İhtiyaca Göre Tarih Yazıp Kahraman Yaratılabilir mi?

KENAN ALPAY

Hakikat asla aldatmaz, adalet kesinlikle kimseye zarar vermez. Bununla beraber hakikate sırtını dönen, adaletle arasına mesafe koyan kaybetmeye mahkûmdur. Ancak hırslar, ihtiraslar şaha kalkar da aklı felç ederse işte o zaman insan hakikat ve adaleti keyfine göre tanzim edebileceğini sanmaya başlar. Hakikatle oyun oynanamayacağını, keyfi yöntem ve söylemlerle adaleti tezyif etmenin bedelinin çok ağır olacağını öğreniriz öğrenmesine ama genellikle iş işten geçtikten sonra.

Sabun köpüğünden farksız pop kültürün pop siyaset ve pop tarih olarak da kitleleri kuşattığı iğreti ve tutarsız bir iklim ne yazık ki toplumun hemen bütün kesimlerini esaret altında tutuyor. Pop siyaset ve pop tarih ne derinlik ve tutarlılık kaygısı güdüyor ne de geçmiş ve gelecek arasında sağlam bir köprü kurma derdi taşıyor.

Her şey günü kurtarmaya, yanlış ve kötü bile olsa şimdilik faydalı olana endekslenmiş durumda. Bir nevi “iktidarını koru, gerisini bırak” modeli stratejik konsept gibi işliyor. Siyasi kadrolar tarafından ilaç sanılan popülizm önce bağımlılık oluşturup kısa bir süre sonra da makul, ahlaki, yapıcı ve kuşatıcı hareket etme melekelerini çürüttüğü için topluma karşı devlet merkezli otoriter ve totaliter yöntemleri teşvik ediyor.

İhtilaller Ülkesinde Hukuk Mücadelesi

27 Mayıs’ın 60 yıl dönümü dolayısıyla bir takım etkinlikler yapıldı, beyanatlar verildi, bilgi ve belgeler tekrar nazara verildi. İhtilal mahkemelerinin kurulduğu ve idam kararlarının alındığı Yassıada, 27 Mayıs darbe sürecinin ne denli barbarca işlediğini canlandıran bir açık hava müzesine çevrildi mesela. Demokrat Parti Hükümeti’ni silah zoruyla düşüren, yüzlerce siyasetçi ve bürokratı en rezil muamelelerle cezaevlerine tıkan askeri cuntacılar lanetlenirken idama sürüklenen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın mazlumiyeti vurgulandı. Hukuk Fakültesi hocalarının ihtilalcilerin emir subayı gibi davranışı da gazetelerin ihtilalci eşkıyalara çanak tutan bültenler gibi yayınlar yapmış olması da bütün çirkinlikleriyle teşhir edildi.

Bu yılki 27 Mayıs anmalarında tuhaf bir şey daha oldu. Milli Birlik Komitesi’nin hukuku çiğneyen, halkın iradesinin üzerine tank sürüp silah doğrultan eşkıyalığı lanetlenirken bir isim özenle istisna tutuldu hatta itinayla temize çıkarılmak istendi. Evet, tahmin ettiğiniz gibi dönemin en önemli ve başat aktörü Kurmay Albay Alparslan Türkeş’i 27 Mayıs ihtilalinin devasa günahlarından ayrıştırmaya yönelik gayretler geçmişte olup bitenlerle ilgili değil de bugün kurulan siyasi ittifaklarla ilgiliydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” olarak tanzim edilen Yassıada’da gerçekleşen törenlerde yaptığı değerlendirme şöyleydi: “Sürgüne gönderildiği Hindistan'dan idam kararlarının hukuki ve meşru olmadığını, insanlık duygularıyla uyuşmadığını belirterek trajediyi engellemek için çırpınan merhum Alparslan Türkeş'i rahmetle yad ediyoruz.

Tamam, Milli Birlik Komitesi içinde ihtilaflar yaşandı, Türkeş’in başını çektiği 14 kişilik bir grup tasfiye ve sürgün edildiler, doğrudur. Ancak 27 Mayıs ihtilalinin çekirdek kadrosunu kuran, yöneten ve ihtilalin bildirisini TRT Radyosu’nda okuyup Hükümeti devirdikten sonra Başbakanlık Müşaviri olarak görev alan kişi de aynı Alparslan Türkeş’tir.

