Kemalizm Acilen Tasfiye Edilmelidir

MUSTAFA SİEL

Cephede Kazanılan Bir Savaşı Masada Bir Kez Daha Kaybetmemeli

15 Temmuz gerçek bir halk devrimi olduğuna göre, devrimi gerçekleştiren muhafazakar halk kitlesinin iradesi (kalan kesimi ezmemek, dışlamamak ve ötekileştirmemek kaydıyla) geçerli olmalıdır. Aksi halde devrim tamamlanmamış, devrimi yapan halk kesiminin fedakârlık ve çabalarının hakkı verilmemiş olur. Tamamlanmamış her devrim, bir karşı devrime, en azından yozlaşmaya ve bir şekilde eski hale avdete mahkûmdur.

Halkımız 15 Temmuz gecesi ve takip eden 1 ay boyunca üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmiş ve halen teyakkuzda ve tetikte durarak yapmaya devam etmektedir. Artık ağırlıklı görev bizler ile Erdoğan ve hükümete düşmektedir.

Bizlerin yapması gerekenlerin neler olduğu konusunda geçen yazılarımda görüşlerimi dile getirmiştim ve bu konuya ileride zaman zaman değinmeyi düşünüyorum. Bu konunun aciliyetle gündemimize alınıp, enine boyuna müzakere edilmesi elzemdir.

15 Temmuz Sonrası Her Biri Birer Devrim Niteliğinde İcraatlar Olumlu Fakat

Devrimin yarım bırakılmayıp tamamlanmasında can alıcı ve vurucu görev iktidara düşmekte olup, zaten halkın % 70-75 gibi ezici bir kısmının iradesinin vekaletini ve fiili desteği alan Erdoğan ve hükümet, en öncelikli ve acil tehdit olan Fetöden kaynaklanan tehditi tamamen ortadan kaldırmak için, devletin hemen her kurumunda ciddi bir arındırma ve yenilenme sürecine girmiş bulunuyor.

Yine sadece Fetöcü değil, Kemalist yada başka ideoloji kaynaklı her türlü darbe teşebbüsünün bataklığını kurutmak ve darbe teşebbüslerinde devletin felç olmasını önlemek için askeriye ile ilgili her biri birer devrim niteliğinde olan icraatlar göz kamaştırıcı mahiyette.

Bu alanlarda şu ana kadar yapılanlar ve yapılması düşünülenler ile ilgili olarak, kurunun yanında yaşın da yanmaması ve masumların mağdur edilmemesi, Ergenekon ve Balyoz yargı sürecine benzer mağduriyetlerin yaşatılmaması konusunda hassasiyet gösterilmesini hatırlatmak dışında bir diyeceğim yok. Nitekim Özgür-Der bu konuda bir basın açıklaması yaparak, konunun önemine vurgu yapmıştır.

Ancak tehlikenin henüz geçmediği ve uzun bir süre geçmeyeceği, Fetönün darbe girişimin bastırılmasından hemen sonra hızla ve bütün şiddetiyle sahaya sürülen PKK’nın yaptığı saldırılardan da anlaşılmakta olup, sürekli teyakkuz halinde olunması, yani korkulu düş görmektense uyanık kalınması gerektiği aşikardır.

Hizmetçi Olmamak İçin Hizmete Damgasını Vurmak Gerek

Devrimin gereği yapılması gerekenler sadece Fetönün tasfiyesi ve Askeri alandaki devrim niteliğindeki değişiklerden ibaret olmayıp, Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği üzere, devletin sıfırdan inşaası gerekmektedir.

Sıfırdan inşaa ile ilgili olarak bu güne kadar yapılanların yanında, henüz söz konusu bile edilmeyen, aşağıda ortaya koymaya çalışacağım hususlarında mutlaka yapılması gerektiği kanaatindeyim.

Bu hususlar sadece halkın iradesinin tecellisi için değil, bir daha darbe yaşanmaması ve halkın iradesine ipotek konulmaması için elzem olan hususlardandır kanaatimce.

