Kellim kellim la yenfa’

“Mayısta CHP yenilenecek”miş... Sayın Baykal öyle diyor...

Milliyet Gazetesi de bunu başlığına çekiyor...
Peki bu iş nasıl olacak? CHP “Halka rağmen halk için” saçmalığından vazgeçip halkla buluşmaya mı gidecek?
Geçmişiyle yüzleşip bir rota düzeltmesi mi yapacak?
Yenilik budur! Yoksa tüzük değiştirmek, yönetim değiştirmek, hatta genel başkan değiştirmek, CHP’yi yenilemez...
Zaten bunları çok gördük. Sayamadığım kadar çok kurultayda, hatırlayamadığım kadar tüzük değişikliği, kadro değişikliği yaptılar...
Ancak “CHP hep o bildik CHP” olarak kaldı.
Zihniyet değişmedi. CHP’nin zihniyet değişikliğine muhtaç olduğunu CHP yönetimi görmek istemiyor.
Biliyorsunuz, bidayette bu parti, devletle özdeşti. Formül, “Parti eşittir devlet” formülüydü. Monarşilerin egemen olduğu bir dünyada bu formül bir yere kadar makul da görülebilirdi. Ancak o günden bugüne köprülerin altından çok sular aktı. Dünya değişti, Türkiye değişti, siyaset değişti, milletler değişti...
CHP değişen dünyayı algılayamadı, kavrayamadı, bu yüzden de yerinde saydı...
Tabiatıyla halkın teveccühüne mazhar olamadı! İktidarsızlığa mahküm edildi. CHP bu mahkümiyetin sebeplerini aramalıdır. Ama hâlâ “kellim kellim la yenfa’!”
“Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur” hesabı...
Hâlâ Ergenekon avukatlığı, militarist söylemler, halkın özlemleriyle dalga geçmeler, vaktiyle Dersim’de sergilenen devlet dehşetini sahiplenmeler, milletin kılığı-kıyafetiyle uğraşmalar, “Türkçe ezan” hasretini dillendirenlerle kol kola girmeler...
CHP Genel Başkanı ile sözcülerinin başörtüsüne yaklaşımlarını hepiniz biliyorsunuz. Bu konu ne zaman açılsa, “Din mi değişti, yeni bir peygamber mi geldi?” şeklinde reddedici bir tavır ortaya koyuyorlar. Pek tabii din değişmedi, yeni bir peygamber de gelmedi. “Tesettür” yeni bir “alışkanlık” değil, Ahirzaman Peygamberi’ne gelmiş vahyin gereğidir! Bazı Müslüman kadınlar, Kur’an’ın hükümleri sonsuza kadar geçerli olduğu için, başlarını örtüyor.
Bazıları buna inanmayabilir... Bazıları inandıkları halde örtünmeyebilirler... Bu tamamıyla kendi bilecekleri bir iştir. Kimse kimseye kıyafet dayatmazsa yan yana kıyamete kadar barış ve sevgi içinde yaşar gideriz.

“Örtünme”yi, “geleneksel örtünme” ve “irticai örtünme” diye sınıflandırmak, en hafif tabiriyle söyleyeyim samimiyetsizliktir. Bırakınız da ne türden örtüneceğine örtünecekler karar versin. Bu konu siyasi partilerin, medyanın, askerlerin konusu değil, olsa olsa modacıların konusudur!
Yenilenmek istiyorsa, CHP bu tür söylemlerini gözden geçirmeli, yönetimine talip olduğu milleti biraz olsun tanımaya çalışmalıdır. Çünkü CHP’yi iktidarsızlığa mahküm eden konu budur. Halkı “dizayn” etme, olmazsa “halkla hesaplaşma” tutkusudur. Bu tutkusu yüzünden CHP halktan iyice kopmuş, daha da beteri, darbecilerle iç içe sokmuştur.
27 Mayıs darbesine ilişkin “Ne içinde, ne dışında” tutumu bir yana, bugünkü darbe planlayıcılarının “avukat”ı durumuna getirmiştir. Bu görüntüsüyle CHP miadını doldurmuş, “son kullanma tarihi” geçmiş izlenimini pekiştirmektedir.
CHP gerçekten “yenilenme” peşindeyse, halkın değer ölçüleriyle ve kutsallarıyla savaşmaktan vazgeçmelidir...
Zaten geçmişinde Kur’an kurslarının, imam-hatiplerin ve Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklanması, camilerin satılması, din adamlarının asılması gibi uygulamalar var...
O dönem öyle bir dönemdir ki, genel mânâda dinden kopuştan cesaretlenenler, Sultan Ahmed Camii’nin Resim-Heykel Müzesi’ne dönüştürülmesini, camilere sıra konmasını, musiki eşliğinde oturularak ibadet edilmesini dahi teklif edebilmişlerdir.

