Hocayı çok özlemiştik...

Can Dündar

1973’ün yine bir ekim ayıydı. Ben ilkokul 5’e gidiyordum. CHP’nin yeni genel başkanı, değişim rüzgârı estiriyordu.
Türkiye Avrupa Birliği’ne (o zamanki adıyla Ortak Pazar’a) girmeye çalışıyordu.
Ecevit, kontrgerillanın açığa çıkarılmasını istiyordu.
MİT’in Ecevit’in telefonlarını dinlediği iddia ediliyordu.
Türkiye seçime gidiyordu.
Ve Erbakan “İktidar olacağız” diyordu.
“İktidara gelirse herkes başını örtecekmiş. Erkeklere 4 kadına kadar izin verilecekmiş” deniliyordu.
Hoca bunlara gülüyordu.
* * *
Seçimden 3. parti olarak çıkmıştı MSP...
Ve biz Hoca’yla gülmeye o zamanlar başlamıştık.
Hiç unutmam; koalisyona girince CHP’li senatör Naci Cıdalı 4 kadınla izdivaç meselesini sormuştu Erbakan’a:
“-Artık iktidardasınız. ‘Taahhüd-ü zevcad’ ne zaman hayırlısıyla?”
“-İnşallah çok yakında... 449 oyla çıkaracağız.”
“-Meclis 450 kişi... Niye 449’la çıkıyor Hocam?”
“-Kanunun çıktığı akşam herkes evde karısına ‘O tek ret oyunu ben verdim’ diye yemin edebilsin diye...”
* * *
Arada Libya çadırındaki gibi diplomatik skandalları, “Kanlı mı geleceğiz, kansız mı” türü ürpertici beyanları olsa da genelde siyasetin vazgeçilmez rengiydi Hoca...
Hepimizin zihninde ya “ağır sanayi hamlesi”nden kalma bir öksüz temel görüntüsü vardır; ya Hoca’nın 100 bin uçak-100 bin tank yapma vaadi...
Ya “kadayıfın altı kızardı” esprisi...
O yıllarda Demirel’le yaptıkları önemli bir zirve toplantısının perde arkasını sonradan şöyle anlatmıştı:
“Süleyman içeri girdi. ‘Necmettin çok yorgunum, şöyle bir uzanayım’ dedi. Odamda bir kanepe vardı. Ayakkabılarını çıkardı. Uzanıp yattı. Biraz uyukladı. Sonra şurdan burdan konuştuk. İki eski arkadaş, güzel güzel sohbet ettik. Birkaç saat böyle geçti. ‘Hay Allah razı olsun, biraz açıldım’ dedi. Ayakkabılarını giydi, öpüştük, çıktı.”
* * *
Hoca’dan kopanların hepsi iktidar veya ihya oldu.
Refah Partisi’nin kadrosunu hatırlasanıza: Abdullah Gül o kadrodaydı. Tayyip Erdoğan da... Melih Gökçek de... Abdüllatif Şener de... Salih Kapusuz da...
Ama ne mutlu Erbakan’a ki bir ömür boyu yanından hiç kopmayan Recai Kutan gibi, Oğuzhan Asiltürk gibi, Şevket Kazan gibi yol arkadaşları da oldu.
Hafta sonu onları Hoca’nın arkasında gözyaşı dökerken görünce, bir zaman kapsülüyle çocukluğuma gitmiş gibi oldum.
Erbakan 1996’da Aksiyon dergisine “En son sinemaya lisede gittim” demişti. En sevdiği sinema kahramanları sorulunca “Lorel ile Hardi”yi hatırlamıştı.
* * *
1973 Ekim’inin üzerinden 40 seneye yakın zaman geçti.
Ben büyüdüm.
Oğlum ilkokulu bitirdi.
Türkiye hâlâ AB’ye girmekle uğraşıyor.
Memleket, kontrgerilla üzerindeki örtüyü kaldırmaya ve dinlenen telefonların faillerini bulmaya çalışıyor.
İktidarın herkesin başını örtme niyetinden korkuluyor.
CHP yeni genel başkanıyla değişebilmeyi umuyor.
Ve 84 yaşındaki Erbakan, “İktidar yakın” iddiasıyla, politikacıyı siyasi hırsının yaşattığını ispatlarcasına, (asansörle) siyaset sahnesine dönüyor.
Ebeveynimin ve benim neslime damgasını vuran “Hoca” üçüncü kuşağı devralıyor.
İster istemez, benim de gözümden yaşlar geliyor.

MİLLİYET