İnsanoğluna Yüklenen ‘Emanet’ Nedir?

İnsana yüklenen ‘emanet’in özü sorumluluk, sorumlu olduğu şey ise Kuranıkerim’le bize bildirilenler, bu sorumluluğu yerine getirmenin yolu da Allah’a ve resulüne itaattir.

Faruk Beşer, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında Kur’an’da geçen “insana verilen emanet” konusunu yorumluyor:

Ahzâb suresinin son iki ayeti, zor anlaşılır görülmüş ve müfessirleri bir hayli uğraştırmış. Önce ayetlerin mealini verelim:

‘Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar onu taşımaktan kaçındılar, ondan çekindiler, ama insan onu yüklendi. Çünkü o çok zalim ve çok cahil olabilir. Sonuçta Allah münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap eder, mümin erkeklerin ve mümin kadınların tövbelerini ise kabul eder. Allah Gafûr’dur/Günahları çokça bağışlayıp siler, Rahîm’dir/çok merhametlidir (Ahzab 72-73)’.

Kuranıkerim’de müfret/tekil olarak sadece bu ayette yer alan ‘emanet’ kelimesi Türkçe’de de aynen kullanılır. Sözlük anlamı güvenme ve güvenilme demektir. Güvenilip birisine teslim edilen şey de emanettir. ‘Mümin’ de bu kelimedendir ve ‘mümin’in en önemli vasfı güvenilir olmasıdır. Allah’ın isimlerinden biri de ‘el-Mümin’dir. Kendisine güvenene güven veren, onu güvenilir kılan demektir.

Allah’ın göklere, yere ve dağlara teklif ettiği emanet nedir?

Neden ayette özellikle gökler, yer ve dağlar zikredilmiştir?

Bu ayette kast edilen emanetin ne olduğu konusunda yirmiyi aşkın açıklamada bulunulmuştur. Sorumluluk, akıl, iman, ibadetler gibi… Ama bunların hepsinin ortak noktası sorumluluktur.

Emanetin özellikle gökler, yer ve dağlara teklif edilmesi, insanoğlunun bildiği en güçlü varlıkların bunlar olması sebebiyle olmalıdır.

Bunlarla Allah arasında böyle karşılıklı bir pazarlık gerçekte olmuş mudur? Yoksa işin ciddiyetine dikkat çekmek için bu güçlü varlıklar mı sayılmıştır? Doğrusu bu muhaverenin gerçekte olmuş olması imkânsız değildir. Belki içinde yaşadığımız bu varlık düzeyinden önceki bir varlık düzeyinde, tıpkı Âdemoğullarının zürriyetleri sırtlarından alınıp onlarla konuşulduğu gibi (A’râf 172), bu varlıklarla da konuşulmuş olabilir. Kaldı ki, bizim yaşadığımız bu varlık düzeyinde bile her şey Allah’la, hatta diğer varlıklarla iletişim halindedir. ‘Hiçbir şey yoktur ki, Allah’ı tespih ediyor olmasın, lakin siz onların tespihlerini anlamıyorsunuz’ (İsra 44). Hatta dağlar Davud (sa) ile birlikte tespih ederlermiş (Enbiya 79). Demek ki, bunu beşer bile hissedebilir.

Ya da göklerin, yerin ve dağların zikredilmesi bir temsildir. Yani teklif edilse bu güçlü varlıkların bile kabul edemeyecekleri bir yük insanoğluna yüklenmiştir, o halde sorumluluğunu bilmelidir denmiş gibi olabilir. Her halükârda insanın üzerindeki sorumluluk çok büyüktür, bu sorumluluğu yerine getirmemesi halinde zalim ve cahil olabilir.

Evet, bu emanet nedir?

Peki, insan nelerden sorumludur? Bu sorunun cevabının özü de Allah’a imandan ve itaatten olabilir. Çünkü Allah insanı bunun için yaratmıştır ve bunu anlayacak aklı ve yerine getirecek gücü ona vermiştir. Onun için emaneti akıl olarak da anlarlar.

Bundan sonraki soru şudur: İnsanoğlu sorumlu olduğu imanı ve itaati nereden öğrenecektir? Bunun cevabının da Allah’ın elçisi vasıtasıyla gönderdiği kitabından olacağı açıktır. Bu söylediklerimizin izlerini bizzat Kuranıkerim’de görüyoruz: ‘Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, siz onun Allah korkusundan boynunu büküp paramparça olduğunu görürdünüz. Bu misalleri biz insanlara düşünebilsinler diye veriyoruz’ (Haşr 21). Buradan göklere, yere ve dağlara teklif edilen sorumluluğun Kuranıkerim olduğunu söyleyebiliriz. Ona karşı olan sorumluluğun elçisinin sünneti doğrultusunda O’na itaat etmekle olacağını da yine Kuranıkerim’den öğreniyoruz: ‘Ey iman edenler, Allah’a ve resulüne hıyanet etmeyin ki, bile bile emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız’ (Enfal 27).

Demek ki, insana yüklenen ‘emanet’in özü sorumluluk, sorumlu olduğu şey ise Kuranıkerim’le bize bildirilenler, bu sorumluluğu yerine getirmenin yolu da Allah’a ve resulüne itaattir. Aksi takdirde emanete hıyanet edilmiş olur. Bunun sonucunda da insan çok cahil ve çok zalim olur. Çünkü o önce kendisine zulmetmiş olur. Kendine zulmeden başkasına acır mı?

Bu durum amele ve itaate dönüşmeyen bilginin ilim olamayacağını ve insanı cehaletten kurtarmayacağını da gösterir.Ayrıca bu cehaletin ve zulmün zirve noktasının münafıklık ve şirk olduğunu, bütün bu durumlarda kadınlarla erkekler arasında bir farkın bulunmadığını da anlarız. Ama kadın ya da erkek hangi hata düzeyinde olurlarsa olsunlar, tövbe etmekle kendilerini kurtarabileceklerini de anlarız.

Yine ayeti kerimenin yer aldığı surenin içeriğini hesaba kattığımızda meselenin Resulüllah’ın aile hayatıyla evlilikleriyle ve kadın erkek ilişkileriyle alakalı olduğunu da anlarız. İnsanların kendi anlayış, bilgi ve kültürleri sebebiyle Allah’ın belirlediği hayat biçimine ters düşmemeleri gerekir.

İslam Düşüncesi Haberleri

‘Kim’liğimizi unutmadan…
Bir musibet olarak boşanma
Eskimeyen putlar
İtikaf bir kutlu arınış, inziva bir görevden kaçış
İmam-ı Azam Ebu Hanife’den davetçilere nasihatler