Ayasofya açılmalı

Darbe teşebbüsü muhafazakar halk kesimi tarafından, İslami gaye ve dinamiklerle bastırılmış ve bir halk devrimi yapılmış olup, bu devrimi gerçekleştiren halk kitlelerinin en önemli yaralarından biri olan Ayasofya hemen cami olarak açılarak bu yara kapatılmalı ve darbe girişimi ile ciddi bir travma yaşamış olan halka moral motivasyon sağlanmalıdır. Bu icraat halk devrimini taçlandıracak, halkın biz bu devrimi niye yaptık, bu şehitleri niye verdik gibi yakınmalara ve hüsrana düşmesini engelleyecektir.

Ayasofya’nın müze haline getirilmesi, batının Türkiye üzerindeki dolaylı hegemonyasının ve İslam’ın bu topraklardan silinmesi sürecinin startının verilmesinin yerli işbirlikçilerle tasdiki anlamına gelip, en az ezanın Türkçeleştirilmesi kadar vahim bir karardı.

Bu gün Ayasofya’yı cami olarak açmak, 1950’de ezanın tekrar Arapça olarak okunması kadar önemli ve tarihi dönüm noktası olan bir icraat, bir karşı hamle olacaktır. Zira Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi, nasıl ki batıcı mankurtların batıya gönüllü köleliklerinin ve halka batı adına kahyalıklarının – vesayetlerinin, batının Türkiye halkı üzerindeki dolaylı hegemonyasının sembolik bir ifadesi idi ise, cami olarak yeniden açılması da, halkın bu hegemonyayı kırdığının sembolik bir ifadesi olacaktır.

Kemalizm Ve Laiklik Anayasa, Yasalar Ve Tüm Mevzuattan Acilen Çıkarılmalı

Türkiye’deki 100 yıllık askeri vesayet ve kesintisiz darbe sürecinin kılıfı ve referansı, temeli laiklik ve sekülerizm olan batı öykünmecisi ve mankurt karakterli Kemalizm ideolojisi olup, bu referanslar ortadan kaldırılmadığı sürece sivil ve askeri darbe süreci daima beslenecek ve kendine mazeret oluşturacaktır.  (Tıpkı 15 Temmuz darbecilerinin takiyyeten de olsa Kemalist ve laik söylemleri mazeret göstermeleri ve pek çok laikçi Kemalist subayın darbe teşebbüsüne iştiraki gibi).

Bu nedenle laiklik ve Kemalizm anayasadan çıkarılmalı, devletin resmi ideolojisi olmamalıdır. Resmi ideoloji ve açılımı olan tüm mevzuat sadece anayasadan değil, tüm kanun, kararname vs. mevzuat, ders içeriklerinden çıkarılmalıdır. Bunun devamı olarak resmi ideolojiye ait resim, heykel ve semboller tüm kamusal alanlardan kaldırılmalı, bunlara ve Anıtkabir’e tazime yönelik tüm resmi törenler tamamen iptal edilmelidir.

Siyasi partiler ve memurlara yönelik kanunlarda gerekli değişiklikler yapılarak, yemin metninden Kemalizm ve laiklik vurgusu çıkarılmalı, Kemalizm dâhil tüm ideolojilerin özgürce parti politika ve ideolojilerini savunabilecekleri düzenlemeler getirilmelidir.

Yine Kemalizm doğmasının korunmasının en önemli aracı olan Atatürkü Koruma Kanunu kaldırılarak, kimse bu doğmayı kutsamaya zorlanmamalı, M.Kemal’de tarihteki diğer devlet adamları gibi serbestçe eleştirilebilmelidir.

Laiklik Ve Kemalizm Ders Kitaplarından Ve Müfredattan Çıkarılmalıdır

Anayasal değişiklik hızlı yapılamasa bile, kanun, kararname, heykel ve semboller ile törenlerin acilen değiştirilmesi mümkün ve elzemdir. Zira şu anda iktidarın elindeki yetkiler bunları yapmaya yeterli olduğu gibi, mevcut devrim atmosferi soğuduktan sonra bu alanda da atım atmak zor olacaktır ve her geçen gün atmosfer namüsait hale gelmektedir. Eğer bu kanuni ve sembolik değişiklikler yapılırsa, anayasadaki ifadeler resmiyette kaldırılamasa bile kadük kalacağından, değiştirilmese bile çok önemi kalmayacaktır.

