Kaşgar tarihe veda ederken

ADEM ÖZKÖSE

Buhara, Semerkand ve Kaşgar... İslam medeniyetinin Türkistan coğrafyasındaki üç önemli şehri. Bir zamanlar medreseleriyle, ilim adamlarıyla, filozoflarıyla öne çıkan; mimarileriyle göz dolduran bu güzelim şehirlerin başına gelenler, şehir demenin aynı zamanda bir inanç, medeniyet ve yaşam biçimi olduğunu bilen her Müslüman için gerçekten acılarla dolu. Buhara ve Semerkand önce Moğollar sonra da Ruslar tarafından işgal edildi. Bunca talana, bunca acımasız saldırıya rağmen bugün bu iki şehri gezdiğinizde kendi kendinize, “Talan edilmiş halleri buysa acaba talan edilmemiş halleri nasıldı?” diye sormadan edemiyorsunuz. Talan edilmiş hallerinden geriye kalan medreseler, çarşı ve sokaklar bile Buhara ve Semerkand’a hayran olmanız için yetiyor.

Semerkand ve Buhara nasıl bir zamanlar Batı Türkistan’ın parlayan yıldızlarıysa Kaşgar da Doğu Türkistan’ın parlayan yıldızıydı. İpek Yolu’nun önemli duraklarından olan Buhara, Semerkand ve Kaşgar arasında hem ticari hem de ilmi anlamda büyük bir hareketlilik yaşanıyor, bu üç şehir Batı Türkistan’dan Doğu Türkistan’a doğru önemli bir hattı oluşturuyordu. Rus işgalinin sona ermesinin ardından Buhara ve Semerkand’daki talan da sona erdi. Fakat Doğu Türkistan’ı adeta bir açık hava hapishanesine çeviren, milyonlarca Müslüman Türkü kamplara dolduran işgalci Çin yönetimi kadim Kaşgar şehrini bugün bölge bölge, sokak sokak yıkıyor ve bir İslam şehri daha tarihe veda ediyor.  

İlk defa Kuteybe bin Müslim’in komutanlığındaki Müslüman orduların akınlarıyla İslam’la tanışmaya başlayan Kaşgar şehri, Karahanlıların İslam’a girmesiyle zaman içinde bir İslam şehrine dönüştü. Bir zamanlar Kaşgar’da öyle canlı bir ilmi gelenek vardı ki Selçukluların Nizami Medreseleri’nden önce Kaşgar Medreseleri bilinir, Türkistan’daki öğrenciler ilim öğrenmek için Kaşgar Medreseleri’ne devam ederlerdi. Kaşgar Medreseleri’nin Bağdat’daki Nizamiye Medreseleri’nden en önemli farkı ise Kaşgar’da akaid, tefsir, hadis gibi ilimlerin yanında astronomi, tıp, mantık, coğrafya gibi ilimlerin de okutulmasıdır. Sadece Kaşgarlı Mahmud veya Yusuf Has Hacip’e değil; İmadüddin Kaşgari, Hüseyin Fayzullah, Hüseyin Bin Halef gibi yüzlerce değerli ilim adamına ev sahipliği yapan bu medreseler ne yazık ki zamanla eski ruh ve işlevlerini kaybettiler.

Yakup Han Devleti’nden Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ne kadar Doğu Türkistan’ın siyasi geçmişine başkentlik yapan Kaşgar şehri dar sokakları, kerpiç avlulu evleriyle adeta bir masal diyarını anımsatıyor, İslam mimarisinin Türkistan coğrafyasındaki en önemli izdüşümlerinden birini temsil ediyordu. Komünist Çin işgaliyle birlikte öncelikle şehrin nüfusu değiştirilmeye başlandı ve bir zamanlar yüzde 2 civarında olan Kaşgar’daki Çin​​​​​​​lilerin nüfusu 1950lilerden bugüne yüzde 45’e çıkarıldı. Çin yönetimi iş imkânı vaadiyle Çinlileri başta Urumçi, Kaşgar ve Hoten olmak üzere Doğu Türkistan’ın farklı şehirlerine yerleştirirken Doğu Türkistan’ın tüm tarihi şehirleri sadece demografik bir dönüşüme değil; aynı zamanda kültürel bir soykırıma da tabi tutuldu.

Kaşgar’ı modernleştirme, yeniden yapılandırma adı altında 2010 yılında başlayan ve bugüne kadar şehrin kimlik ve kültürünü talan eden Çin yönetimi açıkça bir halkın medeniyet birikimini, tarihsel belleğini yok ediyor. Ne yazık ki dün Kurtuba’nın, Gıranada’nın, Buhara ve Semerkand’ın başına gelenler bugün sahipsiz ve mahzun Kaşgar’ın başına geliyor. Hem de biz yaşarken ve hepimizin gözleri önünde…