İnsanın İrade Emaneti ile İmtihanı!

SİNAN ÖN

“Şüphesiz ki, bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad/11)

İslam toplumsal realiteyi dikkate alan “gerçekçi” bir dindir. Zaman ve mekan ayırt etmeden, dönem ve koşul öne sürmeden her durumda yaşanır. Hedefinde ise ideal olana doğru bir hareket vardır.

Hz Adem ile başlayan seçilmiş önderlerin getirdiği çağrı, toplumların sosyal, kültürel, coğrafi vb. özelliklerine göre şekillenmiştir. Her yeni gelen resul bir öncekini tasdik etmekle beraber tekamüle giden süreçte vahyi güncellemiştir. Bu güncellemede değişmeyen yegane gerçek ise; itikadi esaslar ve temel ahlaki ilkelerdir.

Hz Muhammed’e inen vahiy ile tekamüle eren İslam dini nihai kemale ulaşmıştır. Ancak bununla birlikte imtihan bitmemiş Allah inananlardan dinamik bir iman, zinde bir akıl ve itaatkar bir kul olmalarını, kriterlerine uygun olarak yeryüzünde adaleti tesis etmelerini istemiştir.

Aramızda peygamber olmaması bizim sorumluluğumuzu azaltmadığı gibi onun varisleri olabilme sorumluluğunu da biz müminlere yüklemektedir.

Bununla birlikte bize emanet edilen ve mükellefiyetimizin en önemli sebebi olan irade emanetine gereği gibi sahip çık(a)mayan insan zalim ve cahil sıfatlarını haketmektedir.

“İşin gerçeği Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk;  onlar ona ihanetten korktular ve üstlenmekten kaçındılar. Nihayet onu insan yüklendi. Ne var ki, o da zalim ve cahil biri olup çıktı.” ( Ahzap/72)

Allah ve resulüne itaat eden gerçekten büyük bir başarı elde etmiş olur. Emanete muhatap olan gökler, yerler ve dağlar büyük hassasiyet göstererek onu üzerlerinde tutmaktan şiddetle kaçındılar. Allah’a ram olup secde ettiler. İnsan ise; emaneti üzerine aldı. Ancak eda etmedi, gereğini yapmadı ve insan gerçekten cahil ve sürekli yanlış davranan bir zalim oldu.

Ali Tantavi; “Melekler, emrolundukları gibi hareket ederler. Güneş yörüngesinin dışına çıkamaz, suyun oksijen ve hidrojen oranı bellidir. İnsan ise tüm varlıklardan farklıdır. Allah ona akıl ve irade vermiş, iki yol göstermiş, istediğini yapabilmesi için seçme hürriyeti bahşetmiştir. Buna göre ayette geçen emanet ifadesi insanı cennete veya cehenneme götürebilecek fiilleri yapabilme iradesidir.” demiştir.

Bugünün cahiliyesi dünün şartları ile oluşmasa da tüm boyutları ile hayatımızda yer etmiştir. Vahiyle sabit cahiliye özellikleri olan Allah hakkında zanda bulunmak, Allah adına zanda bulunmak, asabiyet ve cahiliye yaşam tarzını benimsemek bugünde toplumu kuşatmıştır.

Burada modernizmin ortaya koyduğu müstağnilik yanında geleneğin ortaya koyduğu taassup birbirleri ile hak-batıl mücadelesi verdiğini iddia etmektedir. Ancak bu mücadele Allah hakkında zanda bulunanlarla, Allah adına zanda bulunanlar arasında geçmekte ve asabiyeti güçlü akım kendi cahiliyesi olan yaşam kültürünü topluma baskın kılmaktadır.

Toplumsal hareketler, toplumsal değişimi sağlayan temel mekanizmalardır. “İnsan kendinde olanı değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez.” ayeti değişimin sünnetullahını müminlere öğretir. Allah’ın değiştirmemesi iki yönlüdür. Emanete sahip çıkan toplum sapmadığı ve emaneti yitiren toplum harekete geçmediği sürece, Allah insanın durumunu değiştirmez. Yani Allah kullarından iradeleri doğrultusunda yaşamalarını bekler.

Toplumsal hareket konusunda çalışma yapanlar olguyu, salt batıya ait bir davranış biçimi olarak sunarlar. Batı dışı toplumlar oryantalist bir anlayışla direnişsiz, muhalefetsiz ve  iradesiz kitleler olarak tasvir edilir.

Tabi ki irade meselesi konuşulurken tevekkül, kanaat, sabır, zühd, takva, kaza ve kader kavramlarından azade hareket edilemez ancak bu kavramlar müslümanların kime, nerede ve ne zaman itaat etmeleri gerektiği konusunu tartışmalarına engel değildir. Tasavvufi boyutta algılanan bu kavramlar, bu ekol tarafından manevi mertebelere işaret etse de aynı zamanda bu ekol içinde cebri bir karakter taşıdığı da ortadadır.

