Kıbrıs’ın jeopolitik önemi ve Siyonist işgal devleti İsrail’in kuruluş sürecindeki rolü

Mehmet Özek, Kıbrıs adasının jeopolitik önemini mercek altına aldığı yazısında, İngiltere’nin kurduğu mülteci kamplarının İsrail Devleti’nin kuruluş sürecinde hem stratejik üs hem de insan kaynağı merkezi olarak kritik rolü oynadığını söylüyor.

Kıbrıs’ın Jeopolitik Önemi ve İsrail’in Kuruluş Sürecindeki Rolü

Mehmet Özek / Fokus+


Doğu Akdeniz havzasının kilit noktasında stratejik bir konuma sahip olan Kıbrıs adası, bölgesel jeopolitik analizlerin merkezinde yer almaktadır. Anadolu’nun güney kıyısına olan coğrafi yakınlığı (yaklaşık 40 mil), adanın Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal güvenlik ve dış politika doktrininde kırmızı çizgi olarak tanımlanmasının temelini oluşturmaktadır. Adanın etimolojik kökeni dahi (Fenike dilindeki “kubru” - kıyı), Kıbrıs’ı Anadolu’nun doğal bir uzantısı veya karşı kıyısı olarak konumlandırmaktadır. Antik dönemlerden (Mısır, Hitit, Asur, Roma) Orta Çağ’a (Haçlı-Venedik) kadar süregelen egemenlik mücadeleleri, Kıbrıs’ın deniz ve ticaret yolları üzerindeki kontrol noktası işlevini süreklilikle koruduğunu ve hiçbir zaman tarafsız bir tampon bölge olarak kalmadığını göstermektedir. Adanın jeopolitik statüsündeki en belirgin ve kalıcı dönüm noktası, 1571’deki Osmanlı Fethi ile gerçekleşmiştir. Bu müdahale, yalnızca bir toprak kazanımı olmaktan öte, bölgesel istikrarsızlığı ve Venedik korsanlığını sona erdirerek adada kurumsal ve idari bir “imparatorluk düzeni” tesis etmiştir. Katolik Venedik yönetiminin baskısından kurtulan Ortodoks halkın Osmanlı idaresini bir kurtuluş olarak algılaması, fethin sosyo-politik meşruiyetini desteklemiştir. Osmanlı idaresi, adada kapsamlı kurumsal yapılar kurarak hem güvenliği sağlamış hem de adanın etnik ve dini mozaiğini koruyucu bir yönetim sergilemiştir. 

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda (93 Harbi) Osmanlı’nın yenilgisini takiben, İngiltere bölgedeki Rus nüfuzunu dengelemek amacıyla Kıbrıs’ı talep etmiştir. Bu doğrultuda, 4 Haziran 1878’de imzalanan anlaşma ile ada kira karşılığında İngiltere’ye devredilmiş; böylece hukuki Osmanlı egemenliği korunmuş, ancak fiili yönetim İngilizlere geçmiştir. İngiltere’nin bu hamlesinin arkasında, 1869’da açılan Süveyş Kanalı sonrası Akdeniz’deki hayati stratejik çıkarları ve artan Rus etkisine karşı bir üs ihtiyacı yatmaktaydı. Süreç, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın İngiltere’nin karşısında savaşa girmesi üzerine 1914’te İngiltere’nin adayı ilhak etmesiyle sonuçlanmıştır. 

Kıbrıs, jeopolitik açıdan çok önemli bir bölgede bulunmaktadır. Amerikalı uzman Nicholas Spykman’ın deniz hâkimiyeti “Kenar Kuşak” teorisine göre, dünyaya hâkim olmak isteyen bir güç, Avrasya’nın çevresindeki kuşağı da kontrol etmelidir. Spykman’ın ünlü sözü özet niteliğindedir: “Kenar Kuşağı kontrol eden, Avrasya’ya hükmeder; Avrasya’ya hükmeden, dünyanın kaderini kontrol eder.” Kıbrıs da tam olarak bu kuşağın merkezinde yer alır. Konumu itibarıyla Kıbrıs; Türkiye, Orta Doğu ve Süveyş Kanalı deniz yollarının kesişim noktasındadır. Bu yüzden “batmayan uçak gemisi” Kıbrıs, İngiltere ve ABD gibi deniz güçleri için hem askerî hem de ticari açıdan stratejik bir üs görevi görmüştür.  