Değiştirilmesi kanun gerektirmeyen ders içerikleri, ders kitapları ve okullardaki her türlü büst, görsel ve törenler konusu yeni ders yılı başlamadan hemen halledilmeli, yeni ders yılına yepyeni bir müfredat ve ders materyali ile başlanmalı, bunu yapmak için vakit yetersizse okulların açılması ertelenmelidir.

Halen her mezhep, ideoloji vs.nin kendini rahatça ifade edebildiği ve yaşayabildiği bu memlekette, bu memleketin gerçek sahibi olan ve rüşdünü 15 Temmuz devrimiyle ispat eden muhafazakar – müteddeyyin halk kesimi de bu haklara aynen sahip olmalıdır ki, 15 Temmuz devrimini gerçekleştiren halkımızın 100 yıldır içinde beslediği ve büyüttüğü en öncelikli ve önemli talebi budur. Nasıl ki kominizim iflas etmiş olmasın rağmen bu memlekette hala komünistler ve Komünist Parti varsa, Kemalistler de Kemalist Parti olabilir, ama kimse Kemalizm’e zorlanmamalıdır artık.

Halkımız Kula Kulluğa Zorlanmaktan Tamamen Kurtarılmalı

Erdoğan’ında sık sık ifade ettiği gibi, halkımız Fetöye, yani kula kul olmamak için bu darbeye karşı koymuştur ve hamd olsun olmamıştır da. Lakin halkımızın mankurt Kemalist elit ve idarecilerce, 100 yıldır Mustafa Kemal’e kul haline getirilmeye çalışıldığı, bu kulluk halkımızın muhafazakar kesimince içselleştirilmemesine rağmen, çeşitli törenler, yeminler, anayasa ve yasalar, mahkemeler vs. yönüyle zoraki olarak gerçekleştirilmeye çalışıldığı açık bir vakıadır.

Tamam Fetöye kulluk kötü ve olmadık ama, hala M.Kemal’e ve sembollerine kulluk anlamına gelen sembol ve törenlere ne demeli? Nitekim 15 Temmuzun hemen akabinde gerçekleşen YAŞ toplantısından önce Başbakan ve Kurul üyelerinin Anıtkabir’e giderek tazimde bulunması, halk devriminin ruhuyla bağdaşmayan bir durumdu. Bu tür ritüeller bundan sonrada devam edecek, bazılarınca ümmetin tek ümidi ve tabi önderi olarak tavsif edilen Erdoğan dahi bu tür ritüellere katılacaksa, o zaman Fetöyü kulluktan kurtulduk demenin ne manası kalmaktadır?

Halen AK Parti Genel Merkezine asılı bulunan M.Kemal Posteri ile 7 Temmuz Yenikapı mitinginde Kılıçdaroğlu’nun Atatürk Posteri dayatmasına boyun eğilmesi de, 15 Temmuz devrimimin ihlali anlamına gelmektedir. Öncelikle tüm AK Partililerin idrak etmesi gereken bir gerçek var ortada, halkımız sadece Allah’a kul olmak istiyor, ne Fetöye, ne M.Kemal’e ve nede başka bir faniye değil!

Kemalizmin Tüm Sembolleri Günlük Hayattan Tamamen Çıkarılmalıdır

Muhafazakar halk kesimi diğer kesimi kendi inancına ve yaşantısına zorlamak istemiyor. Bu konuda öncelikli adım olarak Anıtkabir müze haline getirilmeli, gerekirse yönetimi Kemalistlerden oluşan bir vakfa verilmeli, isteyen ve arzu edenler dilediği kadar oraya gidip ziyaretini, tazimini vs. yapabilmeli; lakin bu tür ritüeller resmi zevata ve halka kesinlikle dayatılmamalı, bir devlet protokolü olmaktan çıkarılmalıdır.

