Katar’ın Geleceği ve Körfez’in Akıbeti

KENAN ALPAY

Katar’ı rahatsızlık oluşturan birkaç hususta hizaya mı çekmek istiyorlar yoksa gerilimi askeri bir müdahaleye dönüştürüp yeni bir Katar profili mi üretmek istiyorlar? Gerek Amerika cephesinden gerekse Suudi Arabistan, BAE ve Mısır cephesinden gelen haberlere bakılırsa Katar’ın misyon ve idaresini yeni baştan kurgulamaya dönük çok boyutlu bir çökertme harekatı için anlaşılmış gibi bir hava esiyor.

İhvan-ı Müslimin ve Hamas’a verilen destek, İran’a karşı sergilenen ucu açık diplomatik ilişki biçimi gibi Suriye ve Irak’ta Türkiye’yle daha fazla ortak paydalar üzerinde hareket ediyor oluşu Katar’ın şeytanlaştırılması için fazlasıyla yetti. Dikkat çekici olan İran’ın Suriye ve Irak’ta hatta Yemen’de adeta askeri seferberlik ilan ederek yayılmacı siyasetine şimdiye kadar Batı’dan (ABD, AB ve NATO) ciddi hiç bir tepkinin yükselmemiş olmasıdır.

İran’la İlişkiler Suçmuş, Hayret!

Batı’nın son on beş yılda Irak’ta ve son altı yıldır Suriye’deki temel kaygısı İran değil Türkiye’ydi. İran’la bu alanda neredeyse ciddi hiç bir gerilim ve kriz yaşanmadığını söylesek abartmış olmayız. Ancak PKK-PYD’ye alan açılması için ağır silahlarla donatılması ve dengesiz bir diplomatik destek yığınağıyla Türkiye’nin yıpratılması ve bölgeden tecrit edilmesi için Amerika ve Avrupa’nın ne düzeyde seferber olduklarını hep birlikte gözlemleyebildik.

Elbette Obama yönetiminin Orta Doğu siyasetiyle taban taban zıt bir politika icra etmek Trump’ın vaadiydi. Ancak hali hazırda P5+1’le İran arasında imza edilen Nükleer Enerji Anlaşması yürürlükte. İlaveten görebildiğimiz kadarıyla İran’ın ne Suriye’deki askeri varlığı ve katliamlarına ilişkin ne de Irak’taki askeri varlığı ve icraatlarına dair uluslararası planda bir söz ve eylem zuhur etti. Bu durumda Katar’a yönelik İran’la oldukça zayıf ve etkisiz kimi ilişkiler üzerinden arttırılan baskıların anlam ve hedefi nedir? Katar’ın İran’la olan münasebeti bölgenin ne mevcut dengesini bozacak nitelikte ne de gelecek yakın bir zamanda yeni bir denge kurmaya aday niteliğinde. O halde bu İran bahsinde farklı veya şimdilik tespit edilemeyen başka hedefler tayin edilmiş olmalı.

Katar’a yönelik boğucu hamlenin muharrik gücü acaba çokça öne çıkarıldığı gibi Trump yönetimindeki Amerika mı yoksa kraliyet ailesi içindeki çekişme ve giderek baskın bir korkuya evrilen beka kaygısını bastırma telaşesindeki Suudi Arabistan mı? Elbette Trump’ın İslam ve Müslüman düşmanı ırkçı-yayılmacı çılgın karakterini de başında bulunduğu Amerikan devletinin kirli ve kanlı sicilini de unutmuyoruz. Üstüne bir de daha iki hafta önce Riyad ziyareti sırasında Suudi Arabistan yönetimiyle gerçekleştirdiği yüz milyarlarca dolarlık silah anlaşmasını da göz önünde tutuyoruz. Fakat bunların üzerine çıkan, çıkma ihtimali olan başka hesaplar da devrede sanki.

Amerika Körfez’de monarşilere muhtaç, Körfez’deki monarşiler de bekalarının teminatı için Amerika’ya muhtaçlar. Ancak her ikisi de özgün İslami hareketlerden kurtulmak, köklerini kazımak mümkün değilse bile onları etkisiz hale getirmek ortak paydasında buluşuyorlar. Katar hem stratejik değeri hem muazzam mevcut petrol ve doğal gaz kaynakları hem de bütün bir bölgeyi etkileyen haber, fikir ve eleştiri üretimiyle öncelikli tehdit konseptinde değerlendiriliyor. Haber, fikir ve eleştiri meselesi hafife alınmasın ilk iki husustan daha değerli ve etkili bir silahtır Katar için. Öyle olmasaydı Suudi Arabistan ve Mısır’la eş zamanlı olarak İsrail’in hedefinde de El Cezire olmazdı.

Verilen Sürenin Sonuna mı Gelindi?

Türkiye açısından ise Katar’a destek olmak ve fakat eş zamanlı olarak Suudi Arabistan’ın başını çektiği cepheyi makul ve sürdürülebilir bir çizgiye çekmek üzere devreye girmekten başka seçenek yok. Ne kadar etkili ve belirleyici olur bu destek ve arabuluculuk rolü? Abartmaya gerek yok ancak Türkiye’nin durduğu yer önce ahlaki ve hukuki açıdan sonra stratejik ve askeri açıdan değerlidir. Kaldı ki salınan korku ve panik havasına, ilan edilen yıkıcı hedeflere göre sonuç alınmasını engellemek için pozisyon almak ahlaki ve hukuki açıdan olduğu gibi stratejik ve askeri açıdan da hayati bir zarurettir.

Katar’a yönelik boğma ya da çökertme harekâtı Körfez’deki monarşilerin iyiden iyiye kuralsızlaşması kadar İran’ın daha müfrit bir mezhepçi saldırganlığa yöneltecektir. Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin de daha sıkı kuşatılmasını kolaylaştıran bir zaaf alanıdır. İran’ın panik hali saklanacak gibi değil. Katar bile bu kadar panik yapmış değil. Suriye, Irak ve Yemen’deki kiralık katil ve geçici işgal yönetimi rolünün sonuna dair işaretler güçlendi. Ağır askeri kayıplar, iktisadi alanda girilen krizler, eşikte bekleyen ambargonun sıkılaştırılması kararları İran’ı Türkiye’yle iyi komşuluk konusunda biraz olsun terbiye edeceğe benziyor.

Ancak Körfez’in bu duruma gelmesinde İran’ın son yıllarda giderek agresifleşen bölge politikaları belirleyici oldu. Askeri işgalini Mekke dışındaki diğer şehirleri füzelerle vurmaya kadar getiren İran, Amerika ve Avrupa’nın klasik müttefiki Suudi Arabistan’a tekrar sahip çıkma kararıyla apışıp kalmış bir görüntü arz ediyor. Yakın zamanda Suriye, Irak ve Yemen’de işlediği suçlara dair kimi bilgi, belge ve raporlar uluslararası kuruluşların, Savaş Suçları Mahkemesi’nin gündemine gelirse şaşırmayalım.

Katar kadar Türkiye de hedefte, Katar ve Türkiye’nin desteklediği İhvanı Müslimin, Hamas ve Suriye Direnişi de. Tuzak büyük, hile güçlü, düşman amansız. Ancak üzerimize farz olan Şeytan ve dostlarıyla savaşmakta kararlı olmaktır. Çünkü Şeytanın hilesi zayıftır.

Yeni Akit