Gündüz ışığında karartma zordur

Mahut “belge” konusu yeni boyutlar kazanarak ve bence sarpa sararak devam ediyor. Son gelişmeler, tutuklanma ve sonra serbest bırakılma, “sarpa sarma”nın çarpıcı örnekleri. Türkiye’deki siyasi (geleneksel) yapılanmanın, “demokratikleşme”nin, daha pek çok şeyin kaderi, bu olayın seyrine sıkı sıkı bağlanmış durumda.

Belgenin ortaya çıkmasıyla birlikte, “cihat-i askeriye”nin, otomatik tepkisi, konuyu askerlik kurumu içinde kapatmak, “sivil mahkeme”ye giden yolları tıkamak, sözkonusu albayın sivil savcıya ifade vermesini önlemek olmuştu. Sonraki adımlar, önceki adımların niçin atıldığının cevabı gibi. Ama olay önemli bir olay; dolayısıyla “örtmek” yolunda yapılanlar, olanı daha da büyütmüş oluyor. Neredeyse, “Türkiye denen ülke nasıl bir ülkedir” adında “alegorik” bir oyun sahneye konuyor ve içeride, dışarıda, herkes tarafından seyrediliyor.

Askerî Savcılık, bu oyun içinde kendi rolünün gereğini yerine getiren albaya “Şu imzayı niçin böyle attın?” gibi basit sorular sormuyor ve belgenin Genelkurmay’dan çıkmadığına karar veriyor. Daha önce “Doğru çıkmazsa ne yapacağımızı görürsünüz” diyen Genelkurmay Başkanı bunun üzerine generallerini topluyor ve otuz iki kere “kâğıt parçası” dediği basın toplantısını yapıyor.

Genel çerçevede, bütün deneyimlerimle, bu toplantıda söyleneceklere hazırlıklı olmama rağmen, “hiç şaşırmadım” diyemem. Genelkurmay Başkanı’nın bu “alegori”ye kendini bu kadar bağlamasına şaşırdım.

Görece ikincil konulardan başlayalım: dünyada askerî yargının nasıl işlediğine dair sözde “örnek” diye bir şeyler söylüyorsun; hem de, birilerine “cahil” falan yollu hakaretler ederek bunları söylüyorsun. Bu memlekette “Öyle değil, böyle” diyecek kimse çıkmayacak mı? “Paşa bilmez ama dediği dediktir” fıkrası ilelebet geçerli mi olacak bu ülkede?

O general topluluğu bu ülkede nasıl karşılanacak? Ama daha önemlisi, dünyada nasıl karşılanacak, nasıl anlamlandırılacak?

Tabii asıl sorun, bu kargaşayı doğuran sorun, bu belge. Onunla ilgili bu derece kesin bir tavır alınması da benim için şaşırtıcı oldu. Daha temkinli bir tutum beklerdim. Ama “kâğıt parçası” retoriği, birkaç aşama sonra, “Sivil mahkeme bunun doğru olup olmadığına bakmamalıdır! Bu ‘sahteciliği’ kimin yaptığını araştırmalıdır” noktasına gelince, evet, doğrusu şaştım, çünkü bu dereceye varan bir “reddiye”, aslında çok ciddi bir “kabul” anlamı edinmeye başlıyor. Bütün o “36 general” dekoru falan da bu temel anlam çerçevesinde anlam kazanıyor.

O zaman mahkemenin albayı tutuklaması, mahkemeye bir üye ekleme kararı, bu üyeyle yeniden toplanan mahkemenin bu sefer tahliye kararına varması, bu doksan yıllık senaryoyu tanımlaması zor bir “vuzuh”, bir aydınlık içinde, olması gerektiği ve beklendiği şeklinde adım adım devam ettiriyor.

Bunun sonu nereye varır, bilemiyorum. Baykal ve CHP’si, herhalde ne beklenmesi gerektiğini biliyorlar ki, hem Cumhurbaşkanı’nın “ikna edilmesi” durumuna anlamlı imalarda bulunup hem de MGK bildirisinden mutlu olamadıklarını beyan ediyorlar.

Sonu nereye varır, bilemiyorum amma, şimdiye kadarki kısmının ne anlama geldiği, neyin nasıl yorumlanması gerektiği son derece açık. Genelkurmay Başkanı’nın ve çevresindeki generallerin bunu artık anlamaları gerekiyor. Birtakım kelimeleri heceleyerek söylediğiniz zaman, insanlar gözlerinin önünde cereyan eden bu olaya orada olmayan anlamlar vermeyecekler. Ne olduğunu insanlar görüyor, anlıyor. Süregiden ve sonunun ne olacağı cidden de belli olmayan bu cepheleşmede, kendisinin niçin o değil de bu cephede bulunduğunu bilmeyen pek az kişi var.

Bunlar öyle olaylar ki, birtakım mekanizmaların nasıl işlediğini örtmek için yaptıklarınız, nasıl işlediğini çok daha aydınlık bir biçimde ortaya seriyor. Çünkü olan olmuş, gerçekliğin projektörleri, ışıldakları yanmış; siz sahnede bir abajuru söndürmek için neler yapıyor, nelere başvuruyorsunuz, neleri kırıp döküyorsunuz, bunlar, o büyük ışıldakların ışığında herkes tarafından seyrediliyor.

TARAF