Kazanırken kaybetmek

MUHLİS KILIÇ

İki arkadaş konuşuyor:

—Geçenlerde rüyamda gram altının fiyatının âdeta uçtuğunu gördüm.

—Hayırdır, rüyada göreceğin başka şey mi kalmadı?

—Sorma, geçenlerde gramı bayağı yüksek fiyattan altın aldım. Sonra altınla yatıp, onunla kalkmaya başladım. Öyle ki rüyalarıma bile giriyor artık.

—Elindeki altınları sat.

—Olur mu abi? Altın fiyatları çok düştü, aldığım altınları şimdi satarsam zararım olur.

—Şimdi satarsan kârdasın, satmadığın her gün zararın artar.

—Hayırdır abi altın fiyatları daha da mı düşecek?

...

Bu diyalog şöyle dursun. Bir de üniversite kantininde oturan iki memur arasında geçen şöyle bir diyaloğumuz var.

—İki kuruş arttı, sat.

—Üç kuruş azaldı, al.

—Sat.

—Al.

...

Böyle devam ediyor bu diyalog.

Altın, Gümüş, Dolar, Euro, Borsa...

İnsanların büyük bir kısmı, yukarıda saydıklarımın piyasasını takip ederek geçiriyor günlerini. Yatırım amaçlı işlermiş, öyle diyorlar. Amaç paradan, para kazanmak. Paran değer kaybetmediği gibi değerleniyor. Kulağa çok hoş geliyor değil mi?  Keşke mesele bu kadar basit olsaydı. Sayıları ne kadar az olsa da, bu işlerle uğraşıp paradan para kazananlar vardır elbette. Ancak meselenin bir diğer boyutu da var, kazanırken kaybetmek.

İnsanın yaratılış gayesi, Allah’a kulluk etmektir. İnsan hayatını idame ettirirken dilerse yüzünü, dilerse de sırtını Allah’a döner. Yüzünü Allah’a  dönen kimsenin hayatının merkezinde Allah vardır. O, yaptıklarını, Allah’a hesap vereceğinin bilinciyle yapar. Malının ve çocuklarının kendisini Allah’ı anmaktan alıkoymaması gerektiğini bilir. Sırtını Allah’a dönen kimse ise, kalbini dünya muhabbetiyle işgal eder ve kalbi Allah’ın zikir ve muhabbetinden habersiz hale gelir. Kalp, dünya muhabbetiyle işgal edilince de gündem değişir. Araba olur, ev olur, altın olur, gümüş olur vs. Allah, Kur’an, Peygamber, Ahiret konuları konuşulmamaya başlanır, hatta unutulur.

Öyle değil mi? Günde bilmem kaç yüz kere sayfa yenileyip piyasanın nasıllığına bakan kimsenin kalbi, Allah’ı nasıl hatırlayacak? Evden, arabadan, altından başka gündemi olmayan kimse, kıldığı namazdan nasıl tat alacak? Hüşu dediğimiz şey uğrayacak mı onun limanlarına?

Resulullah (a.s) bir hadislerinde şöyle buyuruyor.

‘’Bir kimse uykudan uyanır uyanmaz her şeyden önce dünyayı düşünürse; Allah-u Teâlâ onun işini perişan edip rahatını söküp alır.’’1

Uykudan uyandığında her şeyden önce dünyayı düşünen kimsenin derdi çok olur. ‘’Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur’’ demiş Yunus Emre. Bu kimse koşar, yorulur ama bu yorulmasının ona bir faydası olmaz, çünkü Allah böyle kimselerin rahatını söküp almıştır. Zihinleri hep karışıktır. Yoğun olurlar bu kimseler. Yoğunlukları üçüncü vadi dolusu malı elde etmeye çalışmalarından kaynaklanır.

 “Ademoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü ister. Ademoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Şu kadar var ki Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.”2

‘’Gözünü toprak doyursun’’ diye bir deyim var. Bu deyim, ne kadar çok şeye sahip olursa olsun, sahip olduklarıyla yetinmeyenler için söylenir. Hadiste de belirtildiği üzere insanların büyük kısmı sahip olduklarını arttırma telaşı içerisinde ömürlerini geçirirler. Oysa malı arttırmaya çalışmak veya biriktirmek, dibi olmayan bir kuyudan taş çıkarmaya benzer. Aslında sonu olmayan bir debelenme. Bu biriktirme veya arttırma sahibininin sırtında ağır bir yük misali durur. Sahip olduğunu düşünen kimse bilmiyor ki bu malı sırtından indirdiğinde rahatlayacak. Çünkü o biriktirme hastalığının pençesine düşmüş ve bu hastalıktan bir türlü kurtulamamaktadır. Tövbe etmeye fırsatı varken o, başka işlerin peşinde koşar, durur.

Peygamber (a.s) bir hadislerinde şöyler buyuruyor. ‘’Ey Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını yetecek kadar ver.’’3 Yetecek kadar, fazla değil. Bu dünyanın geçiciliğini ve müminin ahiret merkezli bir hayat yaşaması gerektiğini hatırlatan güzel bir dua. ‘Yetecek kadar rızık’ ihtiyacı kadar mal demek. İnsanın ihtiyaçlarını giderecek kadar mal ona yetse de ‘ihtiyaç’ kavramına yüklenen anlamların farklı olması bu konuyu bulandırıyor. Modern dünya insana bir çok noktada ihtiyaçlar dayatıyor. İhtiyaçlar her geçen gün artıyor, artıyor ve artıyor. Böyle olunca aslında ‘’yetecek’’ olan rızık yetmemeye başlıyor ve sıkıntılar baş gösteriyor.

