Kandil’e Olmazsa Şam’a Girin!

KENAN ALPAY

İki gün önce Suriye ordusu tarafından Türkiye’ye ait bir F4 keşif uçağının düşürülmesiyle birlikte “Bölgeyi nasıl bir gelecek bekliyor?” sorusu daha bir önem kazanmaktadır. Türkiye tarafından F4 ile Suriye sınırında keşif yapılması, Suriye’nin de sınır ihlali gerekçesiyle Türkiye uçağını düşürmesi iki ülke arasında yaşanan gerilim düşünüldüğünde ciddi bir kırılmaya yol açabilir. Suriye rejiminin son 15 aydır dozajını giderek arttırdığı katliam politikaları dolayısıyla zaten gergin olan ilişkileri bu olay üzerinden yeni bir evreye evirilebilir (mi?)

Ulusal radar sisteminin test edilmesi amaçlı test ve eğitim uçuşu yapan bir F4’ün sınır ihlali gerekçesiyle düşürülmesi başlı başına bir sorun. Fakat yaşanan sorunu hangi bağlamda ele alırsak sağlıklı bir sonuca ulaşabiliriz? Mesela bu olay Suriye rejiminin, silahlı muhaliflere destek veren Türkiye’ye yönelik açık bir tehdit ve had bildirme operasyonu mudur? Yoksa katliam ve yıkımlarını sistematik olarak tırmandıran Suriye rejimine yönelik Türkiye tarafından bir meydan okuma veya provokasyon mudur? Bu iki sorunun cevabı da durduğunuz yere göre değişkenlik gösterebilir. Değişkenlik gösterebilir demek bizim bir cevabımız yok anlamına gelmiyor elbette.
 

PKK için Kandil’e, Baas İçin Şam’a!

Bir yanda düşürülen uçakla ilgili tartışma gündeme otururken diğer tarafta da PKK’nın son Dağlıca saldırı sonrası “yöntem” tartışmaları da devam ediyor. Uzun yıllar boyunca resmi ideolojinin inkar ve imha politikalarında ısrar eden ve güvenlik adı altında her türlü savaş yöntemini kullanan askeri vesayet rejimi Türkiye toplumunun başına Kürt sorunu isimli bir musibeti musallat etti. Fakat Kemalizmin büyüttüğü Kürt sorunu 1980’li yıllardan itibaren PKK tarafından ipotek altına alındığından beri tedavi edilemez bir kangrene dönüştü.

PKK’nın ABD, İngiltere, İsrail, Almanya, Suriye gibi ülkelerin istihbarat örgütleri tarafından kullanıldığına ilişkin kaydı tutulamayacak kadar yoğun propaganda yapıldı. Ancak bu propagandalar PKK ile Genelkurmay İstihbaratı, MİT, Emniyet İstihbarat veya JİTEM arasında sürüp giden ilişkileri gözlerden saklamaktan başkaca bir işe yaramadı.

Askeri vesayeti, bürokratik oligarşiyi ve bütün bir topluma tahakküm eden resmi ideolojiyi ayakta tutmak ve değişik vesilelerle tahkim etmek üzere çözümsüzlük kat sayısı arttırılan Kürt sorununa en büyük katkı hiç şüphe yok ki PKK’dan gelmiştir. PKK da hem bölgesel hem de küresel ölçekteki hesapların sahaya sürülmesinde tetikçi-taşeron bir örgüt olarak kendi bürokratik oligarşisinin çıkar ve beklentilerine göre siyaset belirledi. PKK-KCK tarafından kullanılan “barış, demokrasi, kardeşlik, ateşkes, devrimci halk savaşı” gibi söylemlerin hemen tamamı operasyonel kavramlardı. Kime karşı bir silah olarak kullanılacağı veya ne zaman terk edileceği anlık değerlendirmelere bağlı olarak piyasada tutulur.

Karayılan’ın gerek kendisiyle röportaja gelen gazetecilere verdiği mülakatlardaki görüşleri gerekse örgütün yayın organlarında yayınlanan periyodik beyanatları nasıl bir örgüt ve lider profili çiziyor? Barışa en yakın noktada duran bir örgüt ve lider kadro değil mi? Eski saldırılara dair bazı pişmanlık belirtileri, örgüt içindeki kontrol dışı eylem kararları, silahsız-savaşsız-ölümsüz gelecek temennileri vs. ile başarısız olduğu söylenemeyecek düzenli PR çalışmalarıyla kamuoyunu yönlendirme girişimleri. Sonra tekrar bombalı eylemler, karakol basmalar, adam kaçırmalar, şantiye basmalar…

Ölümle, korkuyla, endişeyle terbiye edilmek istenen kamuoyunu, medya üzerinden verilen mesajlarla açık kapı bırakarak hepten ümitsizliğe terk etmemeyi mi amaçlıyorlar acaba? Ya da PKK lider kadrosu, Kandil’e önce gazetecileri sonra da orduyu çekerek Kürt sorunuyla bütün bir toplumu yüzleştirmek mi istiyor? İmralı-Kandil tarafından çizilen rota sadece Kürt sorununu değil genel olarak ulus devletler tarafından bölgede yaşatılan sorunları çözümsüzlüğe hatta kangren olmaya doğru sürükleyeceğe benziyor.
 

Katil Baas-Esed Rejimi Yıkılmalı

Daha fazla kan, daha fazla acı, gözyaşı anlamına gelen Kandil’i ele geçirme tartışmalarının yanlışlığı açıktır. Benzer bir durum Baas rejiminin F4 keşif uçağını düşürmesi sonrası yapılan değerlendirmeler için de geçerlidir. Suriye’de meşruiyeti hiç olmamış fakat halka karşı ısrarla kullandığı ağır silahlarıyla acilen alaşağı edilmesi gereken Esed-Baas cuntasına savaş ilan edilmesi doğru ve gerekli mi? Türkiye’nin düşürülen savaş uçağı için zaten uzun zamandır rahatsızlık duyduğu Suriye rejimine yönelik askeri müdahale seçeneği hem yanlış hem de bölge halklarının başına fazlasıyla zararlar açabilir.

Düşürülen uçağın hesabı sorulmalı fakat bu bir askeri müdahale için vesile sayılmamalıdır. Suriye rejimin kendi halkına karşı giriştiği katliamları durdurmak için muhalif unsurların daha açıktan ve daha güçlü bir biçimde desteklenmesi hem meşruiyet açısından hem de siyasal sonuç almak açısından tercih edilebilir. Esed-Baas cuntası yıkılmalı ama “Şam’a girelim!” naraları arasında değil.