Geleceğin ihtilafı: Mehdi veya 12. İmamın zuhuru

Ali Bulaç

Sünni dünyada bazı bilginlerin rezerv koymasına rağmen genel çerçevede "mehdi"ye inanılmaktadır. (Mehdi inancının kritiği için bkz. Avni İlhan, Mehdilik, Beyan Y., İstanbul-1993) İnanca göre sadece şanı yüce Allah'ın bildiği bir zamanda Efendimiz'in soyundan gelme ve 'haberi ahad'la haber verilen mehdi zuhur edecek. Şiiler bunun gaybubet halindeki 12. İmam olduğuna inanmaktadırlar.

Şu veya bu, aktüel durumda her halükarda 12. İmam veya mehdi henüz zuhur etmediğinden, iş gelecek zamana kalmış demektir. Mehdinin kimliği üzerinden bir çatışma çıkarmak caiz değildir.

İmam'ın zuhuruna kadarki sürede siyasal rejim sorunu ve modeller konusu sadece Sünniler ve Şiiler arasında değil, Şii dünyada da tartışmalıdır. Öyle de olsa, iki mezhebin aktüel siyasi modelleri arasında dikkate değer bir "yakınlaşma" söz konusudur. İmam Humeyni'nin mezhepler tarihine geçen içtihadına göre, mehdinin zuhurunu beklerken işleri kendi haline bırakmak, zulüm ve baskıların artmasına göz yummak çare değildir. Mehdi niçin zulümlerin çekilemez hale geldiği zamanda zuhur etsin? Niçin bataklıkta gül bitirmeye çalışalım? Mehdi'nin gelişini bir gül bahçesinde karşılayalım, İslam cumhuriyetinde ilahi hükümleri tatbik ederek adaleti, hakkaniyeti, refahı ve özgürlüğü, yüksek ahlaki hayatı tesis edelim. Mehdi zuhur ettiğinde, yeryüzünün tamamına hidayeti ve adaleti yayma mücadelesine giriştiğinde biz de onun neferleri olacağız.

İmam Humeyni'ye göre, mehdinin zuhuruna kadar İslam'ı hâkim kılacak ve adaleti tesis edecek olan makam Velayet-i fakih olabilir ancak. Velayet-i fakih içtihadıyla sorun kısmen çözülmüş gözükse de Iraklı büyük Şii âlim ve merci-i taklid Ayetullah el Uzma el Hoi Velayet-i fakih görüşünü benimsemiyordu. Azeri merci-i taklid Ayetullah Şeriatmedari ve daha birçok Ayetullah da bu içtihadı benimsemedi.

İran'daki rejimin kendini "cumhuriyet" olarak tanımlaması Şii siyaset geleneği açısından önemlidir ki, meclis üyeleri halk tarafından "seçilmek"te, kadınlar da oy kullanmaktadırlar. Velayet-i fakih, merci-i taklid derecesinde biri tarafından doldurulduğuna göre, Naib-i imam olan zat, "seçimle" belirleniyor demektir. Bu Sünni-Şii siyaset gelenekleri arasında gözden kaçırılmaması gereken önemli bir yakınlaşma (takrib) noktasıdır. Bu noktadan sonra Şii siyaset çizgisindeki Velayet-i fakih veya Sünni gelenekle ilişkili zamanın şartlarına uygun nasıl bir yönetim biçimi olması gerektiği (niteliği, şekli, kamu otoritesinin yetkilerinin kapsamı) türünden sorunlar her iki mezhebin müçtehitleri tarafından ele alınmayı ve geliştirilmeyi gerektirmektedir. Dikkate değer hususlardan biri şu ki, sert Selefi gruplar klasik 'Harici radikalizmi'ne yönelirken, Sünni çatı altındaki ana gövdenin bilginleri ve siyasetçileri 'Batılı-demokrasi'ye yakın siyaset veya yönetim biçimleri geliştirebildi sadece; İran ise kendi İslam ve mezhep geleneğinden Velayet-i fakih adı altında farklı bir model türetti.

Şu nokta önemlidir: Velayet-i fakih, Naib-i İmam dahi olsa, konumu gereği masum değil en üst düzeyde müçtehit olduğundan ve bir kurul tarafından seçimle bu makama getirildiğinden, tarihi Sünni model "müçtehit Halife" tipolojisine yaklaşmış görünmektedir.

Bu konuda en büyük sorun 12. İmam'ın "masum ve mehdi" sıfatıyla zuhurunda ortaya çıkabilir. Bence bunu zuhur zamanına ve o günkü Sünni ve Şii Müslümanların takdirine bırakmamız lazım. "Mehdi"ye veya "12 İmam"a inananlar, "zuhur zamanı"nda kendi sınavlarını versinler, biz kendimizi bununla meşgul edip geleceğe ilişkin bir konuda ihtilafa düşmeyelim.

Tarihî zamanların kendiliğinden çözdüğü ihtilafları tekrar tekrar pişirip gündeme getirmek, zamanın sardığı yaraları deşmek fitneye kapı açmak olduğundan haramdır; zamanı gelmemiş, vuku bulmamış konularda görüş ayrılıklarını çatıştırmaya dönüştürmek de öyledir. İslam fıkhının en güzel tarafı kodifikasyona yabancı olup günün somut meselelerine çözüm getirmeye yönelmesi, farazi konulara pek iltifat etmemesi değil mi? Geçmiş geçmiştir, gelecek henüz gelmemiştir. Biz "vaktin çocuğu"yuz. Bugünü Müslümanca ve kardeşçe yaşamaya, vakti gelmiş ibadeti eda etmeye çalışalım.

ZAMAN GAZETESİ