“Hayat kavgası”

Bir dönemin tanınmış işadamlarından birini yalnızlaşmış halde görünce, içim burkuldu...

Yanında sadece “bakıcı”sı vardı ve Hitler’in SS subaylarını andıran bu kadın, bir zamanlar hemen hemen herkese hüküm geçiren bizim meşhur işadamına talimatlar yağdırıyordu.

Şaşırdığımı, üzüldüğümü görünce, “Benim tercihim” dedi, “böylesi daha iyi.”

Eşi öldükten sonra, kendi tabiriyle, “yalnızlığı seçmiş”ti. Sonradan sohbet-muhabbet derinleştikçe, yalnızlığın kendi tercihi değil, onlara yüklü bir miras bırakmak için hayat boyu çırpınan eski dostumun çocuklarının tercihi olduğunu öğrendim.

“Çocuklarıma ayak bağı olmamak için böyle bir hayatı seçtim” derken, gözlerinin yaşarmasını engelleyememişti.

Hayatı “kavga” olarak algılayıp, “Param sayesinde hem ahir ömrümde huzur bulurum, hem de çoluk çocuğumu rahat ettiririm” düşüncesi içinde hayatını harcayan biri daha vardı karşımda.

“Ekmek kavgası” olarak girdiği çaba, sonraları “hayat kavgası”na dönüşmüş, “kavgada yumruk sayılmaz” anlayışı içinde kaç mazlumu kırıp dökmüştü. Nihayet hayatı kendisiyle kavgaya tutuşmuştu. Ve tabii kaybetmişti...

Hayata karşı verilen kavgayı kimse kazanamaz. Sadece kazandıklarını zannederler. Kazanırken kaybettiklerini ise, ancak hayatlarının sonlarına doğru fark ederler. Ama bu “fark ediş” bir işe yaramaz: Çünkü çoktan iş işten geçmiş olur!

Ne hazin bir tecelli!

Hayatı, kapitalist hayat görüşünün ürünü olan “kavga” şeklinde değil, İslâm tefekkürünün yaradılış hikmetine uygun mantığı içinde “infak” (yardımlaşma) olarak algılıyorum, ama arada bir kendimi “kavga” şeklinde yorumlanabilecek bir tutum içinde yakalıyorum.

Ne de olsa insan ortamdan etkileniyor. Bereket versin, ömrü “kavga” ile geçmiş eski dostların hali “ibret” oluyor. Kendimi toparlamaya çalışıyorum.

“Kazanım” gibi gördüğümüz (servet-şöhret, mal-mülk, vs.) ve uğruna bir hayat harcadığımız şeyler, günün birinde “düşman”a dönüşüp ruhumuza abanacaksa, vicdanımızı sıkacaksa, huzurumuzu kaçıracaksa, bizi yalnızlaştırıp tüketecekse, “değer” verdiklerimizin değersiz olduğunu bir gün fark edeceksek, pişmanlık içinde kıvranacaksak, öz çocuklarımız bile bizden yüz çevirecekse, bu “kavga”nın ne anlamı kalır?

Pek tabiî helâlinden çalışmak ve üretmek de bir nevi ibadettir.

Tüm vaktimizi dünyaya ayırmak, dünyalığımıza birkaç gram dünya daha katmak için hem ailemizi, hem ebediyetimizi ihmal etmek pahasına kazandıklarımız günün birinde en büyük kaybımız olabilir. Bu “hayat oyunu” bize çok pahalıya patlayabilir.

Unutmayın ki, hiç kimse lüks köşkünün salonuna gömülmüyor, hiç kimse lüks otomobili ile mezara konmuyor.

Sonuç birkaç metre bezden kefen, birkaç tahtadan tabuttur... “Dünya malı”ndan ahirete götürebildiklerimizin tüm dökümü bu kadar.

Ha, bir de “ruhuna fatiha” dileyen bir mezar taşı var.

Dünya bitmiş, “hayat kavgası” dâhil tüm kavgalar sona ermiş, tüm çırpınışlarla birlikte sayılı günlerin son günü, belirli nefeslerin son anı da çoktan tükenmiştir.

Pişmanlık ve perişanlık içinde, bir daha dünyaya gönderilmeniz halinde daha düzgün yaşayacağınızı düşünürsünüz, ama insanın yapısını bilen Allah bir “şans” daha vermez.

Kısacası, yaşamak için bu son şansımızdır.

YENİ AKİT