Peki, ihtilal sonrasından vefat ettiği 1997 senesine kadar Türkeş’in 27 Mayıs’ı eleştirdiğine, Menderes ve arkadaşlarının idamına karşı çıktığına dair bir takım söylentilerden öteye sağlam ve geçerli bir belge var mı? Milli Birlik Komitesi içindeki ihtilafları tartışmak, tasfiye ve sürgünlere itiraz etmek gibi şahsi bir takım hesaplar dışında 27 Mayıs cuntasına dair esaslı, kalıcı ve yön tayin edici bir karşı çıkış sergilemedikten sonra hangi muhayyel “çırpınış” rahmetle yad edilmeyi haklı kılar? Aşikar olansa bu rahmetle yad edişin düne ait gelişmelerden değil bugüne ve yarına ait hesaplardan neşet ettiğidir. 27 Mayıs’ta Türkeş’in rolünü adaletle tartamayınca Bahçeli’nin 28 Şubat’taki rolüne nasıl sıra gelsin?

“Doğu Perinçek Amcan Bir Melekti Yavrum!”

İttifak ve ihtilaflara göre tarih yazmak, kahramanlar üretmek son derece tehlikeli sonuçlara gebedir. İttifak veya ihtilaf edilen siyasi kadro ve partiler değişince yeni baştan tarih mi yazılacak, hainler ve kahramanlar yeniden mi tasarlanacak? Bu sakat mantığın, bu çürük perspektifin ne siyasete ne topluma ne de hukuk devleti gayretine zerre miktarı katkısı olur.

Çarpıklık keşke orada kalsa, bin beteri tutarsızlıklar zafer yolunda atılan sağlam adımlar şeklinde takdim ediliyor. 28 Şubat darbe sürecini Genelkurmay Başkanı olarak yöneten İsmail Hakkı Karadayı’nın vefatının üzerine sarf edilen sözleri hafife almamak lazım. Normal şartlarda sokağa ancak yoğun bir tükürük sağanağı ve yuhalamalar altında çıkabilecek Doğu Perinçek’in bir günde 27 Mayıs ve 28 Şubat olmak üzere iki darbeye birden selam çakan pozisyonu görülen o ki muhafazakâr-demokrat hayranlarını bile hiç mahcup etmemiş. Yalan ve iftira paçalarından akan “Fabrikatör Perinçek ve Maocu –Kemalist Havarileri”nin hem 27 Mayıs’a hem de 28 Şubat’a alkışlar, tebrikler, sloganlar eşliğinde sahip çıkması nedense rahatsız edici bulunmuyor.

FETÖ’ye karşı en sağlam müttefik” gibi bir ayrıcalığı olmalı ki Perinçek ve ekibinin İslam’a ve Müslümanlara karşı sürdürdüğü iğrenç düşmanlıklar, darbe ve provokasyon tertipçiliği, Rusya ve Çin’in siyasi temsilciliği, Miloşeviç’ten Esed’e bütün despotik rejimlerin sözcülüğüne bile hayırhah bakılıyor. Darbelere karşıyız, darbecileri lanetliyoruz ama nasılsa 28 Şubat’ın stratejik bileşeni Perinçek ve kurmay kadrosu hemen her gece bir kaç kanalda birden topluma akıl veriyor, tarih ve siyaset öğretiyor. Tabi tabi, devlet aklının bir bildiği vardır elbet.

Boş verin tarihi, bir kalemde geçin toplumsal hafızayı, hepsini ihtiyaca göre kurgulayacak kadar imkân ve kudrete sahibiz” tekebbürü ikaz ve tavsiye pek kulak asmaz ama biz yine de hatırlatmış olalım. 27 Mayıs ve 28 Şubat’ın içinden iyi darbeciler, siyasi müttefikler çıkarmaya yeltenmek beyhude bir gayrettir.

Hakikat asla aldatmaz, adalet kesinlikle kimseye zarar vermez. Bununla beraber hakikate sırtını dönen, adaletle arasına mesafe koyan kaybetmeye mahkûmdur. Ancak hırslar, ihtiraslar şaha kalkar da aklı felç ederse işte o zaman insan hakikat ve adaleti keyfine göre tanzim edebileceğini sanmaya başlar. Hakikatle oyun oynanamayacağını, keyfi yöntem ve söylemlerle adaleti tezyif etmenin bedelinin çok ağır olacağını öğreniriz öğrenmesine ama genellikle iş işten geçtikten sonra.

(Yazar Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan bu yazısını Haksöz-Haber için genişletmiştir)