Geçmiş/gelecek

CHP gene gündemde! “CHP, sol bir parti olabilir, olacak mı?” Bu “çok” önemli soru karşısında, baktım, bizim gazetede bile görüşler “muhtelif”. Ben öteden beri bu konuda Yıldıray Oğur ve Melih Altınok doğrultusunda düşünürüm; ama Ahmet Altan bizlerden daha iyimser. Bu sabahki yazısında, niyet etmezse bile “ileri” sonuçlar veren bir yeri olduğunu söylüyor ki, bu, katılmasanız dahi incelenmesi gerekli bir iddia.

CHP’nin “sol” bir “rol” üstlenip üstlenemeyeceği sorusunun yeniden gündeme gelmesi, BDP genel başkanının seçim ittifakı çıtlatmasına CHP’den olumlu bir cevap gelmesiyle gerçekleşti. Ardından, Selahattin Demirtaş’ın Türkiye’nin temel kafa karışıklığını devam ettiren “sol cephe” sıralaması geldi. Burada, CHP ve BDP’nin yanında, ÖDP ve EMEP gibi parti adları da geçiyor. Yani geçirdiğimiz referandumun “hayır”cı ve “boykot”çu özneleri. Bu adımı atan Demirtaş, Birgün gazetesinin attığı mantıken tutarlı adımı da atıp MHP’yi de katmalıydı, “sol cephe”nin içine; TKP’yi de, “Türk Solu” çevresini, Perinçek’i de katmalıydı. Ama bazı şeyler bu adımı atmasına engel oluyor, anlaşılan. O “bazı şeyler” belki de Türkiye’deki “Kürtlük olgusu”nu kuşatan “nesnel ve gerçek durum”dur.

BDP’deki bu bakış açısının kaynaklarından birinin Abdullah Öcalan’ın düşüncesi olduğu daha çok “karine” yoluyla çıkarsanabiliyor. Ben o cihetten gelen mesajları doğrudan izlemiyorum, ama sağda solda uçuşan sözlerden Öcalan’ın bu iş çözülecekse, sorunu yaratanla, yani devletle çözmekten yana olduğunu çıkarıyorum. Bu, bir genelleme olarak alındığında, mantıksız bir düşünce değil. Türkiye’de Kürt varlığının ta başından itibaren bir sorun olarak algılanması ve toplum biçimlendirilmesinde, bunun çeşitli aşamalarında verilmiş kararların “Kürt sorunu” gözetilerek verilmesi öncelikle bu geleneksel “devlet bakışı”nın ürünüdür. Böyle olduğuna göre, bu devletin onaylamayacağı bir anlaşma veya uzlaşma daha baştan “hükümsüz” olur. Onun için de, şimdiye kadar birbirini muhatap saymayan iki tarafın çözüm için asıl kendilerinin muhatap olduğunu anlamaları ve bunu böyle kabul etmeleri gerekir.

Dediğim gibi, bu çerçeve içinde bakmak “mantıksız” değil, ama bence yeterli de değil. “Yeterli” değil, çünkü “çerçeve” bu değil. Demirtaş, gerçek kaynak oysa Öcalan, yalnız “Kürtler” açısından bakarak konuşuyorsa, bu anlaşılır bir şey olabilir ama durumun bütününü açıklamaz. Türkiye, tarihi boyunca, dokunduğu her şeyi, yalnız Kürtleri değil etnisiteyi, yalnız Sünniliği veya Aleviliği değil dini, “sorun” haline getire getire, kendisini kendi için en büyük sorun haline getirmiş bir toplumdur. Bugünkü sorunu da bu eski “kendi” olmaktan çıkmak ve normalleştirmektir. Bunun yolu da “demokrasi”dir. Bu çıkış “sağ” bir rota mı izleyecek, daha “sol” bir rotaya oturabilir mi, bunlar da önemli konular ve elbette onlar üzerinde konuşacağız, konuşmaktan öte eylemde bulunacağız. Ama gidilen yolun kendisi “demokratik” olmak zorunda. Bu, senin, benim, berikinin tanımlayacağı bir “demokrasi” ile özdeş olmayabilir –öyle tanımlanabilecek bir demokrasi yok zaten. Ama temel çizgileri, temel karakteri var, Türkiye’nin bugünkü gidişini de o belirliyor.

Bu toplumda, başta Kürt konusu, her şey bu sihirbazın, bu Cumhuriyet Devleti’nin belirleyici varlığı altında biçimlenmiş. Şimdi onun içinde dahi, onun varlık biçiminin artık değişmesi gerektiğine inananlar var –ama inanmayanlar, inanmamaktan öte, değişimi durdurmak için her şeyi yapanlar da var. “Anlaşma” ve “uzlaşma” olacaksa onlarla değil, onlara rağmen olacak. Bunun yolu da onları izole etmek, yalnızlaştırmak ve güçsüzleştirmek. 2010 sonlarının ve önümüzdeki yılların Türkiye Cumhuriyeti’nde bu artık mümkün, çünkü genel koşullar bu zemini yaratıyor.

CHP’nin yalpalamaları da bu nesnel sürecin zoruyla oluyor. Bir şey olmak istiyor (“Atatürk’ün kurduğu parti”): ama bugünün anlayışları çerçevesinde bunu olduğunda, sözgelişi, “seçim kazanan parti” olamayacağını anlıyor. “Anlıyor” demek sanırım fazla, en fazla “seziyor”. “Seçim kazanan” olma yolunda adım atmaya kalktığında “Atatürk’ün kurduğu” kısmına önem verenler ayaklanıyor. Sonuçta, “parti” olmak mümkün olmaktan çıkıyor.

Yani CHP bu toplumu bu badireden çıkarmaya aday bir güç, bir özne falan değil, badirenin kendisi ve tarihin değişimden ötürü de çaresiz kalmış, fırtınada kaptansız bir gemi gibi bir şey.

Seçme, geçmişle gelecek arasında.