Karınca bile olsa düşmanını fil gibi gör...

Nuh Gönültaş

Türkiye'nin komşularıyla "sıfır sorun" politikası iflas edeli çok oldu.

Şimdi "komşuyla savaş"ın eşiğindeyiz. Bir adım daha atılsa savaş çıktı çıkacak.
Savaş tamtamları öyle güçlü çalıyor ki sesin şiddeti kulaklarımızı sağır edecek desibellere ulaştı.
Önceki gün Meclis Başkanı Cemil Çiçek ifade etti: Dünyadaki 18 sıcak çatışma merkezinin 11'i Türkiye'nin çevresinde.
Böyle bir bölgede Türkiye'nin herkesle "sıfır sorun" bir politika izlemesi mi gerekiyordu?

Türkiye bu sıfır soruna pozitif bir karşılık bulabilir miydi?

Böyle bir politika, ülkeler arasında, hele hele Ortadoğu ülkeleri arasında asla mümkün olmadı, olmaz da.
"Şark kurnazlığı ile ünlü diktatörlerle yönetilen" bu ülkelerin yüzünüze gülüp arkanızdan sinsi dolaplar çevirdiğini hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekirdi.

"Sıfır sorun politikası" pasif bir siyasettir ve düşmanları cesaretlendirici bir tarafı da vardır.
Çünkü güçlü olanlar sıfır sorun istemez diye düşünülür.

Eğer sıfır sorun diyorsanız bu sizin kötü niyetli komşularınız tarafından "zayıflık ve korkaklık işareti" olarak değerlendirilir.

Dostluğu hak etmiyor

Her şeyden önce demokratik bir ülkenin demokratik olmayan bir ülke ile sıfır sorun ilan etmesi baştan büyük hatadır.

Adam diktatör. Adam halkına zulmediyor.

Adam ülkesini dünyaya kapatıp halkını inim inim inletiyor.
Siz de bu ülke ile sıfır sorun dış politika yürütmeye çalışıyorsunuz.
Demokratik bir ülkenin başkanı ya da başbakanı olarak bir diktatöre dostluk gösterisinde bulunmak, ailece görüşmek diktatörü size karşı cesaretlendirir.

Doğrusunu isterseniz Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Suriye diktatörü Beşşar Esed ile sıcak ilişkilere girmesine prensip olarak hiç olumlu bakmamıştım.
Tabii ki bir ülke komşusuna iyi niyet gösterebilir, yakın ilişkiler kurabilir, sorunlarını minimuma indirmeye çalışabilir.

Sorun bir liderin bir diktatöre iyi niyetli davranmasında değil, bu iyi niyetin diktatör tarafından zafiyet olarak değerlendirilmesinde.

O zaman da yazdım:
"Son Baas rejimi Türkiye'nin dostluğunu hak ediyor mu" diye sordum.
Aslında bir diktatöre yakınlık göstermek yerine onu uluslararası arenada gittikçe yalnızlaştırmak, zor durumda bırakacak işler yapmak o ülkenin halkına büyük iyiliktir.
Diktatörlere prensip olarak böyle dışlayıcı davranmak gerekir.

Düşünün Suriye kurulduğundan beri olağanüstü hal rejimi ile yönetiliyor.
Baba diktatör öldü, yerine diktatör oğul geldi.

Kendi halkına karşı kanlı bir tarihi olan ülkeden söz ediyoruz.
Böyle bir diktatörün ülkesini ileri demokrasiye götürme konusunda kararlı ve bu konuda halkının büyük desteğini almış Tayyip Erdoğan gibi bir liderin dostluğunu hak etmediğini düşünüyordum.

Düşündüğüm gibi oldu.

Diktatör ile dostluk çabası yürümedi ve o şimdi Türkiye'nin en şiddetli düşmanlarından birine dönüştü.

Evet, savaş son çaredir.

Ama gerektiğinde de savaşabileceğimizi düşmana göstermemiz gerekiyor.
Bu kadar askeri, bu kadar generali gerektiğinde onur, şeref ve güvenliğimiz adına savaşabilmek için besliyoruz. Yılda 10 milyar dolardan fazla parayı gerektiğinde savaşabilmek için silaha harcıyoruz.

Savaş acıdır, savaş yıkımdır, savaş yokluktur. Ama savaşmak zorunda olduğunuz zamanlar vardır.
Bu adam Türkiye'ye dost değil. Babası da dost değildi.
Şimdi açıktan düşmanlık ediyor.
O halde haddi bildirilmeli.
Ama nasıl?

Siz sanıyor musunuz Türkiye'nin kendi başına Suriye'ye girmesine izin verirler?

Kendi başımıza Kandil'e bile gidemiyoruz daha.
Mavi Marmara'da 9 insanımız İsrail askerleri tarafından hem de uluslararası sularda öldürüldükten sonra da böyle esip gürlemiştik.

Sonuç?

Şartlar ortaya çıktığında, gerçekten ve tek başına savaş göze alınmadığında düşmanı caydırmak zordur.
Yoksa hamaset en kolay şey...

Ne demişler: düşmanını asla küçümseme.

Düşmanın karınca da olsa sen onu fil gibi gör. (Türk Atasözü.)

BUGÜN