Nesli” nin inşasıyla mümkün olabilir. Allah Teâlâ’nın toplumsal düzeni ıslah ve ihya eden yasaları gereği bu böyledir.

‘’Elif. Lam. Ra. Bu (Kur'an) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yüce ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır’’(İbrahim 1)

‘’Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan müminlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir’’(İsra 9)

Vahiyle netleşen bir zihin, onunla beslenen bir akıl, vahiyle donanan bir ruh ve onunla titreyen bir yürek, vahiyle arınan bir nefis ve onunla dirilen bir hayat bir gün mutlaka tarihe müdahale edecektir. Müslümanlar olarak rabbimizin lütfu ve rahmetini hak edersek eğer, İslam uygarlık sahnesindeki yerini adaletle, merhametle güzel ahlakla alacaktır. İnsanlık İslam’ı sosyal siyasal ekonomik ahlaki alanlarda yeniden tanıyacaktır. Bu Allah’ın rahmetiyle yeryüzüne müdahalesi olacaktır. Allah’ın rahmetinden umut kesilmez.

‘’Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve resulünün çağrısına uyun ve şüphesiz bilin ki, Allah kişi ile kalbinin arasına girer. Unutmayın ki, O’nun huzuruna götürüleceksiniz’’(Enfal 24)

“Yaşam tarzı” olan İslam, yeryüzündeki hayatın düzen ve huzur kaynağıdır.  Kurtuluş hedefinde kendisinden başka yol, yöntem ve hak din olmayandır. Vahyin hedefi, yaşamın sadece sınırlı alanlarına müdahale etmek değildir. Vahyin hedefi yeryüzündeki tüm insanlık yaşamına zerreden kürreye İslam’la nizam vermektir. İslam, bireysel ve toplumsal hedefleriyle her dönem toplumu yeniden dizayn edecek potansiyelin kaynağıdır. Allah tarafından kabul olunacak tek hak din ve tek hayat nizamı İslam’dır. Kitabı Mübin’in apaçık beyanıdır.

‘’Ve sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez’’(Hud 115)

Rahmet ve lütuf günü gelip çattığında muttakilere öncülük eden o göz nuru nesiller, ümmetin medarı iftiharı öncüler yeniden dünya sahnesindeki yerlerini alacaklardır.

İbrahim (as)’ ın duası; basiretli, ümmetçi, Müslüman nesil özlemcisi; İslam uygarlığının banilerinden atamız, büyüğümüz Hz İbrahim’in duası o gün de, vahyin indiği dün de ve bu günde insanlığı diriltmeye devam ediyor. Sürekliliğe işaret ediyor. İlahi yasayı hatırlatıyor. Allah’ın dinine yardım edene Allah yardım edecektir. O’nu unutmayanı Allah unutmayacaktır. Ona dua edeni, nefsini iman ve salih amelle arındıranı Allah Teâlâ yeryüzüne varis kılacaktır.

  • رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ- وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ 

"Rabbimiz! İkimizi Sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da Sana teslim olanlardan bir ümmet yetiştir. Bize ibadet yollarımızı göster, tövbemizi kabul buyur, çünkü tövbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak Sensin" (Bakar 128)

Zihni tasavvuru, Müslüman aklı ve kimliği Kitab-ı Mübin’in ilke ve ahlakıyla inşa etmek gerekiyor.

Kur’an’la hayatı buluşturmalıyız. Kur'an’la bozulmuş olanı ıslah etmek, karanlıkları aydınlığa kavuşturmak üzere yola koyulmalıyız. Onun mesajını ve vaz ettiği ilkeleri net olarak, örtmeden, yorumlarımıza gömmeden hayatımızın temel belirleyicisi haline getirmeliyiz.

Kur'an soyut veya felsefi bir öğreti kitabı değildir. Kur'an zamanı aydınlatan, insanlığa rehber bir kurtuluş kitabıdır. Kuranı bu yönüyle keşfedemeyen onun kalpleri dirilten mesajıyla, hayatı aydınlatan nuruyla tanışamamış kimsedir. Ne kadar lafzen tilavet edilirse edilsin onun kalplere nüfuz eden mana, ahlak ve ruh boyutuyla kişi tanışamamış ise bu okuma sadece yüzeysel bir tekrardan ibaret kalacaktır.

Kur'an nazil olduğu dönemde egemen şirk gücüne, insanların hayatını kuşatan cahiliyeye müdahale etti. Sözünü söyledi. Eleştirdi. Yıkıcı cümlelerle şirk sitemini alt üst etti. Şirke boyun eğmedi. Dilini eğip bükmedi. Batılı yıkan bir dil inşa etti. Bedbinleşmiş, umudunu kaybetmiş hayatlara can üfledi. Hakkın, adaletin, Allaha kul olmanın hasretini çekenlere derman oldu. Onlara müjdeler verdi. Onları âlemlere rahmet olan bir elçi ve onun getirdiği mesajla tanıştırdı. İnançsız, seküler bir sistemin ekonomisine, meclisine, insanların kurduğu toplum düzenine, hiyerarşiye, hukuka müdahale etti. Zulüm çarklarına, tuğyana ve mütekebbir yöneticilere karşı söz söyledi. Onları hakka davet etti.

