Gezici Vandallar Hukuk ve Merhamet Dersi Vermeye Kalkarsa!

RIDVAN KAYA

Darbenin başarısız olmasının hüznü ve hazımsızlığı içindeki kimi çevreler düşmanlıklarını darbeye karşı çıkan kitlelerin eylemlerini karalama üzerinden kusuyorlar!

Bugünler, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün Rabbimizin lütfu ve yardımıyla atlatılmış olmasının sevincini yaşadığımız günler. Alçak ve zalim darbecilere karşı ağır bedeller ödeme pahasına halkın büyük bir fedakarlık ve cesaretle direnmesi neticesinde elde edilen zaferin doğal olarak birlik, beraberlik ve dayanışma duygularını güçlendirdiği görülmekte. Sokaklardan gazete sayfalarına, siyasilerin açıklamalarından sivil toplum kuruluşlarının beyanlarına kadar her yerde etkisini gösteren kuşatıcı ve bütünleştirici söylemlerin yeterince dillendirildiği bir vasatta biz darbe karşısında halkın genelinden ayrışan tutum sahiplerinin kimi tavırlarına değinmeye çalışacağız.

Çokça dillendirilenin aksine 15 Temmuz darbe girişimi karşısında toplumun tüm kesimleri birliktelik ruhuyla ayağa kalkmış falan değildir. Evet, toplumun geniş kesimleri darbe girişimin belirginleştiği andan itibaren öfke ve kızgınlıkla sokaklara çıkmış ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısıyla meydanları doldurmuştur. Evet, bu insanlar toplumun kahir ekseriyetini teşkil etmektedirler ama tamamını değil!

Darbe teşebbüsünün püskürtülmesinin ardından herkesin askeri darbeye karşı olduğunu söylemesi yanıltıcı olmasın! Derin bir şekilde kutuplaşmış bir ülke olan Türkiye’de dünya görüşü itibariyle karşıtlık içindeki kesimlerin bu tür kritik bir gelişmeye aynı biçimde tepki vereceklerini düşünmek safdillik olur. Nitekim darbe gecesinden itibaren kalıplaşmış bir ifade olarak sıkça dillendirilen herkesin darbeye karşı meydanda kol kola olduğu iddiası altı boş bir temenni, bir ‘iyi diyelim iyi olsun’ yaklaşımından başka bir şey değildir.

Altını kalınca çizelim ki, o gece ve sonrasında sokaklarda herkes yoktu! Çok büyük bir ekseriyetle sokaktaki topluluk çeşitli renkleriyle İslami camiayı oluşturan yapılardan, AK Parti seçmenlerinden ve genel manada da toplumun dindar kesimine mensup kitlelerden oluşmaktaydı. Zaten meydanlara hakim olan görüntü, sloganlar ve her şeyden önemlisi de darbecilerce katledilen sivil vatandaşların ortak profili bu durumu gözler önüne sermekteydi.

Haddi zatında bu olguyu ulusalcı, sol ve laik kesimin tepkilerinden de net biçimde görmek mümkündür. Darbe kalkışmasının kısa sürede atlatılmış olması dolayısıyla, Mısır darbesi karşısında yaptıkları gibi ‘diktatörlük’ eleştirisi üzerinden darbe güzellemeleri yapmaya fırsat bulamayan bu kesimler farklı tavır ve tepkilerle ‘darbe karşıtlarının karşısında’ yer almayı tercih etmişlerdir. Bu tutumlarını da bazen darbe girişiminin aslında Erdoğan’ın bir oyunu, kurgusu olduğu türünden saçmalık düzeyi bir hayli yüksek komplo teorileriyle dillendirirken, bazen de sokaklara çıkan darbe karşıtlarının erlerin kafasını kestiği, işkence yaptığı türünden yalanlarla desteklemeye çalışmışlardır.  

Aklını Tayyip Erdoğan ile bozmuş komplocuların deli saçması tezlerini tartışmanın lüzümsuzluğu açık. Bu yüzden “böyle darbe mi olur?” edepsizliğiyle akılları sıra darbenin bir tiyatrodan ibaret olduğu tezini işlemeye çalışanların söylemlerinin aslında örtük biçimde daha başarılı ve etkin bir darbeye duydukları hasreti de yansıttığını kaydederek geçelim!  Ve Erdoğan’ı hedef alan darbeye doğrudan destek veremedikleri için içlerindeki düşmanlığı ‘darbe karşıtlarına karşıtlık’ tavrıyla ortaya koyanların söylemlerine göz atalım.

