Ahmet Varol/Yeni Akit
Islahata kendimizden başlamalıyız!
Küresel emperyalizmin kirli bir tuzağı olan uluslararası siyonizm ve onun vahşi saldırgan güçlerinin teşkilatını oluşturan işgal rejimi karşısında bütün insanlığın sınav verdiğini muhtelif zamanlarda dile getirdik. Ama âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberin ümmetinin bu konuda daha duyarlı olması, kendini merkeze oturtması ve ek sorumluluklar yüklendiğinin farkında olması gerekir.
Bunun için en başta İslami kimliğimize daha bir kararlılıkla sarılmak zorundayız. Birilerinin İslami kimlik sahiplerine yönelttiği uygunsuz yakıştırmalar ve birilerinin de bu kimliği istismar ederek yaptığı uygunsuz fiiller bizi etkilememeli.
İkinci olarak: İslami mücadeleyi en önce kendi kişisel hayatımızda gerçekleştirmeliyiz.
Küfrün ve fıskın bizim şahsi hayatımız üzerindeki saltanatını yıkamazsak çağdaş emperyalist güçlere karşı kendimizi güçlü hissedemeyiz. Bu konuda Talut ve Calut kıssası önemli ibretler taşıyor.
O olayda, geçtikleri bir ırmağın suyundan içmeme emrine uymayanlar kendilerinde savaşma gücü olmadığını hissederek dökülmüşlerdi.
Ne yazık ki bu tür dökülmeler çağımızda çok daha fazlasıyla gerçekleşiyor.
Beş vakit namazlarını kılma konusunda ihmalkar davranarak nefislerini Allah’a itaate zorlama gücü gösteremeyenler zulüm karşısında başarılı olamaz. Aynı şey diğer emirler ve yasaklar için de geçerlidir.
Üçüncü olarak: Ferdi olarak herkesin görevini bilmesi ve yerine getirmesi gerekir. Çağdaş emperyalizmin ve siyonizmin İslami hareket karşısındaki tutumu bir global teröre dönüşmüştür. İşte bu global terör karşısında bir global dayanışmaya ve işbirliğine ihtiyaç var.
Herkes ferdi olarak üzerine düşeni yerine getirirse bu dayanışma gerçekleşir. Bunun için bir teşkilatlanma, organizasyon beklemek gerekli değildir. Yapılması gerekenleri; “Herkes kapısının önünü süpürse bütün şehir tertemiz olur” sözünde vurgulanan realiteye göre tespit etmek gerekir. Global teröre karşı koymak için bütün dünyayı kuşatacak geniş çaplı bir organizasyon oluşmasını beklersek çok uzun süre beklemek zorunda kalırız ki o zamana kadar da iş içten geçmiş olur.
Dördüncü olarak: Kitlesel faaliyetlerde yerimizi mutlaka almalıyız.
Hiç kimse “ben bir kişiyim, benimle ne artar, ne eksilir” diye düşünmemeli. Günümüzde böyle düşünenlerin sayısı arttığından kitlesel faaliyetlere çok fazla destek olmuyor. Bu da insanlarda karamsarlığa, ümit kırıklığına sebep oluyor. Böyle bir karamsarlığın ortaya çıkmasına sebep olanların hepsi kendilerini sorumlu bilmek zorundadır.
Bu konu özellikle siyonist işgal devletine destek veren firmaların ürünlerini boykot konusunda önem taşıyor.
Beşinci olarak: Korkuyu yenmeliyiz. “Yeryüzünde zayıf düşürülmüş bir topluluk idik” mazeretinin yarın Allah katında geçerli olmayabileceğini düşünmeli ve ona göre korkuyu yenebilmeliyiz. Korkuyu yenebilenlerin sayısı ne kadar artarsa, insanların İslami temayüllerinden rahatsız oldukları için korku ve dehşet saçanların etkileri de o kadar azalır. Korkuyu yenenlerin sayısı artarsa o korkuyu salanların aslında birer balon oldukları görülecektir.
Altıncı olarak: Müslümanların dertleriyle dertlenmeliyiz. Filistin’deki veya bir başka yerdeki Müslümanın derdini kendimize dert edinmiyorsak bu konuda bir gayret gösterme ihtiyacı da duymayız. “Bir şey yapamıyorum, dert edinsem ne olacak?” diye düşünmek doğru değildir. Bugün dert edinirsen, yarın önüne bir kapı açıldığında da onlar için bir şeyler yaparsın. Ama bugün dert edinmezsen yarın önüne kapı açıldığının farkına bile varamazsın. Dert edinebilmek için de onlarla ilgili gelişmeleri takip etmeli, bilgimizi artırmalıyız. Kendimiz dert edinmekle yetinmemeli, çevremizdekilere de bu yönde tavsiyede bulunmalı, bilgilendirme yapmalıyız.
Yedinci olarak: Emperyalizmin hizmetindeki medya organlarını boykot etmeli, onların İslami oluşumları karalama çabalarından asla etkilenmemeliyiz. Yeri geldiğinde onlara karşı tepkilerimizi ortaya koyabilmeli, sosyal medyada da mazlumların sesi olmalıyız.