Kamusal matem despotizmi

KENAN ALPAY

1938’den günümüze 10 Kasım tarihleri bütün bir Türkiye için yas tut(turul)mak üzere ipoteklenmiş. Bu yas öyle sıradan bir yas değil, resmen ve elbette ki cebren ‘Kamusal Yas’ olma vasfıyla mücehhez.

Kamusal Yas’a iştirak etmemek yasal açıdan suç, ‘etik’ açıdan nahoş sayılıyor. Neden böyle ve ne zamana kadar böyle sürecek bu Kamusal Yas? Neden böyle sorusunun makul ve mantıklı bir cevabını bulabilmek mümkün değil. Fakat ne zamana kadar sorusunun cevabı için öyle uzun boylu bir vadeden bahsedebilmek mümkün gözükmüyor.

Türkiye toplumu açısından, 10 Kasım aslında Cumhuriyetin nasıl olup da bir modern törenler, semboller ve ritüeller rejimine döndürüldüğü anlamak açısından önemli bir göstergedir. 10 Kasım törenleri, varlığı ve bekası Mustafa Kemal’e bağımlı kılınmak istenen bir ülke ve halkın bitimsiz bir acıya ve yokluğa mahkûm olduğunu ihsas etmek üzere dizayn edilmiştir. Kurucu liderin yokluğu üzerine sadece ülkenin bütün insanlarını değil dağını, taşını, rüzgârını, yağmurunu acıyla kavurduğunu anlatan son derece basit fakat üst perdeden zorbaca bir mizansendir.

10 Kasım normal bir insanın ölüm günü olarak değil ısrarla olağanüstü bir kurtarıcının kılavuzluğundan mahrum kalmak olarak propaganda edilmektedir. Dolayısıyla bu törenler, her daim içimizde ve dünyamızda büyük bir boşluk hissiyle yaşamamız gerektiğini dikte ederler. Resmi ideoloji ve paralelindeki propaganda merkezleri Mustafa Kemal’in ölümünü ‘telafisi imkânsız kayıp’ olarak işliyorlar. 10 Kasım törenleri, inatla sürdürülen ‘telafisi imkânsız kayıp’ vurgusu üzerinden bütün Türkiye’yi duygusuyla, düşüncesiyle, pratiğiyle terbiye etmekte kullanılıyor.

Bitimsiz bir matem havası ile yetmiş yılı aşkın bir zamandır 9’u 5 geçe hayatı kilitlemek ve hemen herkesi saygı duruşuna mecbur kılmak devlet sınıflarının iktidar tutkularından bağımsız düşünülebilir mi? Ana sınıfından başlayıp lise son sınıfa kadar resmi törenlerin her biri ama özellikle 10 Kasım törenleri öğrencilerin akıllarını, duygularını, kişiliklerini iğdiş eden klişe söylem ve eylemler üzerine kuruludur. Öyle ki eğitim-öğretim süreci çocukların akıl ve ruh sağlıklarını deforme eden törenlerle bloke edilmektedir.

Törenler aynı zamanda iktidar sınıflarının resmi ideoloji çerçevesinde siyaset ve toplum üzerindeki vesayetlerini teminat altına almaktadır. Törene katılmamak, törende üzerinize düşen görevi ifa etmemek, gerekli sözleri sarf etmemek ve günün anlamına uygun duyguları takınmamak kolayca ‘ihanet’ çizgisinde tanımlanmayı yani ‘aforoz’ edilmeyi beraberinde getirir. Anayasayı belki değiştirirsiniz ama Tören Yönetmeliği’nin kılına dokunamazsınız. Çünkü Türkiye’de Anayasa’yı da belli bir anlam ve istikamet doğrultusunda inşa eden bu tören mantığı ve yönetmeliğidir.

Törenlerde okunan metin ve şiirler sadece ve sadece bu törenlerde okunabilir. Çünkü tören metinleri ve şiirlerinin aklın, mantığın ve gerçekliğin söz konusu olduğu hiçbir yerde geçerliliği yoktur. Bu sebeple binlerle ifade edilen bu türden metin ve şiirlerin biri diğerinden daha anlamlı veya daha güzel değildir. Ancak bürokratik oligarşi, anlam ve güzellikten nasipsiz bu metin ve şiirlerle bir nesil ve ülke inşa etmeye girişmiştir. En olmayacak işe soyunmuş ve güçlü bir itiraz görmedikçe herkese boyun eğdirerek iktidarını sürdürecektir.

Bugün yine bir sürü ağlaşma, sızlaşma sahnesi eşliğinde “Cumhuriyet elden gitti, gidiyor! Atam yetiş, gel!” feryatlarına şahit olacağız. Sahtekâr siyasetçiler, ikiyüzlü aydın ve bürokratlar, kapıkulu sanatçılar bol bol “Atatürk yaşasaydı...” diye başlayan cümleler kurup canımızı sıkacaklar. Her zaman olduğu gibi söze yine sevdiği şarkılar, içtiği rakılar, hoşlandığı mezelerden başlayacaklar.

Modernleşme yolunda dansa ve modaya verdiği önemi çapkınlıklarıyla süsleyip anlatacaklar. ‘Yeni’ birkaç resmini belki bir ses veya görüntü kaydını daha kamuoyuyla paylaşacaklar. “Hikmetli sözleri, üstün başarıları, çağı aşan öngörüleri” hikâyelerini anlatacaklar da anlatacaklar. Ancak malum hikâyelerinin sonunu gerçek laiklik ve Türkçülük için askeri darbenin gerekliliğine bağlayacaklar. Hiç utanmaksızın toplumu yeniden Kemalist çizgiye çekmek için alınması gereken sert tedbirlerden, içirilmesi gereken acı ilaçtan bahsedecekler.

Hiç şüpheniz olmasın ki; Kemalist sermaye, siyaset, bürokrasi, medya ve akademi sınıfları resmi törenler üzerinden hâkimiyet savaşı veriyorlar. Oysa bu adaletsiz, merhametsiz iktidar mantığını ve törenler üzerinden sürdürülen despotik işleyişi yıkmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile!