İnsani İlişkilerimizde Ölçü

SİNAN ÖN

“O insanı bir alekadan yarattı!” der, Alak suresinde Kur’an. Lügatte “alek” maddesi, yapışıp ilişmek manasında, mutlak şekilde ilişken ve yapışkan bir nesneye denir. Bu anlam üzerinden hareket eden tefsir bilginlerinin geneli, yaratılışın maddi yönünü göz önünde bulundurup,“kan pıhtısının çoğulu” anlamıyla yetinirken, bazı âlimler ise kavramı,“en alçaktan en yükseğe yükselmek” şeklinde tefsir ederler.

Örneğin Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır; “Bir alakadan yahut sırf bir ilişikten bir insan yaratan ve mutlak surette yaratmak kendi şanında olan Rabbimiz, hiç okuma bilmeyen bir kimseyi de bir emri ile elbette okutur” diyor.

İnsan toplumsal ilişkilerden bağımsız bir varlık değil. Allah, insanın maddi anlamda fıtrata uygun ilişkisi üzerinden yaratışını anlatırken, bizlere yaradılıştan kazandırdığı sabık bilgiyle bir ilişkiler yumağı içinde var olduğumuzu da hatırlatıyor.Bu ilişkiler yumağı aynı anda bizim sosyal yönümüzün aynası oluyor.

Kur’an icazı sayesinde bizi düşünce sınırlarımızı zorlayacak diyarlara taşır. İşte o diyarlar, bugün bizim ihtiyacımız olan gerçek toplumsallığın, insani ilişkilerin, beşeri münasebetin ve alçaktan yukarı doğru yücelmenin, zeminidir. Özellikle aynı suredeki“oku” emri, insani ilişkiler ağı ile bilgilenmenin yakın ilişkisini bizlere gösteriyor.

“Rabbinin adıyla oku!”  Allah’ın yüce ismi ile oku. Bu emir, Hira mağarasında Hz. Muhammed'in zatına şiddetli bir sıkıştırma ile gelir ve yalnızca "oku" der. Hz. Muhammed "ben okuma bilmem" diye karşılık verir. Bu olay ikinci defa tekrar eder.

Biz biliriz ki ilk "oku" emri henüz Kur’an değildir. Okuma işine başlamak için hazırlayıcı bir emirdir. Kur’an, üçüncü defaki emrinde "Rabb'inin adıyla oku!" der. Artık ölçü berraklaşır ve sabit hale gelir.

Bu olaydan, Allah’ın yaratıcı vasfıyla Hz. Peygamber'i okur yaptığını, öğretici vasfıyla okunanı belirlediğini ve okunanın mânâsıyla da ilk vazifenin; yaratan, terbiye eden Allah'ı tanımak ve tanıtmak olduğunu anlıyoruz.

Çünkü "Sen Kur’an’dan önce bir kitap okumuyordun." Çünkü "Sen önceleri kitap nedir iman nedir bilmezdin." Kâinatı yaratan ve seni yaratıp yetiştiren Rabb'in seni kudretiyle okur yaptı, okunacak bir Kur’an, bir kitap indirmeye başladı. Öğretildiği gibi onu Rabbi'nin ismiyle başlayarak oku!

İşte hiç kitap okumamış, yazı yazmamış olan Ümmî Peygamber'e bu emir ile mu'cize olarak okunacak bir kitab verilmeye başlanmış ve kendisine yazmadan okuyacak, okutacak, emir yoluyla yazdırtacak bir kırâat kudreti ihsan buyurulmuştur. Böyle bir kırâat mucizesi nasıl mümkün olur? O Rabb'in ki yarattı, olmayan şeyi yaratmak kendisinin vasfı olan “Rabb'inin ismiyle oku!”…ki cevabını bulasın.

Bu yüzden “ikra”, sadece düz bir okuma değil;kırâatı da içine alan okumayı, anlamayı, anlatmayı, tebliğ etmeyi de kapsıyor. Bu da insanın hem bireyselliğine, hem de toplumsallığına dönük bir eylem ve ilk inen ayette insan tanıtılıp, insan ilişkileri anlatılıyor. Şöyle ki;

İnsan, insanla ve eşyayla ilişki içinde değilse asosyaldir, toplumdışıdır. İnsan olmanın ve fıtratının bilincinde değildir. İnsan suretinde görülse bile insan olma vasıflarını inkâr etmektedir. Bu haliyle sorumluluktan kaçan, aklını sadece kendi yararına kullanıp başkalarına değer vermeyen, tüm insanlığın yararına olması gereken görevlerine ihanet eden bir varlıktır.

Alaka kavramı ile bireyselliği ve toplumsallığı içinde barındıran birlikte yaşama olgusunu “oku” yani “bilgilen ve sorumluluk sahibi ol” emri ile birlikte değerlendirirsek; ulaşılan her bilginin, fıtrata uygun bir şekilde insanlığa kazandırılması gerektiğini anlarız. Bu eylemin temelinde sorumluluk vardır ve bu sorumluluğu tek başına yüklenebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla tüm iyi işleri birlikte yapmamız zaruridir.

