Halep Orada, İnsanlık Kayıp?

KENAN ALPAY

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un “Suriye’nin Halep kentinde trajedi yakın” sözlerinin arkasına ilave ettiği “Biz Suriye rejiminin yakın dostu değiliz, hiçbir zaman da olmadık. Suriye’nin en yakın dostları Avrupa’da” cümlesinin anlamı nedir?

Halep diğer Suriye şehirleri gibi tanklarla kuşatılmış, savaş helikopterleri ve uçaklarıyla bombalanıyor. Halep’te yaşanan ve yaşanacak olan katliam ve yıkımlar da sadece Esed-Baas cuntasının akıbetinin göstergesi olmakla kalmayacak elbette.

50 yıllık Baas despotiziminin ve son 16 aylık katliam politikalarının suç ortaklarını ciddi bir telaş sardı şimdilerde. Esed’in bekasını sağlamaya dönük tutmayan planların sahipleri şimdilerde kanlı ellerini usulca yıkamanın yollarını arıyorlar. Rusya’nın muhaliflerle görüşme planları, İran’ın rejimle muhalifler arasında arabuluculuk teklifi, AB’nin Baas rejimine yönelik yaptırım planları gibi girişimler güvenli çıkış arayışlarının tezahürüdür.

Katliam Uyarısı ve Katliam Duyarsızlığı

BM Genel Sekreteri Ban-ki moon her zamanki gibi “katliam uyarısında” bulunuyor. İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague da ondan geri kalmıyor ve Halep’te “ciddi sayıda sivil kaybı yaşanabileceği” uyarısında bulunuyor. Bu sözlerin Sergey Lavrov’un “Halep kentinde trajedi yakın” uyarısından ne farkı var. Esed-Baas cinayet şebekesinin yanında olanla ‘karşısında’ olan arasındaki farkı bulabilmek deveyi iğne deliğinden geçirmek gibi zor bir zenaat.

Bu uyarılar kime, niçin yapılıyor? Silahlarıyla, diplomasisiyle, lojistik ve moral desteğiyle Esed-Baas diktasını ayakta tutan Rusya’nın dahi “trajedi uyarısı”nda bulunması sıradan bir gelişme değil muhakkak. Fakat bu uyarının kendisinden daha trajik ve de komik bir durum olabilir mi?

Türkiye’den yükselen tepki ve teklifler de bunlardan aşağı kalır gibi değil. Önemli bir örnek olması açısından CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun uyarısına bakmakta fayda var. Hükümetin Suriye politikasını bildik “yurtta sulh, cihanda sulh” statükoculuğuyla eleştirirken kurulan şu cümleler ne BM Genel Sekreterini ne de Rusya ve İngiltere dışişleri bakanlarını aratıyor.

Kılıçdaroğlu’nun söylediği şu sözler nasıl da çirkin bir kafa yapısı ve çürümüş bir siyasetle karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne seriyor: “Dış politikada ülkemizin çıkarları ağır darbe almıştır. Elin taşıyla elin kuşunu vurmaya çalıştık. Türkiye tam anlamıyla başı belaya giren bir ülke konumuna düştü. Biz, Türkiye’nin Ortadoğu bataklığına sürüklenmesini istemiyoruz.”

Elin taşı Suriye halkı, elin kuşu da Baas rejimi oluyorsa eğer bize ne ölenden, öldürenden. Biz bakalım ulusal çıkarlarımıza. Despotizme başkaldıran bir halkın katliama uğramasına da, Baas-Esed cuntasının kendi bekası uğruna katliam ve yıkımlara girişmesine de dönüp bakmayalım. Bu orta doğu bataklığı var ya, bu orta doğu bataklığı, bir milim olsun yaklaşılmasın oraya doğru! Tam da Kemalizmin ve Kemalist kadroların seviyesine, seciyesine, insanlık ve ahlak anlayışına uyumlu sözler.

Suriye Halkı ve Direnişi Bizim Neyimiz Olur?

Suriye’de Muhaberat ve Şebbiha rejimine karşı hiç bir zaman susmayan, sinmeyen ve zulmü içselleştirmeyen Müslüman bir halk var.

Suriyeli Müslümanlar, Esed-Baas rejimi gibi etnik veya mezhebi temeller üzerinde yükselecek ve hakim sınıflar dışındakileri ezip horlayacak bir “yeni rejim” için savaşmıyor. Baas-Esed rejimine başkaldırının amacı Muhaberatın kadrolarını değiştirmek, Şebbihaların dayandığı mezhebi-etnik potansiyeli başka bir tarafa kaydırmak hiç değil.

Suriye intifadasını kirletmek ve itibarsızlaştırmak için gerek Esed rejimi gerek İran ve gerekse Türkiye’deki ulusalcı-sol odaklar tarafından yapılan kara propagandalar tam da bu korku ve kaygıları kışkırtıp duruyorlar.

Düne kadar Kemalist kadrolar tarafından bir korku ve kışkırtma unsuru olarak kullanılan Kürt devleti söylemi şimdilerde Esedçi-Baasçı kadroların elinde muazzam bir karşı propaganda silahına dönüşmüş durumda. Türkiye’de Kürt varlığını inkar edip Kürt halkını ezen Kemalist statükoydu da Suriye’de bu despotizmin muadili sanki Baas-Esed rejimi değildi.

Despotik rejimlerin Kürt halkını elinde kullanılacak bir ‘kart’ tutabilecekleri düşüncesiyle siyaset üretmelerine fırsat tanımak Müslüman Kürt, Arap, Türk veya Fars toplumlarının lehine bir imkan değil olsa olsa çıkmaz sokaktır.

Tarih ve insanlık Suriye’de köklü bir değişim için, despotik statükoyu alaşağı edici ve eşine az rastlanır fedakarca bir mücadeleye şahitlik ediyor. Suriye’nin tamamında adaletin ve merhametin tesis edilmesi nihai hedef olmalıdır. Bu süreçte muhataplarımız (içinde bulundukları ağır şartlardan ötürü) bizlerden “fırsatı ganimete çevirmek” mealinde teşvikler bekliyorsa da esas olan her daim hakkın ve sabrın tavsiyesidir.