Hukuki bir kavram olarak soykırım

Şahin Alpay

Osmanlı Ermenilerinin başına gelen büyük felaketin "soykırım" olup olmadığı konusundaki tartışmalarla ilgili olarak son zamanlarda okuduğum en dikkate değer yorum, Guenael Mettraux'nun 3 Nisan 2010 tarihli International Herald Tribune'da yayımlanan "The Hardest Word/En çetin sözcük" başlıklı yazısı oldu.

Uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanan sanıkların savunuculuğunu yapan ve "The Law of Command Responsibility/Emir Sorumluluğu Hukuku" başlıklı kitabın yazarı bir hukukçu olan Mettraux'nun yazısında vurguladığı hususları şu noktalarda toplamak mümkün:

Parlamentolardan Osmanlı Ermenileri'ne soykırım uygulandığına dair kararlar çıkarmak için baskı yapan çevreler, tarihsel gerçeğin saptanması için hukuki kesinliğin şart olduğunu savunuyorlar. Bu çabalara karşı çıkanlar ise, bazı suçlar işlenmiş olsa bile bunların soykırım niteliğinde olmadığını ileri sürüyor, bunların soykırım olarak nitelenmesinin milletlerinin tarihine silinmez bir leke süreceğine inanıyor. Bir uzlaşmaya varmak için iki tarafın da hukukun ötesine bakmaları zamanı geldi.

Geçmişte yaşanmış vahşetin hatırlanması, bunlara hukuki bir niteleme yapılmasını gerektirmez. Kayda geçirilip hatırlanması gereken, tarihte yaşanmış olgular, bir milletin katledilmesi ya da katledilmesine teşebbüs edilmiş olmasıdır. Parlamentolardan soykırım kararları çıkarmak isteyenler, uluslararası hukukun desteğini alma çabası içinde kendilerini verimsiz ve bölücü bir sonuca mahkum ediyorlar. Zira parlamentolarda yapılan tartışmalar tarihi olaylar hakkında yapılacak hukuki değerlendirmeler için gerekli adli incelemelerin yerine geçemez. Bu tür suçların ancak soykırım olarak nitelenerek kayda geçebileceği iddiası da geçerli değildir. Almanya'da Nazi rejiminin Avrupa Yahudilerine karşı işlediği suçlar Nuremberg mahkemesinde soykırım değil insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olarak cezalandırıldı.

Soykırım suçlarını da içeren uluslararası ceza hukuku, tarihin yargılanmasını değil kitlesel vahşete katkıda bulunan bireylerin cezalandırılmasını öngörür. Tartışmanın iki tarafı da kendine uluslararası ceza hukukunda destek bulabilir. Bu da tarihi yaraların kapanmasını geciktirir. Nitekim iki taraf çözüme ulaştıramadıkları bir hukuki konunun rehinesi durumuna geldi. Tarafların, inkar edilemeyecek tarihi gerçeklerin kaydedilmesi üzerinde odaklanmaları ve olayların hukuki nitelemesini başka bir zamana bırakmalarında yarar var...

Mettraux'nun vurguladığı, "iki tarafın da uluslararası ceza hukukunda kendisine destek bulabileceği" noktasından bakıldığında, CHP milletvekili Şükrü Elekdağ'ın 22 Nisan günü ABD Başkanı Obama'ya yazdığı açık mektupta yaptığı şu hatırlatmalar da kuşkusuz yerindedir:

"Uluslararası bir suç olan 'soykırım' bir uluslararası hukuk enstrümanıyla kodifiye edilmiştir. Bu enstrüman, 1948 yılında oybirliğiyle kabul edilen... 'Birleşmiş Milletler, Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'dir. Soykırım Sözleşmesi'nin II. maddesi suçu tanımlamış ve suçun mevcut olması için kanıtlanması gerekli olan objektif/maddi ve sübjektif/manevi unsurlarını belirlemiştir. Bir şahsın soykırım suçu ile suçlanabilmesi veya bu konuda devlet sorumluluğunun oluşması için, yetkili mahkeme tarafından suçun objektif ve sübjektif unsurlarının kanıtlanması ve bilhassa suçun özel kasıtla işlendiğinin saptanması gerekir...

"1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından oybirliğiyle kabul edilen, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi'nin 11. maddesi şöyle demektedir: Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır. Hiç kimse işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkum edilemez."

ZAMAN