Hükümeti düşürmeye çalışmak askerin işi midir?

Abdullah Gül yeni Cumhurbaşkanı seçilmişti. 2007 yılının 30 Ağustos resepsiyonuna özellikle gitmek istedim.

Abdullah Gül yeni Cumhurbaşkanı seçilmişti. 2007 yılının 30 Ağustos resepsiyonuna özellikle gitmek istedim. Acaba askerler yeni Cumhurbaşkanı’na nasıl davranacaktı, acaba Cumhurbaşkanı resepsiyona eşini de getirecek miydi?

O gün zaten kısmen ‘olaylı’ geçmişti. Harp Okulu öğrencileri cephe selamını Cumhurbaşkanı’na doğru değil, komuta kademesine doğru vermişlerdi. Hitaplarda ‘Sayın Cumhurbaşkanım’ yerine ‘Sayın Cumhurbaşkanı’ denmişti.

Askerler, özellikle de komuta kademesindeki askerler için bir hayli yorucu olan 30 Ağustos bayram koşturmasının son durağıydı Genelkurmay Başkanı’nın verdiği geleneksel resepsiyon. Cumhurbaşkanı’nın gelişini kaçırdım, aslında nasıl karşılandığını da izlemek istiyordum. Ama herhalde olaysız ve usule uygun karşılanmış olmalı ki diğer gazeteciler bir şey demediler. Sonra kalabalık resepsiyon alanının kenarındaki bir düzlükte, yan yana dizilen koltuklarda komutanlarla birlikte oturuşunu izledim. Cumhurbaşkanı saygı görüyordu ama bu mesafeli bir saygıydı.

O gecenin izlenimlerini sıcağı sıcağına yazmıştım. Tamamen izlenim: İki tane devlet vardı sanki, biri normal devlet, biri de askerlerin devleti.

Sonuçta Abdullah Gül, Anayasa’da yazılan usuller uyarınca seçilmiş ve cumhurbaşkanı olmuştu. Ama daha içe sindirilmiş değildi onun Devlet Başkanlığı ve Başkomutanlığı.

Nasıl olur da içe sindirilmezdi, bunu anlamaya çalışıyordum. Sonuçta Anayasa ortada, yasalar ortada. Meclis daha yeni seçilip gelmiş Meclis, bir meşruiyet sorunu yok. Verilen oylar ortada.

Sırf siz beğenmiyorsunuz, benimsemediğiniz bir siyasi anlayıştan geliyor diye bir Cumhurbaşkanı’na saygısızlık yapılabilir miydi? Maalesef yapılıyordu, hala yapılıyor. Önümüz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı. Yine Cumhurbaşkanı’nın eşini göremeyeceğiz. Bu da bir saygısızlık değil mi, bir insana ‘Hayat arkadaşını buraya getirme’ demek? En azından gayrımedeni bir tutum.

Bu davranışlar zaman içinde aşıldı. O ilk günlerin ikili devlet görüntüsü ortada yok. Cumhurbaşkanımızın Abdullah Gül isimli eski Refah, Fazilet ve Ak Partili siyasetçi olduğu gerçeğini herkes kabullendi.

Ama 2007’nin 30 Ağustos’unda bu kabullenmeden eser yoktu. Çok iyi hatırlıyorum.

***

Bütün mesele şu tuhaf hiyerarşiden kaynaklanıyor. Bir halk var, devlet onun sahibi ve efendisi, devletin sahibi ve efendisi de ordu.

Oysa sıralamanın tam tersi yönde olması gerekir. Bir devlet var ve bir de ordusu. Halk da onların sahibi ve efendisi.

Evet, eğer rol olsun diye değil, öyle söylemesi şık duruyor diye değil, gerçekten demokrasi olacaksak sıralamanın böyle olması gerekir.

Yaşadığımız sıkıntılı dönemlerin, seçilmiş siyasetçilerin karar vermesi gereken konuların bile askere soruluyor olmasının vs. sebebi, henüz söylediğim sıralamaya geçilememiş olması.

Öyle olunca, asker, kendini sadece Meclis ve hükümetin değil, bir bütün olarak Anayasal düzenin de üzerinde görüyor, beğenmediği veya sakıncalı olduğunu düşündüğü siyasi iktidarları yıpratmak için, düşürmek için planlar hazırlamakta beis görmüyor, toplumu kendi istediği gibi şekillendirme ümidiyle beceriksiz mühendislik çalışmaları yapıyor, hatta ‘sivil toplum örgütü’ bile kurduruyor.

Bu ülkede askerin kendi görev alanına çekilmesinin zamanı geldi de geçiyor bile.

RADİKAL