Daha ilk andan itibaren darbeye direnenleri karalamaya yönelik propaganda kampanyası yürütenlerin tutumlarına baktığımızda söz konu kesimlerin İslami kimliğe ve Müslümanlara iflah olmaz bir düşmanlık içinde olduklarını net biçimde görmek mümkün. Erlerin kafasının kesildiği türünden iddiaları sistematik biçimde yaymaya çalışanların kimler olduğuna dikkat etmek lazım. Sadece şeriatçı avına çıkmış sol siteler ya da sosyal medyada sallayan tiplerle sınırlı kalmayan bir ruh halinden söz ediyoruz. İşte CHP Genel Balkan Kemal Kılıçdaroğlu yalan-uydurma olduğu açıkça ortaya çıkmasına rağmen ‘başı kesilen er’ yalanını üstelik de bir cenaze töreni esnasında Genelkurmay Başkanına ısrarla ‘tebliğ’ etmekten vazgeçmiyor.

Birtakım görüntüler üzerinden darbe karşıtı direnişi karalama çabaları da aynı hazımsız ve iftiracı tutumu ortaya koymakta. Onlarca insanın tanklardan, helikopterlerden açılan ateşle paramparça edildiği, insanların üzerine tankların sürüldüğü, vücutlarının ikiye ayrıldığı olaylar sırasında galeyana gelmiş halkın yakaladıkları bazı askerleri dövme görüntüleri üzerinden yürütülen polemiğe bakar mısınız? Bunca vahşeti görmezden gelip belindeki kemerle darbe uşaklarını dövmeye çalışan vatandaş üzerinden ‘işkence’, ‘IŞİD kafası’, ‘şeriat düzeni’ vb. kavramları tedavüle sokmaya çalışanların niyetleri de, tavırları da ahlaksızlıktan başka nasıl tanımlanabilir ki?

Üstelik de bu tür polemikler üzerinden İslami camiayı insafsızlıkla, merhametsizlik ve hukuksuzlukla suçlayanların kim olduklarına baktığımızda durum çok daha vehamet arzetmekte. Gezi kalkışması sırasında ortalığı yakıp yıkanlar, belediye araçlarını yağmalayanlar, kamuya ait binaları, araçları alt üst edenler, toplumda büyük bir korku havasını hakim kılanlar bunlar değil miydi? Şimdi karşımıza geçip halka tankla ateş açan erlerin dövülmesinin hukuksuzluğunu hatırlatanlar Ethem Sarısülük’ün öldürülmesinin hemen öncesinde Kızılay meydanında Sarısülük’ü vuran polisi onlarca kişinin taş yağmuruna tutmasına en küçük bir itirazda bulunmuşlar mıydı? Sıradan bir gösteride dahi, göstericilerin arasında kalan ve görevi emniyeti sağlamak olan polisleri vahşice linçe tabi tutanların, insanlığı, merhameti ancak darbecilerin talimatıyla halkı katleden askerlerin kemerle dövülmeleri karşısında hatırlayabilmiş olmaları ilginç değil mi?

Polislerin attıkları gaz fişekleri ya da Tomalardan sıkılan sular üzerinden büyük bir zulüm söylemi üretenler, bunlara karşı sokağa çıkılmasından büyük bir direniş edebiyatı üretenler tanklarla insanları biçen, oluk oluk kan akıtan darbecilere ne hikmetse gayet müşfik ve sevecen duygular besleyebiliyorlar!

Bugüne kadar PKK’nın pusu kurarak, tuzağa düşürerek katlettiği askerlere, polislere yönelik eylemleri bile “savaştır, karşılıklı zayiatlar verdirilir” mantığıyla savunmaktan, meşrulaştırmaktan çekinmeyen kimilerinin dahi şimdilerde asker sözcülüğüne soyunmaları ikiyüzlülükten başka neyin göstergesi olabilir ki?

Ortada çok net bir tablo mevcut. Darbe kalkışmasının İslami duyarlılığa sahip kitleler tarafından, tekbirlerle, İslami şiarlarla bastırılması İslami kimliğe ve Müslümanlara düşmanlığı ideolojik bir kimlik haline getirmiş laik-Kemalist-sol-kesimlerin hazımsızlığını, kinini, hasedini derinleştirmiştir. Gezi kalkışması sırasında polisin sınırlı müdahalesini bile büyük bir zulüm olarak tanımlayıp, buna karşı tepkileri ‘devasa bir direniş destanı’ olarak pazarlayanlar, tankların karşısına çıplak elleriyle çıkıp sadece tekbirlerle direnen ve darbecilerin katliamlarına rağmen geri çekilmeyen dindar halkın kararlılığını, fedakârlık ve haklılığını karalama telaşıyla hepten seviyesizleşmekten kendilerini alamamışlardır. Bu ikiyüzlü, ahlaksız zihniyete denilebilecek şey sadece şudur:  “Kininizle geberin!”