İhvan’dan İran’a “Suriye Soruları”

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Mısır merkezli İhvan hareketinin üç önemli kolu bulunuyor.

Mısır, Filistin ve Suriye…

Mısır’daki kolu Mübarek rejiminin devrilmesiyle iktidara yürürken, İslami çevrelerde Sünni-Şii birliği yolunda ortaya koyduğu vizyonla sağduyulu bir İslami anlayışı da temsil ediyor. Filistin kolu ise Hamas adıyla Siyonist işgale karşı direnişin kalesi durumunda. Zorunluluk sebebiyle Suriye Baas’ıyla yolları kesişse de hem ideolojik hem de pratik olarak Esed rejimiyle soğuk ve zoraki bir ittifak durumunda. Bu ittifaka rağmen Baas’ın baskısını üzerinde hisseden Filistin İhvanı Hamas adeta dengelerin esiri olarak rehin durumda. Suriye İhvanı ise Baas’ın vahşi yüzüyle onlarca yıldır yüzleşiyor. Hama katliamından bugüne kadar ağır darbeler alsa da halen Suriye muhalefetinin en önemli unsuru durumunda. Merkez (Mısır) İhvanı ise hem Suriye hem de Filistin kollarının durumunu gözeten temkinli bir tavır içindeydi Baas rejimine karşı. Ama Suriye’de yaşanan son süreç bu diplomatik tutumun yerini daha reel bir tutuma bıraktı. Hem Hamas hem de Mısır İhvanı Suriye devletine karşı daha yüksek sesle konuşur oldular. Tabi bu tutum İran’a yönelik kullanılan vahdeti önceleyen ve sorunları sonraya öteleyen dilin yerine daha sorgulayıcı bir dile bıraktı kendini. Çünkü İran tıpkı 1982 Hama katliamında yaptığı gibi tüm ideallerini bir kenara bırakarak kendi pragmatizminin esiri olmuş durumda… Bu durum Sünni ve Şiiler arasındaki güvensizlik olgusunu daha da büyütüyor.   

Halid Hamza, İhvân-ı Müslimin Hareketinin İngilizce resmi web sitesi olan ikhwanweb’in  genel yayın yönetmenidir. İkhwanweb’de baş makale olarak yayınlanan ve bir dizi soru içeren yazısı İhvan’ın resmi görüşünü yansıtması açısından öneme haizdir. Bu sorular İran’ın Suriye politikasının zaaflarını göstermesi açısından da dikkat çekicidir.

İhvan’ın resmi web sitesinin genel yayın yönetmeni Halid Hamza’nın yazısını ve sorduğu dikkat çekici soruları sizler için çevirdik:

***

İran’a Sorular ve Suriye Devrimi İkilemi

Halid Hamza / Ikhwanweb

İran'ın "mezhepsel" bir yakınlıkla Esad rejimine destek verme motivasyonu söz konusu ise bu, kavramsal olarak hatalı ve yanlıştır. İran'ın Şii/Caferi Oniki İmam Doktrini ile Suriye rejiminin Alevi/Nusayri meşrepli anlayışı arasında hiçbir illiyet bağı yoktur.

1979 İran İslam Devrimi, özü itibariyle devrimci ve kendini yenileyen bir harekettir.

İran’ın ve Hizbullah'ın; işgal altındaki Golan topraklarını özgürleştirme yerine tüm askeri imkanlarını kendi halkını ezmeye yönelten Esed rejimine açık çek verir bir pozisyonda olduğunu söylemek de mümkün değildir.

Geçtiğimiz aylar Esed rejiminin İsrail’e karşı sözde direniş ve karşıtlık taraftarı rolünün ve bu yöndeki iddiaların asılsız olduğunu ortaya koymuştur. Esed rejiminin önde gelen isimlerinden olan Rami Mahluf, bu gerçeği şu şekilde dile getirmiştir: "Bu rejim İsrail'in güvenliğinin teminatıdır." İlerleyen zamanlar Şam rejimi ile Golan teslimiyeti arasındaki organik bağları ortaya çıkaracaktır.