‘’Müslüman olup, kendisine yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın verdiğine kanaat eden kimse saadete ermiştir.’’4

Kendisine yeteceğinden fazla olan mal saadeti alır götürür. Para daha çok artsın diye alınan altın, gümüş, dolar saadet bırakmaz, dert getirir.

Bazen az mal, çok maldan daha hayırlı olabilir. Bu konuyla ilgili Salebe’nin örneği hepimizin aklında tutması gereken bir örnektir.

Salebe, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in huzuruna gelerek: “Ya Resulullah! Bana mal vermesi için Allah’a dua et’’ der.Resulullah (a.s)’dan “Ey Salebe, şükrü ödenen az mal, şükrünü ifa edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.” cevabını alır. Ancak Salebe ısrarla bu isteğini tekrarlar: “Ya Rasulullah! Seni hak peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, bana bol mal verilirse, her hak sahibine hakkını vereceğim.” diyerek söz de verir.

Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v) Salabe için dua eder. Salabe önce bir koyun edinir. Sonra hayvanları süratle çoğalarak bir sürü meydana gelir. Hayvan sürüsüne Medine dar gelmeye başlayınca civardaki yakın bir vadiye taşınır. Nihayet sürüler vadiye de sığamaz hale gelir.

Salebe önceleri beş vakit namazlarını Hz. Peygamber Aleyhisselam’la beraber cemaatle kılarken, hayvanları çoğalınca sadece cumadan cumaya cemaate katılmaya başlar. Daha da çoğalınca artık cumalara da gelmez olur. Durumu fark eden Allah Resulü (s.a.v): “Salebe ne yaptı?” diye sorar. “Onun davar sürüsü vadiyi taştı, artık cemaate katılamıyor.” dediler. Resulullah Aleyhisselam üzülerek: “Vah yazık Salebe’ye, vah yazık!” diye buyurur.

Artan malın her zaman hayır getirmeyeceği ile ilgili güzel bir mesel. Resulullah (a.s)’ın Salabe’ye verdiği cevaptan anlıyoruz ki; önemli olan malın çokluğu değil, sahip olunan malın şükrünün eda edilip edilmediği durumudur. Çünkü malın çokluğu bazı hassasiyetlerin kaybedilmesine sebep olabiliyor.

Mümin zalimlere muhtaç olmamak, ailesinin geçimini sağlayabilmek için elbette çabalamalı, veren elin alan elden daha üstün olduğu bilinciyle yaşamalıdır. Zengin bir müminin Allah yolunda hayır işleme noktasında daha büyük fırsatlara sahip olacağını bilmeli ve Allah’ın çizdiği sınırların dışına çıkmadan bu duruma erişebilmenin yollarını elbette aramalıdır. Bununla beraber, meselenin fıkhi durumunu bir kenarda tutarak, döviz, altın, borsa işleriyle uğraşmak, değindiğimiz sebeplerden dolayı pek hayırlı bir iş olarak durmuyor. Bu işlerle uğraşıldığında kişinin yönünün ahiretten dünyaya dönmesi tehlikesi meydana gelir. Oysa mümin ahireti önceleyerek yaşamalı, dünyanın geçiciliğini unutmadan ve dünyanın nimetlerine aldanmadan Allah’ın istediği bir hayatı yaşamaya çalışmalıdır. Kendisini Allah’tan ve O’nun rızasından uzaklaştıracak şeylerden yüz çevirmesi, müminin sahip olması gereken bir tavırdır. Bilinmelidir ki, kişi Allah rızası için bir şeyden vazgeçtiğinde Allah o kişiye onun yerine daha iyisini verir. Allah’tan, O’nun rızasını kazanmaktan uzaklaştıran şey, mal, mülk, makam, bilinme arzusu vs. olabilir.

Hiç şüphesiz dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. ‘’Dünya hayatı gökten indirdiğimiz bir su misalidir ki, insanların ve hayvanların yediği yer bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Yeryüzü bu güzelliğe kavuşup süslendiğinde ve sahipleri bu güzellikleri kendi güçlerine bağladıklarında oraya, bir gece vakti yahut güpegündüz emrimiz ulaşır da onu -sanki dün de yokmuş gibi- kökünden biçilmiş hale getiririz. Düşünenler için âyetlerimizi işte böyle açıklıyoruz.’’5

Evet dünya malı hoştur, çekici kılınmıştır ama bilinirse Allah’ın katında olanlar daha hayırlıdır. ‘’Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, soylu atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük insanlara çekici kılındı. İşte bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.’’6

İnfak ruhunu diri tutup Allah yolunda mal harcamanın bahsettiğimiz sıkıntılara ilaç olacağı bilinmelidir. ‘’Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.’’7

Unutulmamalıdır ki, yapılacak en kazançlı yatırım ahirete yapılacak olan yatırımdır. Bu, hem bu dünya için böyledir hem de ahiret hayatı için böyledir.

Vesselam..

Dipnotlar:

1- Buhari

2- Buhari

3- Müslim

4- Müslim

5- Yunus 24

6- Â-li İmran 14

7- Âl-i İmran 92