Katledilen Türkler olunca görmezden mi geliyoruz?

RIDVAN KAYA

Muhacirlere yönelik şiddet eylemlerinin adalet ve vicdan sahibi kesimlerde meydana getirdiği tepkiler ırkçı çevreleri çok rahatsız etmişe benziyor. Buna bağlı olarak bu kesimler sürekli yaptıkları gibi birtakım demagojik söylemlerle meydana getirdikleri vahşi ortamı kamufle etme çabasına girişiyorlar.

Çok rahat yalan söyleyebilen, olguları ters yüz etmekten hiç çekinmeyen, düşman belledikleri hakkında fütursuzca iftira atmaktan çekinmeyen bir topluluk var karşımızda. Bu topluluk basit, sığ söylemlerle az düşünen, gelişmelerin arka planını araştırma ihtiyacı hissetmeyen toplum kesimlerini, bilhassa da gençleri etkileme, yönlendirme fırsatını ise hiç kaçırmıyor.

İşte son günlerde kimi ırkçı demagoglarca basit bir argüman, daha doğrusu bir itham ısrarla tedavüle sokuluyor. Suriyeli muhacirlere yönelik saldırıların yoğun biçimde gündemleştirilmesinden rahatsızlık duyan bu tipler ırkçılık ve Ümmet düşmanlığıyla mücadele edenlere yönelik olarak sanki bir çelişkilerini yakalamış gibi her defasında “Peki göçmenler tarafından katledilen Türkleri neden gündeme getirmediniz?” nakaratını seslendiriyorlar.

Zulme kılıf mı arıyorsunuz?

Burada çok fazla ayrıntıya girmeden bu ithamın temelsizliğini maddeler şeklinde ifade etmeye çalışacağız.

1-Öncelikle ırkçılık karşıtlarını işlerine gelmeyen cinayetleri görmezden gelmekle suçlayan bu zihniyet sahiplerinin şu çelişkilerine dikkat çekerek başlayalım ve soralım: “Peki siz hiç katledilen muhacirleri (elbette, cinayetleri meşrulaştırma çabalarınızı saymazsak) bir kere olsun gündeme getirdiniz mi? Bizleri çifte standartlı olmakla suçlayanlar düştüğünüz çelişkili halin farkında mısınız?

2-Bu söylem açıkça ırkçı şiddeti ve bu doğrultuda işlenen cinayetleri haklılaştırma çabasını yansıtıyor. Bunların tavrı ABD’de ırkçı şiddete maruz kalan Siyahilerin haklarını savunanlara yönelik Beyaz ırkçıların dillendirdiği “İyi de siz zencilerin ne kadar suç işlediğini, Beyazları nasıl taciz ettiklerini görmüyor musunuz?” söylemini andırıyor.

3-Göçmenler içinden de elbette suç işleyenler çıkıyor, kimse melek olduklarını falan da iddia etmiyor zaten. Ama göçmenlerin yerli vatandaşlara karşı işledikleri suçlarla, göçmenlere karşı işlenen suçlar aynı mahiyette suçlar değil. İlkinde adi suç olgusu mevcut, birtakım kriminal tipler değişik sebeplerle şiddete başvuruyor. Ama bizim gündemleştirdiğimiz göçmenlere yönelik şiddet eylemleri ise temelde politik karakterli suçlar. Ülkede estirilen muhacir düşmanı havanın cesaretlendirmesiyle, kolaylaştırmasıyla işlenmiş suçlar bunlar ve had safhada yaygınlaşma potansiyeline sahip. İkisi arasında net bir fark var.

4-Türkiye’de göçmenleri yerli vatandaşlara karşı kışkırtan bir söylem, ortam mevcut değil ama yerli vatandaşları göçmenlere karşı kışkırtma söylemi dolu dizgin sürüyor. Irkçı-faşist bir atmosfer muhacirleri sürekli biçimde hedef haline getiriyor. Ve inkar edilemez bir olgu olarak bu durum muhacirleri ırkçı nefret dalgasının kurbanı haline getiriyor.

5-Irkçılıkla mücadele edenleri suçlayanların anlayamadıkları hususlardan biri de şu ki zihinlerinde temelsiz bir mağduriyet algısı oluşturuyor ve saçma bir denge arayışına giriyorlar. Oysa her toplumda adalet, insanlık en zayıfların korunmasını önceler. Bugün muhacirler her türlü haksızlığa maruz kalabilen, gerek yasal düzeyde gerekse de sosyal hayatta sürekli engellerle karşılaşan ve üstelik de sosyal medya denilen linç zemininde ırkçı güruhların sürekli hedefinde olan son derece kırılgan bir topluluk.

Daha iyi anlaşılması için şu örneği verelim: Son dönemlerde kadınlara yönelik şiddet ve cinayet suçlarına sürekli biçimde dikkat çekiliyor. Peki, kadınların öldürdüğü erkekler de yok mu? Elbette var. Ama ilkine göre bu çok daha sınırlı. Burada durumu eşitlemekten ziyade, daha zayıf ve korumasız olanı sahiplenmek anlaşılabilir bir tutum.

Bir topluluğa mensup olmak değil, adil olmak ayrıcalıktır!

Netice itibariyle ırkçılık illetiyle zihinleri körelmiş olanların idrak etmekte zorlandıkları net bir hakikat var. Adalet insanın kendisinin ve yakınlarının hakkını savunmasını gerektirir elbette ama elzem olan, daha şerefli olan başkalarının, ötekinin hukukunu koruyabilmek, gerektiğinde en yakınlarına, mensubu olduğu topluluğa tavır alabilmektir. Ancak bunu yapabilenler insani erdemlere sahip olduklarını iddia edebilirler.

Ve zayıf düşürülmüş, ezilmiş, zulme ve haksızlığa maruz kalmış insanları sahiplenmek, korumaya çalışmak Müslüman olarak bizim görevimiz ve insanlık borcumuzdur. Rabbimizin izniyle bunu hep birlikte yapmaya devam edeceğiz.