Bilahare M.Kemal’e ait kamusal alanlarda ve resmi dairelerde bulunan bütün heykel, büst, resim vs. kaldırılmalı ve bunların huzurunda tören yapılması uygulamasından vaz geçilmelidir. İsteyen laik yada Kemalist olabilir, evinde ve işyerinde bu görsel ve büstlerden bulundurabilir, istediği gibi tören yapıp tazimde bulunabilir, laikliği ve Kemalizmi istediği gibi savunabilir, ama bunları kimseye dayatamaz!

Bayrak Ve İstiklal Marşı Kemalizmin Sembolü Olmaktan Çıkarılmalı

Her devletin ve halkın kendisini temsil eden bayrağı ve marşı olması normal bir durumdur. Lakin bunların kutsanması ve bir idelojinin sembolü sayılması İslami kaidelere göre kabul edilemez. Bizim bayrağa ve İstiklal Marşına değil, bunların İslam düşmanı Kemalist rejimin sembolü kılınmasına ve kutsallaştırılmasına itirazımız vardır.

Bu nedenle bayrak ve İstiklal Marşındaki 1920’de Türküyle - Kürdüyle tüm halkın kurucu iradesinin benimsediği İslami ve ümmetçi irade, içerik ve semboller ön plana çıkartılarak, halkın, vatanın, devletin ve ümmetin İslami kimliğinin ve birliğinin sembolü olarak, sadece resmi devlet törenleri ile değil, halkın bizzat kendisinin sahiplenmesi sağlanmalı ve tüm İslam ümmetinin ortak değeri haline getirilmesi için çaba gösterilmelidir.

Bu amaçla bayrak ve İstiklal Marşı törenlerinin M.Kemal heykelleri önünde ve bir ibadeti andıran saygı duruşu eşliğinde yapılması uygulaması acilen ve mutlaka iptal edilmeli, İstiklal Marşı halkın gönüllü olarak, saygı duruşu gibi ibadet unsuru taşıyan bir ritüel halinde olmaksızın, kendi arzusuyla söylediği ve dinlediği bir marş haline getirilmelidir.

İstiklal Marşı Türklere Değil, Tüm Halkımıza Ve Ümmete Ait Olmalı

Bunu sağlamak için öncelikle resmi mevzuatta bayrak ve İstiklal Marşı, Kemalizmin (resmi ideolojinin) değil, 1920’lerdeki Kurtuluş İradesini ortaya koyan halkın benimsediği gibi, her ırktan ve kavimden tüm Türkiye halkının ve Ümmetin iradesinin ve özgürlüğünün sembolleri olarak, kutsallık atfedilmeksizin yeniden tanımlanmalıdır.

İstiklal marşının kahraman ırkıma ibaresi, kahraman halkıma olarak değiştirilip, beste ve güftesi içeriğine uygun olarak yeniden düzenlenmeli, bayrak ve İstiklal marşı törenleri öncesi yapılan saygı duruşu ile okunması esnasında saygı duruşu uygulamalarından vaz geçilmelidir.

15 Temmuzu Türklerce ve Türklük için yapılmadı. Türkiye’deki Kürtler dahil her ırktan ve kavimden kitlelerce, İslami ve Ümmetçi iradelerinin tahakkuku için yapıldı. Bu nedenle 15 Mart sonrası tekrar tavan yapan Türklük vurgusundan ve Milliyetçi söylemlerden hemen vaz geçilip, Türkiyelilik ve Ümmet vurgusu öne çıkarılmalıdır.

Bayrak ve İstiklal Marşı tıpkı 1920’lerde olduğu gibi sadece Türklerin değil, Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle tüm Türkiye halkının ve Ümmetin sembolü haline getirilmeli, Türklük ve vatan vurgusu terkedilip, Türkiyelilik ve Ümmet vurgusu ön plana çıkartılmalıdır.