"Direnişin meşruiyeti adına" Lübnan direnişine destek iddiasında olan Suriye rejimi bazı hesaplar ve çıkarlar uğruna İsrail ile karşılıklı yakın ilişki içerisindedir. Bu rejim, söylenenin aksine stratejisini ve yol haritasını dini, ahlaki ve insani minvalde yürütmemektedir. Her daim direnişten dem vuran Baas rejimi işgal altındaki Suriye toprakları için tek bir tankını dahi oynatmamış, tek bir askerini dahi kaybetmemiştir, hal böyleyken kaldı ki işgal altındaki bir karış toprağı kurtarsın! Bu durum açık iken İran ve Hizbullah, direnişi "desteklediği" için bu rejime desteğini sürdürmekle büyük bir hata işlemektedir ki bu rejim direniş bir yana İsrail’in güvenliğinin ve çıkarlarının müdafiidir. Bu İsrail ajanı hain ve hilekâr rejimin Suriye sokaklarına, halkına ve gençliğine karşı giriştiği saldırılar İsrail’in güvenliği içindir. Bu rejimin ifa ettiği rol Suriye gençliği ile İsrail arasında bariyer rolü üstlenmektir. Devrimci gençliğin amacı ülkelerinin ve topraklarının özgürlüğüdür ki, bu, nihai olarak Filistin’in özgürlüğüne gidecek olan bir süreçtir. Yarım yüzyıldan fazladır bu ülkeyi ve halkını kanla, ateşle ve demir yumruğuyla yöneten bu rejim devrimci Suriye gençliğine karşı giriştiği bu korkakça savaşı kaybetmektedir.

1- İran İslam Devriminin üzerinden geçen 30 yıl boyunca Suriye rejimi 67'deki yenilgisinden bu yana gerek Golan Tepelerinin gerek Filistin'in kurtarılması hususunda İran'dan destek talebinde bulundu mu?

2- Bu geçen 30 yıl boyunca Suriye rejimi İslami Devrim ideolojisi ekseninde bir evrilme içine mi girdi yoksa mevcut Baas Partisi doktrinini mi muhafaza etti?

3- Suriye rejimi; Hizbullah’ın Lübnan’ın işgalinden özgürleştirilmesine kadar olan süreçte gereklerini yerine getirdiği gibi devrim idealini ve halkın iradesini/gücünü içselleştirdi mi?

4- Güney Lübnan’ın özgürleştirilmesi örneğinde olduğu gibi niçin Suriye rejimi Golan bölgesinin özgürleştirilmesi için herhangi bir adım atmadı?

5- Neredeyse on yıl boyunca İslami İran’la savaşan Saddam Hüseyin’in Baas Partisiyle Hafız ve Beşşar Esed’in Suriye Baas’ı arasında ideolojik ve doktriner bazda farklılık var mıdır?

6- Saddam Hüseyin’in bir diğer kopyasından başka bir şey olmayan Beşşar Esed, ülkeyi İran İslam Devriminin kati prensiplerine ve değerlerine tamamen zıt şekilde Baas doktrininin düşünsel, ideolojik ve metodolojik öğretileri doğrultusunda şekillendirmemekte midir?

7- 30 yıldan beridir müttefiklik ilişkisi içerisinde olan İran, laik Baas tandanslı Suriye’ye İslami Devrim idealini ve rejimini bir model olarak ihraç edebilmiş midir?

8- Bir nebze de olsa Suriye rejimi manevi ve düşünsel bağlamda İran Devriminden bir şeyler almış mıdır?

9- Suriye, Hizbullah’ın herhangi bir savaşımına dâhil olmuş mudur?

10- Suriye Baas'ı İran İslam Devriminden hiç esinlenmiş midir? Bunun yanı sıra Suriye rejiminin entelektüel bağlamda model aldığı Saddam Hüseyin'in Irak Baas’ı örneğinde olduğu gibi direnişe -askeri ya da finansal- desteği sloganik düzeyde mi kalmıştır?

