26 Kasım tarihinde Diyarbakır’da Özgür-Der tarafından “Ortak Gelecek: Türkiye’de Kürtler, Kardeşlik ve Toplumsal Barış” başlıklı bir sempozyumu düzenlendi.
Oldukça etraflı değerlendirmelerin yapıldığı sempozyumda Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü İbrahim Özcoşar’ın; “Türkiye’de bir sistem sorunu olarak ortaya çıkan sorunun çözümünde İslamcılar da eşit derecede hatta daha fazla mağdur oldukları halde, bu sorunu da kendi çözüm programlarına koymaktan geri durmadıkları, dolayısıyla, İslamcıların Kürt sorunu konusunda yeterince duyarlı davranmadıkları” şeklindeki eleştirinin haksızlığına yönelik yaptığı vurgu son derece önemliydi.
Evet, Kürt sorunu üzerinden yapılan İslamcılık eleştirileri her zaman popüler bir yaklaşım olmuştur. Yaklaşık 40 yıldır İslami kesimin Kürt sorunu konusunda sınıfta kaldığı hem belli dindar çevreler hem de Kürt ulusalcılar tarafından dillendirilmektedir. Bu söylem, Kürt ulusalcısı çevreler tarafından İslami kardeşlik ve ümmet vurgusuna yapılan atıfa duyulan rahatsızlıktan kaynaklanıyorken, dindar çevrelerde ise bu dil İslamcılık reddi mirasına dayanıyor.
Gerek Özgür-Der gerekse Hüda-Par’dan İHH’ya varıncaya kadar bütün İslami camialar hem kurumsal olarak hem de temsiliyeti olan şahıslar nezdinde düzenledikleri sempozyum, konferans, seminer ve basın açıklamaları; hazırladıkları yığınla rapor; yazdıkları kitap ve makalelerle bu soruna dair kendi görüş ve yaklaşımlarını bütün içtenlikleri ve samimiyetleriyle ifade etmekten hiçbir zaman çekinmemişlerdir.
Kürt ulusalcıların Kürtlerin uluslaşmasının önünde İslami kesimi bir engel görerek faturayı onlara kesmelerinin bir yere kadar anlaşılır bir sebebi vardır. Ancak, belli dindar kesimlerin bu sorun dolayımında İslami kesimleri suçlamasının haklı ve elle tutulur hiçbir gerekçesi yoktur.
Bu kesimler, suçladıkları İslami kesimlerden farklı olarak bu meselede acaba uygulanabilir ve sürdürülebilir hangi yol haritasını sundu? Veya İslami kesimler burada ne yapması gerekiyordu da yapmadı?
Kürt siyasal alanını nerdeyse 40 yıldır tek başına domine eden PKK’nin bile nasıl bir çözüm modeli sunduğu hala belirsizdir. Bağımsız Kürdistan fikrinden demokratik konfederalizme, Türk solu ve Kemalizmle ittifaktan demokratik cumhuriyete kadar çok sayıda durak değiştirmişken İslamcı kesimi tutarlı olmamakla suçlamak gerçekten de büyük bir haksızlık değil midir?
Burada İslami kesimin görüş ve yaklaşımlarının kendi inanç ve düşünce dünyalarından güçlü izler taşıdığı tespiti elbette yapılabilir. Sadece İslami kesim değil, liberal, sol veya ulusalcı kesimlerin de görüş ve yaklaşımları kendi ideolojik bakışlarının bu meseleye dair bir izdüşümünden ibarettir.
Kürt ulusalcıları, ulusal hakları kendileri için temel ve vazgeçilmez bir kırmızı çizgi olarak görürken, İslami kesimlerin de pek tabi olarak dini değerleri ve hakları kendi hayatlarının merkezine yerleştirmelerinden daha tabi ne olabilir. Bu bir üst kimlik tercihiyle ilgilidir. Ve suçlama konusu da yapılmamalıdır.
Nitekim, İslami kesim ulusalcı temelde bir mücadele anlayışını benimsememişse bile ulusalcıların sol ideolojilerden devşirdiği aydınlanmacı bir anlayışla dini değerlere karşıtlık temelinde geliştirdikleri tavrın benzerini, dindarlar ulusal haklara karşı sergilememişler; eşitlik, kardeşlik ve adalet temelinde bir çözümde ısrar etmişlerdir. Burada Müslümanların Kürt ulusal mücadelesinin önceliklerine ilgisizlik suçlaması yöneltilecekse, Kürt ulusalcıların Müslümanların önceliklerine bırakın ilgisiz olmayı, alenen düşmanlık yapmaları mahkûm edilmelidir.
Benzer şekilde adeta kat’i bir nass veya üst bir ilkeye dayanıyormuşçasına İslami/Kürdistani bir ambalaj içerisinde beli belirsiz şekilde İslami kesime eleştiri yönelten bazı ulusalcı/dindar kesimlerin eleştirilerine gelince;
Ülkücü kesimlerin “Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman’ız” sloganını andıran bu yaklaşım sahipleri kendi tezlerini hangi süslü cümlelerle servis ederlerse etsinler; kimliğimizin belirlenmesinde dini referansların değeri, kritik bir eşik olarak önümüze çıkmaktadır. Din, bizim temel üst kimliğimiz mi, yoksa folklorik bir çeşitlilik olarak etnisiteye dayalı üst kimliğimizi çeşitlendiren kültürel bir alt kimlik mi sorusu, bu eşiğin referans noktasıdır.
Nitekim milliyetçi kesimlerin büyük çoğunda İslamı sembolize etmek üzere ifade edilen Hira dağının zaman içerisinde aşınarak küçük bir tepeciğe dönüştüğünü ibretle müşahede ettiğimiz gibi, İslami/Kürdistani tezleri savunan kesimlerin önemli bir kısmının da ulusalcı bir çizgiye saptıklarını üzüntüyle görüyoruz.
Aslında siyasal ve toplumsal hayat içerisinde dine biçilen role ilişkin tartışma neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Kendi toplumlarına İslam’ı anlatmakla görevlendirilen peygamberlere itirazın temel sebebi de özü itibariyle dinin hem bireysel hayatı hem de toplumsal hayatı düzenleme talebi taşıyor olması ve bunun da sentezci, eklektik yaklaşımlara kapalı olmasından kaynaklanıyordu. Yani peygamberlere karşı çıkışın asıl sebebi; toplumsal hayatın tüm boyutlarıyla dine göre düzenlenmesine yapılan itiraz noktasında düğümlenmiştir.
Sonuç olarak; Kürt halkının hak, adalet ve eşitlik arayışını bütün güç ve imkânlarımızla desteklemeyi İslami sorumluluğumuzun bir gereği olarak görüyoruz. Ancak, bu tutumumuz; Kur’ani çizgimizi muhafaza ederek ümmet anlayışı ve kardeşlik bilinciyle hareket etmeyi, milliyetçi sapmalara karşı dikkatli olmayı ve PKK başta olmak üzere tüm ulusalcı/milliyetçi anlayışlara karşı gereken mesafeyi korumanın bilincinde olmamızı gerektiriyor.
İslami referanslarımız çerçevesinde devlet kutsayıcılığı veya ulusalcı projelerin yedeğine düşmeden, kim olursa olsun zalime karşı mazlumun hukukunu savunmak temel ve vazgeçilmez ilkemizdir.