Kuran hakkını vererek okunduğunda hayatı düzene koymaya başlar. O hidayet rehberidir. Hayat kitabıdır.  İlk Kuran nesli olan Rasulullah’ın sahabesi bu hassasiyetle Kurana tabi oldular. Onlar Allah’ın ipine sımsıkı sarıldılar. Onu bıraktıklarında yeniden uçurumun kenarına savrulacaklarını kavramışlardı.

Kuran’ın muhtevası hayata müdahale eder. Hüküm koyar. Ahlak nizamını inşa eder. Müminler onunla hayatlarını hemen düzene koymak için gayret içine girerler;

Allah Teala içki, kumar vb. yasaklayan ‘’….Bunlardan uzak durun ki felâh bulasınız. Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin salmak; sizi Allâh’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bütün bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (el-Mâide, 90-91) âyetlerini inzâl buyurmuştu. Allah’ın Rasulü (sav), Ömer (ra) yı çağırıp ona bu ayetleri okudu. “Artık vazgeçtiniz değil mi?” kısmına gelince o ve diğer müminler: “Vazgeçtik! Vazgeçtik ya Rab!” “Artık içkiden, kumardan vazgeçtik ey Rabbimiz!” diyorlardı. Rasûlullâh (sav) ‘ın emriyle bir münadi: “Haberiniz olsun ki içki haram kılınmıştır!” diyerek seslendi. Tulumları delinip boşaltılan, küpleri kırılıp dökülen içkiler, Medine sokaklarında seller gibi aktı! Yasak ayetinden sonra, içki içen Müslümanlar ellerindeki şarapların hepsini imha ettiler. Bir daha da içmediler. Daha sonra Rasulullah: “Muhakkak ki Allah; içkiye, onu sızdırana, sızdırıldığı yere, içene, içirene, taşıyana, satana, satın alana, bedelini ve kazancını yiyene lânet etmiştir!” buyurdu. (Ahmed, I, 53; II, 351; Nesâî, Eşribe, 1-2; Hâkim, II, 305/3101)

 ‘Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar’ (Nur, 31) emri, bir câhiliye âdetini değiştirmekte, kadınların uygun bir örtüyle başlarını, boyun ve göğüslerini örtmelerini gerekli kılmaktadır. Bu emirden önce kadınların çoğu, eski âdetlerine uyarak başlarına aldıkları örtünün uçlarını omuzlarının arkasına atarlar ve ön tarafı açık bırakırlardı. Hz. Âişe’nin anlattığına göre bu âyet tebliğ edildiğinde camide bulunan kadınlar hemen alt giysilerinden (izar) birer parça yırtarak bunu başörtüsü yapmışlar ve istenen yerleri kapatmışlardı. (Buhârî, “Tefsir”, 24/12; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 30-32) (Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ank.2008, c.IV, s.73)

Ömer (ra) bir gün hutbede, kadınların nikâhta mehirleri yüksek istemelerinden söz ederek bunu tenkit eder. O sırada Mescid-i Nebevînin arka saflarından bir hanımın sesi yükselir. Bu bayan minberdeki devlet başkanına yani Hz. Ömer’e şöyle seslenmektedir: “Ey Ömer, senin ne haddine düşmüş böyle konuşmak. Allah Kur’an’da kadınların mehirleri için kantar yani deve yükü ölçüsünü  ifade buyururken; senin, hanımlar mehirleri fazla istiyorlar diyerek buna karşı çıkmaya hakkın da, yetkin de yoktu” der ve Nisa Sûresinin 20. ayetini okuyuverir. Hanım sahabeyi sükunetle dinleyen Ömer (ra) ayeti bir kez de kendisi okur ve düşünür. Kısa bir duraklamadan sonra da ağzından şu cümleler dökülür: “Şüphesiz, Kureyşli bu kadın doğru söyledi. Ömer ise hata yaptı.” (Bk. Doç.Dr. Ruhi Özcan, Vahiy Kültürü, s.81,82)

“Kendilerine kitap verdiğimiz, onu hakkını vererek okumakta olanlar var ya, işte kitaba iman edenler onlardır; ama her kim onu inkâr ederse işte asıl kaybedenler onlardır.” (Bakara 121)

Kitaplarını gereği gibi okumayan, onun hükümlerine arkalarını dönen ehli kitabın durumu ibretliktir, derslerle doludur. Bu duruma düşmekten uzak durmak konusunda Allah’ın Rasulü (sav) çok hassas davranmıştı. Ümmetini sürekli ikaz etmişti. O tehlikeye, çözülmeye ve yozlaşmaya karşı Müslümanların, Kuran’ın tüm detayları belirleyen bir hayat kitabı olduğuna dair dikkatlerini çekmişti. Sahabe de bu konuda son derece hassas davranmıştı:

