İslam’ın Devlet Talebi Var mı?

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

İslam’ın Devlet Talebi Var mı?

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’a hamd, Resul’üne selat u selam olsun.

“İslam’ın devlet talebi var mıdır?” sorusuna doğru cevap vermek için, İslam’ın fert ve topluluklardan/ ümmetlerden neler istediğine bakmak gerekmektedir. İslam dini, müntesiplerinden Allah’ın rablığını/terbiye ediciliğini, daha önce verdikleri ahde (7/171)  sadık kalarak kabul etmelerini ve böylelikle kendisi için yaratıldıkları hilafet görevini yerine getirmelerini, dolayısıyla rablerinin iradesinin tecellileri olmalarını istemektedir. İnsanların bunu gerçekleştirmeleri için de tevhidi, adaleti ve paylaşımı, hukukun üstünlüğünü ve barışı hayatlarının merkezine alıp, bunu yaymaya çalışmaları ve yanı sıra bu değerleri referans alan diğer inananlarla velayet hukuku içinde beraberce hareket etmelerinin gerektiği açıktır. Bu ise doğal olarak İslam’ı referans alan bir siyasal organizasyon içinde olmalarını gerektirecektir. Devlet en büyük siyasal organizasyon olarak tanımlandığına göre, demek ki İslam’ın Müslümanlardan şartlarının ve imkânlarının izin vermesi durumunda, siyasal örgütlenmelerini devlet düzeyine çıkarmalarını istediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Dikkat edilirse İslam’ın müntesiplerinden her zaman kendilerinde bulundurmalarını istediği şey, velayet hukuku içinde Müslümanların birlikteliği/siyasal örgütlenmeleridir. (3/102, 8/72) Bu örgütlenmenin hangi boyutlarda olacağı ise, İslam’a inananların imkânlarına, sayılarına, gayretlerine ve fedakârlıklarına bağlı olacaktır. Bu nedenle Müslümanlar, siyasal örgütlenmelerinde devlet düzeyine ulaşamazlarsa da elbette İslam’ı yaşama imkânına belli oranda sahiptirler.  Örneğin başka toplumlarda soykırıma uğrayan mazlumları kurtarmak için cihada gidemezlerse de, kendi toplumlarındaki kötülüklere dönük uyarılar yapma imkânına sahip olabilirler.  Aynı şekilde had cezalarını uygulama imkânları olmayabilir, ama had cezasını gerektiren çirkinliklerden İslami toplumun uzak durması ve bu çirkinliklere bulaşanlara, güçleri oranında yaptıklarının çirkinliğini anlatma ya da hissettirmeleri mümkündür. Dikkat edilirse siyasal örgütlenmelerinin büyüklüğü sorumluluk ve imkânlarının durumunu da belirlemektedir.  Öyleyse İslam devleti olmadan İslam yaşanmaz denilemeyeceği gibi, İslam’ı yaşamanın İslam devletinin varlığıyla hiçbir bağlantısı yoktur da denilemez.

Ayrıca bilinmelidir ki devletin kendisi de amaç değil araçtır. Bu nedenle devlet düzeyinde büyük bir organizasyona sahip olmak için, asla gayri İslami ve gayri insani yollara hiçbir şekilde başvurulamaz. Zira hedef tek başına güce ulaşma, hâkimiyete, ranta ulaşmak değildir. Hedef; tevhid, adalet ve iyiliğin yaygınlaştırılmasıdır. Bu nedenle İslam’a göre kutsal olan devlet değildir. Kutsal olan tevhid, adalet, iyilik, barış, özgürlük ve hukukun üstünlüğü ve meşruiyet gibi değerlerdir. Bu nedenle İslam’a göre din, hukuk, ahlak, özgürlük, insan, devlet için değil, devlet, din, hukuk, ahlak, özgürlük ve insan içindir.   

Yukarıda İslam’ın mensuplarından siyasal örgütlenme içinde olmalarını istediğini ve bunu mümkünse en üst düzeye (devlet düzeyine) çıkarmalarını istediğini söylemiştik. Peki, İslam bunun için bir model öneriyor mu?  Bu soruya da evet veya hayır diye kestirme bir cevap vermek, bazı yanlış anlamalara neden olacaktır. Zira İslam çok somut anlamda bir idare biçimini önermemiştir. (Bazı kardeşlerimiz halifeliğin önerildiğini söyleseler bile, bu çok su götürür bir iddiadır. Zira bırakın Abbasi vb hilafetleri, Raşit halifelerin bile seçilme şekilleri ve yönetim biçimleri farklı farklıdır. Bu nedenle hilafeti bir sistem modeli olarak önereceksek, bunun için İslam tarihi tecrübelerimizden ve insanlığın tecrübelerinden yararlanarak içini doldurmamız gerekmektedir.) Diğer yandan İslam, sağlıklı bir devlet modelinin çerçevesini çizmemize yardımcı olacak temel bazı kıstaslar/kriterleri ise ortaya koymuştur. Bu ölçütlerde tevhid, adalet, merhamet, iyilik, barış, paylaşım, özgürlük, (yaşam tarzlarında serbestiyet) (2/256) hukukun üstünlüğü gibi İslami değerlerin merkeze alınması ve oluşturulacak sistemin insanların ortak aklının/şûranın devreye sokularak geliştirilmesidir. Denilebilir ki İslam’ın önerdiği devlet modelinin felsefesini İslami değerler, şeklini/modelini ise, yine İslami kıstaslar rehberliğinde Müslümanların ortak aklı/şûrası belirleyecektir.  Bunun içinde de kuvvetler ayrılığı gibi gücün bir elde toplanmasını engelleyen tecrübelerden, seçilen kişilerin belli süreler için seçilmesine vs.ye varıncaya kadar bütün toplumsal tecrübelerden elbette yararlanacaktır.