Kaçak yahudi göçmenler, 30 Ekim 1947’de İngiliz makamları tarafından Kıbrıs’a sınır dışı edilmek üzere Hayfa limanında. 

İsrail devletinin 1948’deki kuruluş sürecinde, bir Akdeniz adası olan Kıbrıs sadece coğrafi bir parça değil, stratejik bir üs haline gelmiştir. İngiliz yönetiminin “sorunu uzaklaştırma” stratejisi, Siyonist hareketin elinde, kuruluşun en kritik lojistik ve propaganda üssüne dönüşmüştür. 

1. Mülteci Çıkmazı ve İngiliz Politikasının Stratejik Hatası 

Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl’in 1896’da, Osmanlı’ya Filistin karşılığında Kıbrıs’ı satın alma düşüncesi, adanın stratejik bir takas değeri taşıdığını gösterir. Bu fikir uygulanmasa da, Kıbrıs, Filistin’e ulaşmak için bir “basamak” olarak kodlanmıştır. Siyonist lider David Treitsch, Kıbrıs’ı da içine alan bir “Büyük Filistin” yaratma girişiminde bulunmuştur. Planı, Kıbrıs’a kitlesel Yahudi göçünü teşvik ederek, Yahudileri ve Müslümanları, Enosis talep eden Rum nüfusundan sayıca üstün kılmayı ve adayı kalkındırarak mevcut sorunu çözmeyi amaçlamıştır. Ancak, İngiliz yetkililerinin bu plana cevabı netti: “Kıbrıs’ta Yahudilere yer yok. Gelirlerse ‘sıcak’ bir karşılama alırlar.” 

İtalya ve Almanya’da yükselen faşizm ve Nazizm sonrası dönemde, Hitler katliamından kaçan Yahudiler için tek sığınak, vaat edilmiş topraklar olan Filistin olmuştur. Ancak bu göç yolu, İngiltere’nin 1939 Beyaz Kitap politikasıyla kesintiye uğramıştır. Arap Ligi’nin baskısı sonucu, izinsiz olarak Filistin’e yönelen Yahudileri taşıyan gemiler, İngiliz savaş gemileri tarafından engellenmiştir. Arap Ligi tarafından “yasadışı göçmen” ilan edilen on binlerce Yahudi mülteci, İngilizlerin çözümü (!) olarak Kıbrıs’taki toplama kamplarına sevk edilmiştir. 

İngilizler, Filistin’in kapılarına dayanan Yahudileri engellemek ve vaat edilmiş topraklara gitme iradesini kırmak amacıyla Mağusa ve Larnaka çevresine tel örgülerle çevrili kamplar kurmuştur. Ancak bu, tarihin en ironik stratejik hatalarından biri olmuştur. İngilizlerin kurduğu bu geçici kamplar, Yahudiler tarafından hoş karşılanmayacak ayrıca İngilizlerin üzerindeki uluslararası kamuoyu baskısını artıracak bir sürece evrilmiştir. 

10 Şubat 1949’da Kıbrıs’taki İngiliz kampından ayrılmaya hazırlanan Yahudi mülteciler. 

2. Kıbrıs Kampları: Genç İsrail Cumhuriyeti’nin İnsan Kaynağı Fabrikası  

1946 ile 1949 yılları arasında Kıbrıs adasında on binlerce Yahudi, her ne kadar formel bir eğitimden yoksun bir durumda bulunsalar da, bu süreçte eğitim faaliyetlerine ara vermemişlerdir. Söz konusu dönemde Kıbrıs, gayriresmî bir nitelik taşıyan ancak oldukça kritik bir işlev gören bir hazırlık okulu vazifesi üstlenmiş; genç İsrail Cumhuriyeti’nin gelecekteki idari, sosyal ve askerî kadrolarını inşa eden adeta bir “insan kaynağı fabrikasına” dönüşmüştür. Haganah ve Irgun gibi Yahudi direniş örgütleri, kamplarda bulunan ve belirli niteliklere sahip olduğu tespit edilen bireyleri, Filistin’e gizli yollarla kaçırarak, bağımsızlık mücadelesi için askerî eğitime tabi tutmuştur. Kampların içerisinde, modern İbranice, Yahudi tarihi ve kültürel gelenekler üzerine düzenli dersler verilmiştir. Nihayetinde, bu kamplardaki eğitimden geçen yaklaşık 52.000 Yahudi, 1948 yılında kurulan ve o dönemki nüfusu yaklaşık 650.000 olan İsrail devleti için hem demografik hem de niteliksel açıdan son derece mühim bir insan kaynağını teşkil etmiştir. 

Kıbrıs Yahudiler için Filistin’e fiziki bir sıçrama tahtası olmuştur. İngiliz ablukasını yaran veya kamplardan kaçan binlerce mülteci, organize kaçış hatları üzerinden Kıbrıs’tan Filistin sahillerine gizlice nakledilmiştir. Yerel Kıbrıs halkı ise bu duruma ihtiyatla yaklaşmıştır. Yahudilerin Kıbrıs’a getirilişi özellikle Kıbrıslı Rumları ekonominin zarar göreceği, gıda maddelerinin fiyatlarının artacağı endişesi rahatsız etmiş, misafirperver bir tutum sergilememiştir. Kamplarda klinik, aşhane, eğlence ve spor alanlarının bulunmasına rağmen sözde sefalet koşulları, uluslararası arenada güçlü bir sempati dalgası yaratmıştır. İngilizler, dünya kamuoyunda “Yahudi mültecilere zulmeden güç” olarak lanse edilmiş, bu durum İsrail’in kurulmasına yönelik diplomatik desteği güçlendiren etkili bir propaganda aracına dönüşmüştür. 50.000 mülteci, İsrail’in kurulmasından hemen sonra ülkenin ilk vatandaşları, savunucuları ve devlet görevlileri olarak kritik roller üstlenmiştir.  

Sonuç 

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Kıbrıs’ta kurulan mülteci kampları, Holokost’tan sağ kurtulan Yahudi göçmenlerin İngiltere’nin maharetiyle tel örgülerle çevrili ortamlarda bir kez daha alıkonulmasını zorunlu kılarak, kapsamlı bir katastrofik durum meydana getirmiştir. Bu koşullar, Siyonist hareketin söylemsel stratejisi açısından son derece etkili bir propaganda aracına dönüşmüştür. 

Söz konusu Kıbrıs mülteci kampları, İsrail Devleti’nin kuruluş sürecinde ikili bir stratejik rol üstlenmiştir: Bir yandan, göçmen akışını Filistin coğrafyasına ulaşmaktan men eden somut ve idari bir kısıtlayıcı mekanizma işlevi görürken; diğer yandan, bu engeli uluslararası düzeyde aşmaya yönelik sempati ve meşruiyet inşasında kullanılan siyasi bir enstrüman olarak konumlandırılmıştır. 

Yorum Analiz Haberleri

Aile, kadın ve cinsiyeti hedef alan tüm girişimler terördür!
ABD ve İsrail’in Suriye hesaplarında farklı görünen ortaklık
Papa ve zorunlu değerler ittifakı arayışı
Almanya'da koalisyon krizleri, ekonomik sorunlar ve AfD'nin yükselişi
Avrupa geçmişiyle hesaplaşabilecek mi?