Ebû’d Derdâ (ra)’den bir rivayette şöyle denmiştir: Rasûlullah (sav) ile birlikte bulunuyorduk. Gökyüzüne doğru bakarak bize şunları söyledi: “İlim insanlardan kaybolacağı zaman onların ilim adına bir şeye güçleri yetmeyecektir.” Bunun üzerine Ziyâd b. Lebîd dedi ki: ‘Ey Allh’ın Rasulü! Kur’ân-ı devamlı okuduğumuz halde ilim bizden nasıl aşırılıp yok edilecektir? “Allah’a yemin ederim ki Kur’ân-ı mutlaka okuyacağız, kadınlarımıza ve çocuklarımıza da okutacağız.” Bunun üzerine Rasûlullah (sav) buyurdu ki: Ey Ziyâd annen senin hasretinle yansın. Ben de seni Medine halkının hukukçularından saymakta idim. İşte Tevrat ve İncil Yahudi ve Hristiyanların elindedir. Onlara ne faydası oluyor? Onlar kitaplarını okudukları halde bu iki kitapta bulunan hukumlreden hiç biriyle amel etmezler değil mi? Cübeyr diyor ki: Sonra Ubâde b. Sâmit’le karşılaştım ve kardeşin Ebû’d Derdâ nelerden bahsediyor işitmedin mi? Ebû’d Derdâ’nın söylediklerini kendisine haber verdim. Ubâde b. Sâmit şu cevabı verdi: Ebû’d Derdâ doğru söylemiştir. İstersen insanlardan kaldırılacak ilk ilmi sana haber vereyim mi? “Huşu” dur. Belki de büyük bir mescide gireceksin ve orada huşu içerisinde bir adam bulup göremeyeceksin.” (Müslim, İlim: 5; İbn Mâce, Mukaddime: 1)

İnsanların en hayırlısı ve en faziletlisi olmak için; (Buhari, Fedâilü’l-Kur’ân, 21) okuduğumuz Kur’an’ın her bir ayetinden istifade edip hayatımızda yaşama prensipleri olarak kabul edip okumamızı Allah Rasulü bizzat emretmiştir. (Buhari, Fedâilü’l-Kur’ân, 36)

Abdullah İbni Mes’ûd şöyle demiştir: “Kur’an hafızının Kur’an’ın hükümlerini bilmesi gerekir. Böylece Allah’ın ne istediğini ve kendisine neyi emrettiğini anlar ve okuduğundan yararlanmış olur. Ve onlarla amel edip pratik hayatına o ayetleri aktarır” (Tefsîr’u Kurtubî, Mukaddime, 1/21)

“Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitabın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz”(Zümer 23)

Bir gün Allah Rasulü Abdullah b. Mesud’un kendisine Kur’an okumasını istemiş İbn Mes’ûd, “Kur’an size indirilmişken onu size ben mi okuyayım!" deyince Rasulullah sav: “Evet, ben Kur’an’ı başkasından dinlemeyi seviyorum." demişti. Bunun üzerine Abdullah ibn. Mes’ud, Nisa Suresinden okumaya başlamış “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine şahit yaptığımız zaman bakalım onların hali nice olacak." (Nisâ 41) ayetine gelince Allah Rasulü “yeter" buyurmuş ve sessizce ağlamaya başlamıştı" (Buhârî, Tefsir,88)

Rasulullah (sav), Kur’an’ın güzel okunmasına özen gösterdi. Çünkü Kur’an şiir ve güzel söz söyleme sanatını iyi bilen cahiliyye toplumunu derinden etkiliyordu. Onlar kulaklarını tıkayarak ayetleri duymak istemiyorlardı. Müşriklerin, “Bu Kur’an’ı dinlemeyin. O okunurken yaygara koparın, belki o zaman baskın çıkarsınız ." (Fussılet, 26) diyerek ilahî kelamın mucizevî etkisini azaltmak istediklerini Kur’an haber vermektedir. Henüz müşrik olduğu dönemde bir iş için Medine’ye gelen ve o esnada akşam namazını kıldıran Allah Rasulü’nün Tûr Suresini okuduğunu duyan Cübeyr b. Mut’ım “Kur’an’ı işittiğim zaman sanki kalbim parçalanacaktı." demişti. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/85) Allah Rasulü, kalbinde “Kur’an’dan hiçbir şey bulunmayan kimseyi harabe bir eve" benzetmişti. (Dârimî, Fadâi lu’l-Kur’an,1) Ömer (ra)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle demiştir: “Allah şu Kur’an’la amel edip hayatlarını onunla düzenleyen toplumları yükseltir. Onun izinden gitmeyip onu arkalarına atanları da alçaltır.” (Müslim, Müsafirin 269)

Yüce rabbimiz bizleri; Kuranla hem kendi hayatını, hem talep eden insanların hayatlarını inşa etmek için çabalayan, sözlerin en güzelini gerçek mutluluk bahşeden yaşamlarla tanıştırmak için ayetlerin hikmetini kavramış, marufu emreden, münkerden sakındıran ve hayırlı toplum olmak için çabalayan kullarından eylesin.