Ordu Mensupları Mustafa Kemalin Değil, Halkın Askerleri Olmalı

Ordu bu güne değin halkın değil, batının taşeronu Kemalist rejimin halka karşı konumlandırılmış rejim ordusu idi ve geldiği noktada içler acısı durumu ortadadır. Bir kısmı darbe yapmaya yeltenmiş, diğer kısmı ise ona engel olmak için elini bile kaldıramamış, orduyu yine halk kurtarmıştır.

İçi boş kahramanlık söylemlerinin boşluğu, 15 Temmuz gecesi ortaya çıktı, yiğit er meydanında belli oldu. Gerçek yiğitlerin gerek halk içinde ve gerekse polis ve ordu içindeki mütedeyyin kişilerden çıktığı ayan beyan ortaya çıktı o gece. Bol yıldızlı üniformalar içinde aslan gibi kükreyenlerin, bu direniş karşısında nasıl süt dökmüş kedilere döndüğü de, basına yansıyan görüntülerden bile rahatça anlaşıldı. Kağıttan kaplanlar yırtıldı, arkasından gerçek kaplanlar çıktı.

Ordu’da Darbeci Zihniyette Er Bile Barındırılmamalı

15 Temmuzda, iradesini Fetö ve Kemalist vesayet için gasbetmeye yeltenen ordu mensupları halkımızca alaşağı edilip zelil hale getirilmiş, bu girişime karşı çıkan ve halkın iradesine boyun eğdiğini ve bu iradenin emrinde olduğunu deklare eden Genelkurmay Başkanı ise Yenikapı mitinginde alkışlanmak suretiyle, orduya çok ince bir mesaj verilmiştir halkımızca. 

Ordu mensupları bu mesajı iyi almalı, ordu halkın ordusu, askerler halkın askerleri olmalı; ordu rejim ordusu olmaktan, askerlerde Mustafa Kemal’in askerleri olmaktan vaz geçmeli ve vaz geçirilmeli, vazgeçmemekte direnenler süratle tasfiye edilmelidirler.

Şu süreçte bu yönde alınan kararlar ve uygulamalar çok olumlu olmakla, beraber yeterli değildir. Bu husus anayasa, yasalar ve mevzuatta açıkça tanımlanmalı, askeri eğitimin her kademesindeki ders içerikleri ve eğitim buna göre şekillendirilmeli, ordu bu esasa göre yeni baştan dizayn ve inşaa edilmeli, ancak bu esasları sindirdiğini pratik olarak ortaya koyan ordu mensupları üst rütbelere terfi ettirilmelidir.

Değil Kemalizm yada Fetö adına, velev ki İslamcılık adına bile olsa; değil darbe yapmayı savunmak, darbeci güdüler ve gizli ajandaları olan hiçbir kimse orduda er olarak bile olarak kalmamalıdır.

Eğer Ordu Peygamber Ocağı İse…

Ordunun peygamber ocağı olduğu şeklindeki söylem bize değil, bizzat mevcut Genelkurmay başkanına aittir. Eğer bu iddia samimi ise, bu durumda gereği yerine getirilmeli, ordu gerçekten peygamber ocağı olmalıdır.

Düne kadar başörtülü olarak ordu kurumlarına girilemeyen, halen her düzeydeki çalışanı başörtülü olarak çalışamayan bir kurum hangi peygamberin ocağıdır anlamak mümkün değildir. Bu konuda yeni yapılan ve çok çok geç kalan askeri alanlara başörtülü girilebilmesi serbestisi olumlu ise de, yeterli değildir. Acilen her düzeydeki sivil veya üniformalı tüm ordu mensuplarına başörtülü çalışabilme izni de verilmelidir.

Ordu eğer peygamber ocağı olduğu yönündeki iddiasında samimi ise, bunu ispatlamasının yolu, ordunun Peygamberimizin getirdiği Kur’anı ve onun gerçek sünnetini, her mensubuna ve kurumsal kimliğine içselleştirmesi ile olur. Eğer bu yapılmayacaksa, bu tür gayri samimi argümanlar kullanılmamalıdır.