Karşıtlık

Ali Bulaç

Eş'ari'nin "Makalat"ta, Gazali'nin "Makasıd"da yapmaya çalıştığı şey, İslam inancına yönelen saldırılara karşı akideyi savunmaktır. Her ikisi ve onları takip edenler bir yandan dış dünyadan -Hind, İran, Babil, Mısır, Yunan- gelen felsefi ve teolojik etkilere karşı koyarlarken, diğer yandan ya bu İslam dışı inanç ve fikirleri İslami form altında savunanlara karşı Kur'an ve Sünnet'in çizdiği genel dairenin içine sokmaya veya din ve mezhep kisvesine bürünüp İslam şeriatını ve Müslümanların birliğini bozmaya kalkışanlara karşı koymaya çalışıyorlardı.

İmam Eş'ari'nin, eleştirdiği fırka ve gruplara "İslamiyyun (İslamcılar)" demesi manidardır. İslamcıların görüşlerine, savundukları tezlere-söylemlere -her birini kendi içinde tasvire, objektif anlatıma ve tanıtıma tabi tutarak- "makalat" adını vermiştir. Onu takip eden Gazali de, aynı usulü kullanıp eleştirdiği Yunan metafiziği etkisindeki zatları "felasife (filozoflar)" isimlendirip gayesinin "felsefe"nin kendisi olmadığını ihsas etmiştir ki, onun da kitabına seçtiği isim "Makasidu' felasife"dir. Kısaca Eş'ari'nin "makalat"ı ile Gazali'nin "makasıd"ı aynı muhteva ve kavramsal çerçeveye sahiptirler.

Eş'ari ve Gazali, Müslümanların askeri, ekonomik, siyasi ve kültürel olarak hakim oldukları bir dönemde bu önemli gayreti gösteriyorlardı. Biz ise son 300 yıldır sürekli yeniliyoruz. Şu var ki, bizim yenilgimiz askeridir; fikri-entelektüel veya kelami-felsefi değildir. Eğer bazı İslamcılar da Batıcılar -liberaller, solcular ve milliyetçiler gibi- fikri olarak yenilgi psikolojisi içine girmişlerse, bu onların diğerleri gibi İbn Haldun'un dediği "mağluplar galibi taklid eder" hastalığına yakalanmışlar demektir. Bu baptaki Müslüman fikir adamları, bilginler ve kanaat önderleri kendi dinlerinin özüne, köklerine ve zengin tarihi miraslarına dönebilirlerse, kısa zamanda şifa bulabilirler, ama eğer İslamiyet'i -kendi zihin dünyalarında-, liberalizme, sosyalizme, milliyetçiliğe, feminizme açık hale getirirlerse bunun çaresi yoktur.

Bu da bize, İslamcılara haksızca yöneltilen "tepkisellik" eleştirisinin tashihe muhtaç olduğunu göstermektedir. Müslümanlar tabii ki askeri, politik ve ekonomik sömürgeciliğe, işgallere karşı tepki gösterecekler, cihad edip daru'l-İslam'ı müdafaa edeceklerdir; ama bu onların fikren yenildikleri, meydan okumalarını "Batı'ya tepkisellik" üzerinden kurguladıkları anlamına gelmez. Batı, nasıl kendini oryantalizm yaparak "Doğu karşıtlığı" üzerinden tanımladığından kendine zarar veriyorsa, Müslümanlar da oksidentalizm yapmak suretiyle kendilerini "Batı karşıtlığı" üzerinden tanımladıklarında kendilerine zarar vereceklerdir.

Mümtaz'er Türköne, bize "kendinizi karşıtında tanımladığınız Batı değişti", derken iki hata yapıyor:

1) "Batı Batı'dır", değişmedi. Batı ya "Aydınlanma'nın karanlığı"ndan çıkıp sahih vahyin nuru içine girer ve tarihsel-felsefi mirasını yeni bir kritiğe tabi tutar ya da yıkıcı, nihilist, sömürgeci ve çatışmacı tutumunda devam eder. Batı değişseydi, en hafifinden İslam topraklarını işgal edip Müslümanlara bunca acıyı yaşatmazdı. Batı, sadece askeri olarak saldırıp kaynakları yağmalamakla yetinmiyor; bizden dinimizi "özel alana hapsetmemizi, marjinalleştirmemizi ve izafileştirmemizi" istiyor. Böyle bir dinden geriye zulme, haksızlıklara, sömürüye itiraz etmeyen, küresel hegemonyaya uyum gösteren şeriatsız -cihadsız soyut bir inanç kalır ancak.

2) İslamcıları soyut "Batı-karşıtlığı"yla suçlamanın arka plandaki psikolojik zemini milliyetçiliği, liberalizmi ve solu-sosyalizmi evrensel doğrular, tezler katına çıkarma ihtiyacından neş'et eder. Tabii ki bilgi, bilimsel çalışmalar, beşeri tecrübe ve bunlar arasındaki interaktif ilişkilerde, her şey mutlak ak ve kara değildir, arada gri alanlar söz konusudur. Ama temelde belirleyen konumundaki akideler arasında gri alanlara karşı çok dikkatli olmak gerekir: İlk insandan son insana kadar tevhid-şirk, iman-küfür, hak-batıl, adalet-zulüm, güzellik-çirkinlik, ahlak-tereddi arasında karşıtlık ve çatışma ortadan kalkmayacaktır.

Haramların kanıksandığı, günahın estetize edildiği, münkerlerin özgürlükler adı altında yüceltildiği bir dünyaya itiraz etmiyorsanız, akideniz buharlaşır. Böyle zamanlarda harama karşı helali, münkere karşı ma'rufu, günaha karşı ahlakı yüksek sesle, dışlayarak, teberri ederek narkoz yemiş zihinlere hatırlatmak (zikr) gerekir.

ZAMAN