Bu çerçevede İslam’ın idare biçimleri olarak mutlak anlamda beşer tecrübesi olan aşiret birlik yönetimlerini, monarşiyi, demokrasiyi(idare biçimi anlamında) ve cumhuriyet gibi yönetim şekillerini reddettiğini söylemek doğru olmayacaktır.  İslam’ın reddettiği vahyin ölçü alınmaması, insanlığın ortak aklının(şûranın) dışlanması, Topluluktan öte bir zümrenin çıkarının önemsenmesi, sistemin gücü veya zenginliği sınırlı kimselerin ellerinde toplaması vb. gibi hususlardır. Bu nedenle önemli olan İslam’ın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak istediği insanlığın maslahatına yarayacak bir sistemin oluşturulmasıdır.  Yoksa sistemin adı, hangi zaman diliminde oluşturulduğu veya kimler tarafından oluşturulduğu, İslam’ın önemsediği meseleler değildir.  

Bu arada “Müslümanların ürettiği ve üreteceği devlet sistemlerine İslami devlet demek doğru olacak mıdır?” sorusuna da cevap vermek gerekmektedir. Bazı kardeşlerimiz, üretilen devletin İslam devleti diye isimlendirilmesini mahzurlu bulurlar. Bunun sebebi de iletilenlerden hareketle, üretilen devlet ne kadar güzel olursa olsun, mutlaka bazı eksiklikler içereceği gerçeğini görmeleridir. Elbette bu tespit doğru bir tespittir. Peygamberlerin ürettikleri pratik hariç, hiçbir pratik tamamen Allah’ın dini olan İslam’ı temsil edemez ve mutlaka bazı eksiklikler içerir. Hatta peygamberin başında bulunduğu devletin bazı kollarında bile, insanın zaaflarından kaynaklanan yanlışlıklar ortaya çıkabileceğini de biliyoruz.  Zira peygamber devletin başında olsa bile, her işi kendisi yapamayacak ve diğer insanların bazı zaaflarından kaynaklanan yanlış pratikler ortaya çıkabilecektir. Nitekim Resullullah (s) görevlendirdiği Hz. Halid b. Velid ve Üsame b. Zeyd (r.a.)’in, İslam’ı kabul edenlerden bazılarını (meseleyi yanlış yorumladıklarından dolayı)öldürmüşlerdi de, Resulullah (s) onların yaptıklarından beri olduğunu ifade buyurma ihtiyacını duymuştu.  Dolayısıyla Müslümanların ürettikleri devletlerin,  tüm uygulamalarının İslam’ın ideal ölçütleriyle uyuşması zaten beklenemez. Ancak bu durum bu devletlerin İslam devleti diye isimlendirilmemelerini de gerektirmez. Zira eşyanın tabiatı gereği, insanların algı ve seçiminin karıştığı yerlerde eksiklikler, yanlışlıklar olacaktır. Önemli olan temel kıstaslar anlamında bir devletin İslami ölçütlere uygun olması ve genel politikaları itibariyle İslam’ın istediği gibi tevhidi, adaleti, iyiliği yaygınlaştırmasıdır.  Ayrıca zaten devletler temel referansları itibariyle isimlendirilirler. Sosyalist öğretiyi merkeze alanlara, sosyalist devlet, kapitalist öğretiyi merkeze alanlar Kapitalist devlet, Kemalist ideolojiyi merkeze alanlara Kemalist devlet dendiği gibi, İslami öğretileri ölçüt alan devletlere de İslam devletleri denmesi doğal bir olaydır. O devletlerin çok üst düzeyde İslami değerleri temsil edip etmemeleri ayrı bir konudur. Nitekim Müslüman diye isimlendirilen nice insanın, İslam’ı doğru bir şekilde temsil etmemelerinden dolayı oluşan olumsuzluklara rağmen, o kişileri Müslüman diye isimlendirmek zorunda kalıyorsak, aynı şey maalesef devletler içinde geçerli olacaktır. Ancak asgari düzeyde bile olsa bir devletin İslami devlet diye isimlendirilmesi için bazı şartlar vardır. Bunlarda meşruiyet kaynağı olarak İslami değerleri görmesi, genel politikalarını İslami naslara uygun belirlemesi ve İslam’ı hayata aktarmada ümmeti/şûrayı etkin kılması gibi hususlardır.

Söylemek istediğimizi özetlersek; İslam inananlarından sürekli olarak siyasal organizasyonları oluşturmalarını ve bunu en üst düzey olan devlet düzeyine çıkarmak için, bir gayret içinde olmalarını da ister. Ama bunun için onları sınırlandıran dar bir model önermez, sadece bu modelin çerçevesini çizmekle yetinir ve bu devletin işlevselliğinin en üst noktaya çıkarılma sorumluluğunu İslam ümmetine/şûraya yükler. Ayrıca şunu da bilmek gerekir ki; devletin insanlardan kaynaklanan bazı eksiklikleri taşıyacağını kabul etmek, ama devletin referans kaynağının İslam olması ve hâkim uygulamalarının İslam’a uygun olması durumunda da, o devleti İslam devleti olarak nitelendirmek kabul edilebilir bir durum olarak değerlendirilmelidir.

Sözümüzün sonu Allah’a hamddır. Doğrular rabbimizin lütfünden, yanlışlar bizim meseleleri karıştırmamızdandır. Rabbimizden ilmimizi artırmasını ve bizi salihlere katmasını niyaz ederiz.