Hata mı, sabotaj mı?

İhsan Dağı

Sakın ha Kürt meselesinin çözümüne ilişkin umutlanmayın.

Başımıza taş bile yağar bu iş hakikaten bitecek gibi göründüğünde. Baksanıza, 'demokratik açılım'ın canlanma ihtimali belirince birden ilginç şeyler olmaya başladı. Leyla Zana pazarlığı 'bağımsız Kürdistan'dan açtı, TSK jetleri bir hava operasyonuyla Şırnak-Irak sınırında 35 kişiyi öldürdü.

Ya görünmez bir güç, dün olduğu gibi bugün de çözüm sürecini sabote ediyor, ya da bu işi götürenler yekten beceriksiz. Bir ihtimal daha yok değil; taraflar birbirlerine güvenmedikleri için riske girmek istemiyorlar. Dolayısıyla en ufak bir dirençle karşılaştıklarında geri çekiliyorlar.

Örneğin hükümet kanadı, 2009 yazındaki cesur girişimine rağmen Habur'la korkup geri adım attı. PKK'nın Tokat saldırısı da gelince süreçten 'çıkış' seçeneğine yöneldi. Bunu yaparken bir yandan da işi 'sessiz sedasız' Öcalan'la halletmeyi denedi doğrusu. O da olmayınca 'sorunu çözmek' yerine 'sorunu yönetmeyi' tercih etti. 12 Haziran seçimlerini de atlatmış olmak, bu arada, hükümeti rahatlattı, sorunun 'yönetilebilir' olduğuna kanaat getirdi.

Haksız da değillerdi. Millet terörle yaşamaya alışıktı zaten. 30 yıldır süregiden bir terördü bu. Üstelik zaman zaman yükselen şiddet eylemlerine rağmen AK Parti seçim kazanmaya devam etti, hem de Kürtlerin yarısından fazlasının oyunu alarak. Hükümet sonunda 'devlet'e hâkim olmuştu, ekonomi kriz dinlemeden büyümeye devam etmişti.

Bu koşullarda AK Parti'nin 'çözüm' adına siyasi riske girmesi anlamlı görülmüyordu. 'Güvenlikçi' söylem dirildi; PKK'yı değil sadece BDP'yi de dize getirme stratejisi uygulamaya konuldu. Ancak bu da AK Parti'nin sorunları çözmeye odaklı, demokratikleşme yanlısı kimliğini zedelemeye başladı.

İki başbakan yardımcısından 'açılım'ın yeniden başlayacağına ilişkin pozitif sinyaller böyle bir zamanda geldi.

Ayrıca, Kürt sorununu çözmek yerine 'ötelemek' partinin 'iddiaları'yla da çelişiyordu. Karşı tezler de vardı: Eğer 'yeni Türkiye' iddiası taşıyorsa, hükümet riske girmeli. Eğer gündeminde 'demokratikleşme ve sivil anayasa' varsa, riske girmeli. Eğer Türkiye'nin bölgede bir 'model' olduğu kanaatindeyse, riske girmeli.

İddiaları olan bir Türkiye için Kürt sorununun bir ayak bağı olduğunu hükümet çok dile getirdi. 2009 fırsatı heba edildi, ama şimdi konjonktür yine uygun.

ABD Irak'tan çekildi. Irak Kürdistan yönetimi sırtındaki PKK kamburundan kurtulmak istiyor. PKK, Kandil'de kaldığı sürece Türkiye ile devamlı bir 'savaş hali'nde olacaklar. Ayrıca güneylerinde sorunlar büyüyor. Maliki'den 'yeni Saddam' diye bahsedenlerin sayısı artıyor. Şiilerin merkezi yönetimine direnmek için Kürtlerin Sünnilerle işbirliği muhtemel görülüyor.

Böyle bir ortamda Türkiye ile de PKK yüzünden kavgaya tutuşan Irak Kürtleri şimdiye kadar elde ettikleri tüm kazanımları kaybedebilirler. Bunu istemiyorlar. Dolayısıyla bir çözüm çerçevesinde PKK'nın bölgeden çekilmesinden yanalar ve bunun için çalışıyorlar; PKK üzerine baskı kuruyor, müzakereler yapıyorlar.

Bu süreçte ABD de Türkiye'den yana ağırlık koyuyor. Obama yönetimiyle ilişkiler oldukça yakın. İşgalin ardından Türkiye'ye karşı Kürtleri tercih eden Amerikan yönetimi artık geride kaldı. Irak Kürtleriyle işbirliği yapan bir Türkiye istiyor ABD yönetimi ve bunun şartının da PKK'yı etkisizleştirmek, en azından Irak Kürdistanı'ndan çıkarmak olduğunun farkındalar. Yeniden Suriye'nin yedeğine düşecek bir PKK ise bölgede iyice yalnızlaşmış ve marjinalleşmiş olur.

Dolayısıyla Türkiye bu bölgesel ve uluslararası konjonktürü heba etmemeli, inisiyatif almalı. Bir yandan demokrasi çıtasını yükseltecek ve Kürtlere kimliklerini tam ifade edecek açılımlar sağlamalı, öte yandan da PKK'yı silahsızlandıracak imkânlar denenmeli. Çözüm ne Leyla Zana'nın açıklamalarına ne de TSK'nın hatalarına kurban edilmemeli.

Kürt meselesi şiddetle değil siyasetle çözülecekse 'demokratik açılım' sürecinin cesaretle devamı şart. Enseyi karartmayalım. Sadece karar verelim; iki 'faşist devlet'te mi yaşamak istiyoruz, yoksa demokratik bir Türkiye'de mi?

ZAMAN