Hiç şüphe yok ki bugün büyüme ve gelişme sürecinde olan Suriye devrimci hareket modelini gözlemleyen bir araştırmacı Suriye devrimci hareketi karşısında sanki kendilerine zıtmış gibi menfi bir tutum ve yanlış bir konum alan İran ve Hizbullah direniş hareketinin bu tutumu karşısında hayrete düşecektir. Evet, durum hakikaten acayip ve şaşırtıcıdır. Suriye rejiminin gece gündüz medya organları aracılığıyla yaptığı Suriye’ye yönelik komplo temalı yayınlar, haberler İran yönetiminde söz sahibi bulunan figürleri ve             Hizbullah hareketinin entelektüel simalarını aldatmakta başarılı mı olmuştur? Bugünün Suriyeli devrimci gençleri; 30 yıl önce Şah’a karşı mücadele eden İranlı devrimci gençler, Mısır’da Hüsnü Mübarek sultasına karşı aylarca önce mücadele eden Mısırlı gençlerle aynı değil midirler? Eğer öylelerse niçin İran’da karar verme mekanizmasının başında bulunanlar ve Hizbullah liderleri ve entelektüeller Mısır’daki devrimci gençlerle empati kurup onlara kıymet verir ve bu devrimin değerinin hakkını verir de Suriye’deki devrimci gençliğin mücadelesini anlamada zafiyet gösterir? Niçin bu figürler iki hareket arasında basit bir mukayese ortaya koymaz ve bu iki devrimci hareket arasındaki benzerlikleri görmezler? (Esed rejimine karşı var güçleriyle bütün fedakârlıklarını ortaya koyan gençliğin durumu kendi halkına karşı kimyasal silahlar kullanmaktan çekinmeyen, İran İslam Devrimini henüz körpe bir bebek mesabesindeyken boğmaya çalışan Saddam Hüseyin’den farklı değildir.)

Bu figürler niçin İran halkının gerçekleştirdiği devrimle yaklaşık 2 yıl önce gerçekleşen Filistin halkının intifadası arasındaki bağı göremezler? Bugün itibariyle Suriyeli devrimci gençliğin özgürlük ve değişim hususunda Lübnan’daki Hizbullah mensubu gençlerden ya da Arap-İslam dünyasındaki diğer gençlerden ne eksik ne fazla aşağı kalır yanı yoktur. Hakikatte Suriye devrimi, Esed rejimi eliyle demirle, ateşle, yıkımla ifa edilen bu cürümlerine karşı ortaya koyduğu mücadeleyle (Suriye rejimine, Siyonist düşmana değil) özgürlük ve değişimi elde etme hususunda rüştünü ispat etmiş, günümüzde Arap ve İslam dünyasında gerçekleşmekte olan ve gerçekleşecek olan devrimler için bir esin kaynağı olmuştur. Bu ilhamın özünde inanç, izzet ve onur yatmakta olup değişime ve özgürlüğe bir davettir. Bu devrim 19. yüzyılın ortalarında Cezayir'de, 30 yıl önce İran'da veyahut içinde bulunduğumuz yıl içerisinde Tunus, Mısır ve Libya'da gerçekleşen devrimlerden farklı değildir.

Bugün İran ve Hizbullah’ın olayları değerlendirirken inancı, akideyi ve gerçek devrimci prensipleri referans alma yoluna dönmesi; hala esaret altında olan Kudüs'ün, Aksa'nın ve kutsal toprakların hakiki anlamda kurtulmasının ve özgürleştirilmesinin yolunun Filistin’in, Lübnan'ın, Suriye'nin, Ürdün'ün ve Mısır cephelerinin özgürleştirilmesinden geçtiğini görmeleri gerekmez mi?

Muhakkak ki İran ve Hizbullah bugün itibariyle bu devrimleri ve bu devrimlerin insanlarıyla ilişki kurmayı desteklemelerinin -rejimlerini değil- izlenebilecek en iyi yol olduğunu anlayabilirler. Aksi takdirde İran ve Hizbullah isteyerek ya da istemeyerek direnişe karşı başında, ismi Beşşar Esed olan bir diğer Saddam Hüseyin’in bulunduğu saldırgan ve komplocu Baasçı rejimi desteklemiş olacaklardır.