İran ve Suudi Arabistan’ın İsrail’le Ortak Paydası

KENAN ALPAY

İran’ın Suudi Arabistan’la, bu ikisinin de aynı anda İsrail’le herhangi bir ortak paydaya sahip olduğunu değil iddia etmek ima etmek bile her şeyden evvel büyük bir çelişkiyi ve ironiyi işaretler.

Büyük bir çelişki veya ironi gibi gözüken şeye rağmen Tunus’ta başlayıp Mısır, Libya ve Suriye’de despotizme karşı başkaldıran Müslüman halk hareketleri statüko adına sergilenen endişe ve korkunun sadece ABD ve Rusya’dan ibaret olmadığını açıkça gösterdi. Böylece bu süreçte zannedilenin tersine İran ve Suudi Arabistan gibi devletlerin basit bir bölgesel çekişmeden daha fazlası için birbirini tamamlayan roller üstlendikleri iyice anlaşıldı.

Gazze’ye Ağıt Prim Yapar

İsrail’in Gazze’ye gerçekleştirdiği vahşi saldırılar karşısında İran ve Suudi Arabistan’ın aldığı pozisyon stratejik olarak her iki ülkenin de paralelleştiğine dair güzel bir resim sunmaktadır. Gazze’ye ağıt yakma konusunda her iki ülke de iyi rol kesmekteyse de iş siyasi ve askeri strateji sahasına uzandığında Filistin direnişini çökertmeye yönelik çirkin bir ittifak göze çarpmaktadır.

İran (ve Lübnan’daki uzantısı Hizbullah) Suriye’de Esed-Baas, Irak’taysa Maliki rejimlerinin bekası adına cinayet işlemeyi alışkanlık haline getirdiği gibi Suudi Arabistan’da Mısır’daki Sisi cuntasının gerçekleştirdiği askeri darbenin yol açtığı yıkım ve kıyımların arkasındaki en önemli güç olduğu biliniyor. İran’ın Suriye’de ve Irak’ta ezip yok etmek istediği siyaset tarzı ve toplum kesimleriyle Suudi Arabistan’ın Mısır’da yok etmek istediği siyaset tarzı ve toplum kesimleri birbirinden farklı değil.

İran ve Suudi Arabistan’ın ‘sözde’ İsrail karşıtlığı ve Filistin sevgisi her ne kadar Hamas’a açıktan cephe açma cesaretini kendilerine vermiyorsa da aslında her iki ülke de giriştikleri bütün hamleleriyle Filistin direnişini önce zayıflatmanın sonra da üzerinden rahatça oynanabilir hale getirmenin hesaplarını yapıyor.

Suriye’de Esed rejimine karşı ayaklanan Müslüman halkın karşısında yer almayı reddedip Şam’ı terk ettiği için Hamas’ı cezalandırma konusunda siyaset geliştiren İran’ın söylemlerine bu bağlamda daha çok dikkat etmek gerekiyor. Ehlibeyt Haber Ajansı olarak faaliyet gösteren ve doğrudan Ali Hamaney’e bağlı olarak çalışan ABNA isimli haber portalı yalan haber ve psikolojik savaş argümanları üretme hususunda öyle karanlık ve kirli işler tezgahlıyor ki akıllara durgunluk veriyor.

ABNA isimli psikolojik savaş üssünün yayınladığı son ‘analiz’in başlığı şöyle: “Hamas Suriye'ye nasıl ihanet etti”.  Nasıl bir analiz bu acaba derseniz şu cümleye bakmanız yeterli olacaktır: Filistin davasına yıllarca fedakârca sahip çıkan ve her türlü baskıları göğüsleyerek desteğini çakmayan Suriye rejimine karşı, Türkiye ve Katar ile işbirliği içerisinde tavır alan HAMAS’ın ihaneti unutulmamalıdır.” Ayetullah Hamaney’in haber sitesi açıkça BAAS rejimine karşı ihanet ilişkilerine giren HAMAS” gibi cümleler kuruyor ve “Filistin halkı bu ihanet örgütünden kurtulmak ve tarihsel direniş değerlerine sahip çıkacak yeni hareketin etkinleşmesi için çaba gösterme”ye davet edilmektedir.

Sisi’nin Sponsoru, Hamas’ın Hasmı

İran ulusçu ve mezhepçi siyasetiyle sadece Suriye ve Irak halkını değil Filistin halkını da cezalandırmak için sapkın ihtiraslarıyla ne yazık ki Rusya ve ABD’den sonra İsrail’i de memnun edecek stratejiler üretmektedir. Direnişin Altın Halkası Esed/Baas rejimi için Suriye topraklarını işgal edip halka karşı katliamlara girişen İran’ın Hamas’ı bitirme politikaları bakalım hangi türden kanlı bataklıklar üretecek?

Mesela bu bağlamda Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Gazze’de gerçekleştirilen İsrail katliamlarından üç hafta sonra yaptığı açıklama nasıl da derin bir kuşatmayla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor. Kral Abdullah’a göre Gazze’de bir insanlık suçu işleniyor ama İsrail’in ne adı geçiyor ne de ima ediliyor bu suç için.

Peki, Gazze’de kim insanlık suçu işliyor? Elbette Kral’ın işaret parmağı Hamas’ı gösteriyor ve diyor ki; "Teröristlerin ve terör örgütlerinin yaptığı İslam ile bağdaşmaz". Kral Abdullah çareyi de gösteriyor hemen herkese:  “Biz on yıl önce Riyad merkezli bir 'terörle mücadele' platformu kuralım diye teklifte bulunduk, ancak uluslararası toplumdan geri dönüş alamadığımız için hayal kırıklığına uğradık.”

Şimdi şöyle bir düşünelim: İslam Cumhuriyeti numarasıyla halkı uyutan böyle bir İran ve sözde ‘şeriatla’ yönetilen böyle bir Suudi Arabistan Krallığı İsrail, ABD, AB ve Rusya için mi umut olur yoksa mahrum ve mustazaf Müslüman halklar için mi?

Ayetullah Hamaney ve Kral Abdullah’ın hayal kırıklığına sebep olan meseleyi anladık mı arkadaşlar? Siz Batı’ya yönelik bu türden ‘ılımlı’ çağrıların sadece Fethullah Gülen’den yükseldiğini zannediyordunuz herhalde!