Yıl 1928... O tarihte henüz açık olan İlahiyat Fakültesi’nin (fakülte 932’de kapatılacaktır) bazı hocalarına “Dinde Reform Projesi” hazırlatılıyor. Onlar da bir proje hazırlıyorlar. Buna göre; “...Din içtimaî (sosyal) bir müessesedir. Diğer içtimaî müesseseler gibi hayatın zaruretlerine katlanmak, tekâmülün seyrini kovalamak mecburiyetindedir.” (Yani, dini kurallar hayatın değişmesiyle değişmelidir)
“Ne tür bir değişim?” diye sorarsanız, camilerden başlatıldığına göre, “son derece derin bir değişim” arzulanıyor...
“Mâbedlerimiz temiz, muntazam, ziyaret ve oturmaya (diz çökmek kalkıyor) uygun bir hale getirilmelidir. Mâbedlerde sıralar, elbiselikler tesis edilmeli ve temiz ayakkabılarla (camie girişte, kiliseye girişte olduğu gibi, ayakkabı çıkarılmıyor) mâbedlere girilmesi tercih edilmelidir. Bu dini ıslâhatın (reformun) ibadete ait olan sıhhî şartıdır...
“İbadet lisanı Türkçe olmalıdır. Ayetlerin, duaların, hutbelerin Türkçe şekilleri kullanılmalıdır.
“Mâbedlere mûsîki âletlerinin kabulü dahi lâzım gelir. Mâbedlere ilâhî mahiyetinde asrî ve enstrümantal (aletli) mûsîkiye ihtiyaç vardır.” (Ayrıntı isteyen O. Nuri Ergin’in “Türkiye Maarif Tarihi” isimli eserinin beşinci cildinin 1639-40-41. sayfalarına bakabilirler).
Şimdi de gelin bu “dinde reform”un gerekçesine bakalım: “Dini hayat da, ahlâkî ve iktisadî hayat gibi, ancak ilmî düşünceler ve ilmî usullerle ahenkli bir surette özel ve şahsî feyzini verebilir.”
Kastettiği mânâ açısından bu cümleyi, “din devrimlerin emrinde olmalıdır” şeklinde tercüme etmek mümkündür (Diyanet de bu amaçla kurulmamış mıydı)? Dini nass’ları (değişmezleri) istedikleri gibi eğip büküp hatta değiştirirken, “devletçilik” dahil, “devrim yasaları”nın “değişmez”liğini her fırsatta vurgulayanların da amacı aynıdır: Dini devletin, devleti bürokrasinin ellerine vermek...
Koparılan kızılca kıyametin özünde ise, halktan alamadıkları yönetim imtiyazını halkın elinden alma çabası yatıyor.
“Bu çağda mı?” diye sormayın, bazıları bu çağı değil, maalesef hâlâ orta çağı yaşıyor!

Halk, aynı zihniyet bugün iktidara gelirse, ezan tekrar Türkçeleştirilir, Türkçe ibadet zorunluluğu getirilir, hac, dini nikâh bir bahane ile yine yasaklanır; imam-hatiplerle İlahiyat Fakülteleri kapatılır, camiler yıkılmaya terk edilir, dini yayınlar sınırlandırılır, “dinde reform” sendromu tekrar hortlar diye korkuyor...
CHP’nin iktidar alternatifine dönüşmesi için, bu konularda halka güven vermesi gerekiyor.

VAKİT