Alak suresinde “Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir!” hatırlatmasını yapan yaratıcımız, müstağni olmanın azgınlaşmakla eşdeğer olduğunu vurgular.  

Müstağni; kendini ayrık gören, hiç kimseye ihtiyacı olmadığını zanneden kimseyi tarif ediyor. Bu sure bütünlük içerisinde anlaşıldığı vakit, özgürlük kavramının insan ilişkileriyle bezendiğini, aynı zamanda sınırlandığını ve hepsinden öte bu ilişkileri yaratan Allah’ın varlığı ve göstergeleri (ayetleri) olarak kâinatta bir Sünnetullah’ın olduğunu ifade ediyor.

İnsan bu Sünnetullah’tan ve ilişkilerden bağımsız (müstağni) değildir. İnsan insanla, tabiatla ve Allah’la ilişki kurmak zorundadır. Bizim için bu ilişkide önemli olan ise hak, adalet, özgürlük vb. temel ilkeleri nasıl anladığımız ve bu ilkeler için meşruiyet kaynağımızın ne olduğudur.

Materyalist felsefe ve dolayısıyla modern hukuk felsefeleri, insan ilişkilerini sadece doğa ve toplum çerçevesinde ele alırlar. Bu yüzden hak, adalet ve özgürlük kavramlarının birer ayağı hep aksak kalır.

Bugün eksikliğini ziyadesiyle hissettiğimiz hukuk ve onun yansıması olan adaleti sadece bireysel ve toplumsal saadeti sağlama işlevine indirgediğimiz sürece eksikliğini hissettiklerimize ulaşamayacağız. Aynı Şekilde hukuku sadece bir pozitif kurallar bütünü ve adaleti de sadece bir duygu yoğunlaşması olarak aldığımızda, bugüne kadar gerçekleşen ne ise bugünden sonra da aynı sonuca ulaşacağız.

O halde olmazsa olmaz olan hukukun yaygınlaştırılması, adaletin eşit ve orantılı olarak dağıtılması, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın ve gençlerimizin gelecek öngörülerinin sağlıklı olmasını isteyenlerin ilk elde yapılabileceklerini sıralayabiliriz.

-Bireysel ve toplumsal sorumluluklarımız kapsamında önce kişisel, sonra da birlikteliklerimiz içinde toplumsal görevlerimizi belirlemek; bunlara uygun gelecek öngörülerimizi gerçekleştirebilmek için yöntem ve eylem planı oluşturmak;

-İlişkilerimizle alakalı hak, adalet ve özgürlük gibi kavramları ilahi meşruiyet temelinde yorumlamak ve yaygınlaştırmak;

-Bu kavramları teorik zeminlerinden alıp hayatımızın birer parçası, olmazsa olmazları yapmak,tüm insanımızın bilgisine ve hayatına sokmak;

-Bu hedefe “kariyer kaprislerini tatmin ederek” veya “hayatı erteleyen” bir tembellikle değil, yapıcı bir tartışma sürecine eklemlenerek, katarak, bütünleşerek, bütünleştirerek ulaşmaya çalışmak;

-Hukukun yaygınlaştırılmasını, temel hak ve özgürlüklere ilişkin topyekûn mücadelenin bir parçası olarak görmek ve buna bir “dönüşüm projesi” olarak bakmak…

Bu teorik söylemlerin pratik karşılığı ise; tüm iktidar odaklarına karşı kazanılan bir mevzi ve birlikte hareket edebilme bilinci olacaktır.Birlikte hareket etmekten kastımız;“liberal-sivil toplumcu” bir anlayışla iktidarları meşrulaştırma hareketleri değildir. Pasifist ve umutsuz tezlerin hegemonyasından kurtulup, tabii hukukun yaygınlaştırılmasına inanan “özgürlüklerin teminatı olacak” bir özveriyle hareket etmektir.

Ve bu hareketin meşruiyeti ilahi ve doğal olmalıdır. Hak, adalet, özgürlük kavramlarını hukuk mantığı ile dokuyan, oluşturan kaynak, örnek olayla birlikte Kalem suresinde açıkça gösterilir. Orada yoksulun hakkı Allah’a ait bir paydır. Adalet, o payın yoksula verilmesidir. Bahçe sahiplerinin özgürlüğü onlara tanınan seçme hakkıdır ve en yüce olana teslim olduklarında gerçek özgürlüğe kavuşmuş olacaklardır. Yapmadılar, pişman oldular. Sanki yanlarında kendilerine inmiş bir kitap ya da Allah’tan aldıkları bir ahit varmış gibi! Hâlbuki özgürlük, sonunda pişmanlık olmayan bir şıkkı işaretleyebilmektir.

Bu erdeme ulaşabilmenin imkânı ise; pasifizm çemberini kırma çabasıyla donatılmış, özgür ve onurlu insanların dünyasında, şu an ve gelecek için, her yerde, düşünsel ve eylemsel pratikte, üstün bir adanmışlıkla var olabilmektir.

Bu uğurda; “izzet ve kudreti Allah’ın ve Allah’ın mazlum kullarının yanında arama” azminde olup, isyandan, içi boş feverandan bağımsız ve bağlantısız; bir duruş, bir konum sergileyenlere selam olsun.