Bu yüzden kaza ve kadere sünnetullah nazarında bakmak gerekir. Nihai hedefe ulaşmak adına ilerlemek “insanın çabasına bağlı kılınırsa” kendinde olanı değiştirme iradesi gösterilebilir. Sünetullaha uygun hareket eden toplumu, Allah değiştireceğini vaad ediyor.

Rızaya uygun değişim, sünnetullah olarak emredilen kuralları takip etmekten geçer. Allah bu koyduğu kuralları herhangi bir şekilde bozmaz. Bu yüzden iman eden kişi kendini bu sünnetullaha uygun düzeltmekle mükelleftir.

İlerleme anlayışının ahlaktan yoksun düşünülmesi mümkün değildir. İlerlemeyi, Aslolan türün devamı ve güçlülerin ayakta kalması mantığı ile algılamak sünnetullaha taban tabana zıttır. İman edenlerin kabul ettiği ilerleme anlayışı “bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım, size halis din olarak islamı seçtim” (maide/ 3) ayetinde buyurulduğu gibi nihai kemale ulaşmış vahiy eksenli olmalıdır. Böylece “nimete, emanete sahip çıkılan” her dönem iman edenler için ileri bir dönem olur.

Bugün “mümin yitik malını” aramaktadır. Arayış çalışma, gayret ve Allah’ın lütfu inancı ile birleşince anlamlı olur. Yoksa Batının ilerlemeci şablonlarını alıp toplum mühendisliği yaparak uygulamaya çalışmak ve bunu “ilahi emir” gibi takdim etmek “Allah adına zanda bulunmak olur” ki, bu bizim yıllardır çıkmaz sokağımızdır.

Müslümanlar uzun zamandan beridir savunmacı bir anlayışla hareket etmektedirler. Bu durumdan çıkış ancak organize olan, öz bilince sahip ve daha kalıcı bir strateji ile mümkündür. Artık zalimden alınan hakları bir kazanım olarak görme zaafından kurtulmanın vaktidir.“İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” ayeti insanı harekete geçirmeye yönelik anlaşılmalıdır.

Bu hareketin hedefinde emanete sadakat vardır. Bu sadakat insanın Rabbine, nefsine ve topluma karşı sorumluluğudur. Rabb’ini birlemek, ortak koşmadan ibadet etmek, her zaman O’nu görüyormuş gibi davranmaktır. Nefsini Allah’ın emrettiği yerde kullanmak, yasaklardan uzaklaşmak, dünya ve ahiretteki tehlikelerden uzak tutmaktır. Toplumun hakkını gözetmek, insanları aldatmamak, eşyaya zarar vermemek, başkasının hukukunu zayi etmemektir. “Ey iman edenler! Allah’a ve resulüne hiyanet etmeyin, aksi taktirde kendi emanetlerinize ihanet etmiş olursunuz” (Enfal/27) Emenete sahip çıkarak Allah’a iman etmek, hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşun reçetesidir.

İnsan önce emaneti üstlenmiş sonra unutup savsaklamıştır. Kur’an ile sonlanan vahiylerin merkezindeki ortak amaç emanetin hatırlatılmasıdır. Kur’an insana bu vazifesini hatırlatan ve mükafatın yollarını gösteren ilahi bir müfredattır.

İrade emaneti insanın son anına kadar geçerli bir hakikattir. Mükellef olma yaşına gelindiği zaman insan irade emanetini zımmen kabul etmiş olur. Mükellef olup da çocuk gibi hareket edilirse bu “sahte çocuksuluk” çocukların masumiyetinden değil “sorumsuzluktandır.” Bu ise bir kaçıştır ve her kaçış bir sorumsuzluktur.

Bu yüzden Allah insana, irade emenetini bahşediyor ve vahyi ile sürekli hatırlatıyor. “Umulur ki düşünüp öğüt alırlar” diye! Allah buyuruyor ki;

“ Dileyen iman etsin, dileyen küfretsin” ( Kehf/29)

“Kim hidayete ererse kendi lehine, delalete saparsa kendi aleyhine sapmış olur” (İsra/15)

“Benden isteyin ki vereyim” ( Mümin/60)

“Dileyen istikamet üzere yol tutsun” ( Tekvir/28)

“Başınıza gelen kendi yüzünüzdendir” ( Al-i İmran/165)

“Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık” (İsra/13)

“Kendi nefsinizde olanı kendiniz değiştirirsiniz”( Rad/11)

“İman edenler ve salih amel işleyenler kurtulmuştur” (Asr/3) 

İnsanoğlu ihanet üzerinedir, cahildir, nankördür. Bu cahilliği ve nankörlüğü emanete gereği gibi sahip çık(a)mamasındandır. Kadercilik yaparak irade emanetine, taklitçilik yaparak akıl emanetine, asabiyet yaparak makam  emanetine, dünyevileşerek servet emanetine, tek dünyalı bir ömür yaşayarak hayat emanetine ihanet etmektedir. İnsan kendisine nimet olarak sunulan melekelerini hatırlamalı ve iradesini iman yönünde kullanarak emanete sadık bir mümin olmalıdır. Esenlik yurdunun yolcuları ancak bu şekilde felaha kavuşabilirler...