Zahide Tuba Kor/Ortadoğugünlüğü
Gazze'de Ateşkes ve Ortadoğu'da barış mümkün müdür?
İsrail’in 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı Operasyonu akabinde başlattığı Gazze soykırımı ve yüzyıl evvel kurulan Sykes-Picot düzenini değiştirme ve yayılma amaçlı bölge ülkelerine yaptığı saldırılar ikinci yılını doldururken Amerikan Başkanı Donald Trump’ın baskısıyla Gazze’de ateşkes ve Ortadoğu’da barış için bir umut ışığı doğmuştur. Ateşkesi mümkün kılan koşullar nelerdir? Gazze ateşkesi neleri içermektedir? Ateşkesin kalıcı olma ve Ortadoğu’ya barış getirme ihtimali var mıdır? Sürecin önündeki meydan okumalar nelerdir? Yazımız bu konuları ele alacaktır.
Öncelikle, Trump’ın ilk başkanlık döneminde mimarı damadı Jared Kushner olan ve “Yüzyılın Anlaşması” diye pazarlanan “Ortadoğu Barış Vizyonu” ve merkezinde İsrail ile Körfez ülkelerinin olacağı İbrahim Mutabakatları, Filistinliler yok sayılarak yeni bir bölgesel düzenin kurulmasını içermekteydi. Dahası Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ne istediyse yaparak ABD’nin Filistin-İsrail çatışmasındaki bütün kırmızı çizgilerini aşmıştı. Öyle ki 2020’de Filistin’le ilgili konuşmalarımda şu cümleleri kullanmaktaydım: “İsrail, bölgede ve uluslararası alanda, tarihinde hiç olmadığı kadar meşrulaşmış durumda. Filistinliler ve Filistin Yönetimi ise tarihinde hiç olmadığı kadar yalnız ve zor durumda. Filistin Yönetimi’nin çökme ihtimali var ve Gazze’de muazzam bir insani kriz hali söz konusu. Filistin davası artık bitme aşamasına geldi.” Tam da bu düzenin Suud-İsrail barışıyla jeopolitik ve jeoekonomik bakımdan nihai şeklini alması arifesinde Gazzeli örgütler Aksa Tufanı Operasyonu’yla “Filistin’i yok sayamazsınız” mesajını vermiştir.
İkinci başkanlık dönemi kısa bir ateşkesle başlasa da akabinde Trump’ın onayıyla Gazzeliler soykırımın, yıkımın ve açlık savaşının en şiddetli aşamasına maruz kalmıştır. Gazze Rivierası projesiyle tehcir ve ilhak gündeme gelmiştir. Yine de Gazzeliler teslim olmamıştır. Sonunda 10 Ekim 2025’te kalıcı ateşkes ilan edilmiştir.
Ateşkesi mümkün kılan koşullar nelerdir?
(i) Trump, kendini tüm savaşları bitiren başkan olarak sunmaktadır ve –Demokrat Obama-Biden ikilisiyle rekabeti bağlamında– Nobel Barış Ödülü’nü almayı bir takıntıya dönüştürmüştür. Bu ateşkes ve barış planı da Şarm eş-Şeyh zirvesinde görüldüğü üzere Trump’ın Nobel için bir PR hamlesi ve gövde gösterisidir.
(ii) “Önce Amerika” ve “Amerika’yı yeniden büyük yapma” vaadiyle başa geçen Trump, Netanyahu’ya yedi ay boyunca tam destek verip Gazze soykırımına ve İran saldırısına yeşil ışık yakarken Katar saldırısı bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü –her ne kadar ABD’den habersiz yapılmasa da– İsrail’in Katar’da HAMAS müzakere heyetine saldırısı, Körfez’i ABD’yle ilişkilerini gözden geçirme ve Pakistan gibi yeni güvenlik ortakları bulma arayışına sokmuştur. Bu da 3,2 trilyon dolarlık anlaşmaları riske attığından Trump yönetimini panikletmiş ve İsrail’i dizginleyerek barış sürecini başlatmıştır. Yani Körfez lobisinin paraları Netanyahu’nun planlarına ağır basmıştır.
(iii) ABD’nin baş rakibi yükselen güç Çin olup Asya-Pasifik’e odaklanabilmesi için ilk başkanlık döneminde temellerini attığı İbrahim Mutabakatları düzenine geri dönülmesi gerekmektedir.
(iv) Filistin davasının dünyada müthiş bir ahlaki üstünlük kazandığı ve İsrail’in –BM Genel Kurul yeni dönem açılış toplantısında görüldüğü üzere– iyice yalnızlaştığı, meşruiyet temellerinin sarsıldığı ve müttefiklerinin iç ve dış politikasında bir yüke, hatta seçim kaybettirici bir mevzuya dönüştüğü, silah ambargolarının konduğu bir dönemde barış hamlesiyle İsrail soykırımının aklanması ve unutturulması gerekmektedir.
(v) Gazze’deki soykırım karşısında rejimlerin tepkisizliği ve acziyeti yahut işbirlikçiliği vicdanlı halkların hayal kırıklığını derinleştirmiş ve bazı ülkelerde sosyal patlama ihtimali belirmiştir. 2011’deki gibi bir yeni isyan dalgası başlamadan evvel Gazze soykırımını bitirmek, müttefik bölge yönetimlerinin bekası için de elzemdir.
(vi) İsrail ordusu açlık silahını ve soykırımı son raddesinde kullanmasına rağmen işi, Trump’ın istediği gibi hızlı ve ‘temiz’ bir şekilde bitirememiştir. Bunda Gazzelilerin her ne pahasına olursa olsun ölümüne direnişi ve teslim olmaması etkilidir. Şimdi esirler geri alındıktan sonra silahsızlandırma görevi, ateşkes yoluyla Arap ve Müslüman ülkelere havale edilecektir.
(vii) 7 Ekim sonrası Netanyahu Ortadoğu’yu artık barışla değil, savaşla yeniden dizayna ahdetmiş; ABD de İsrail’in birçok ülkeye saldırmasına, düzenli orduları ve silahlı örgütleri güçten düşürmesine izin vererek yüzyıl evvel İngiliz-Fransız ortaklığıyla kurulan düzenin bozulmasına yeşil ışık yakmıştır. Savaşma kapasitesi zayıflayan veya kalmayan ülkeleri ve grupları barışa zorlamak, kaostan kurtuluş için yeni bir düzen dayatmak üzere devreye girme sırası Trump’a gelmiştir. Yani İsrail’in “demir duvar” doktrini ve “kuvvet yoluyla barış” ilkesi doğrultusunda hareket edilmektedir.
(viii) ABD İsrail soykırımı için iki yılda 33 milyar dolar harcamıştır. Trump savaşlara para akıtmak istemediği gibi, Gazze savaşının ve yeniden inşasının maliyetini Körfez ülkelerine ödetmeyi düşünmektedir. Bunun için de İsrail’i dizginlemek zorundadır.
(ix) Netanyahu içeriğinde değişiklikler yaptırdığı ateşkes metnini kabul ederken nasılsa değişen metni HAMAS reddeder, bu da ordunun daha şiddetli saldırmasını meşrulaşırtırır beklentisiydi. Yani ateşkesi, uygulamak değil, soykırımı sürdürmek için kabullenmişti. Ama Türkiye’nin iknasıyla HAMAS’ın metni muğlak bir şekilde kabulü hesaplarını altüst etmiştir.
Ateşkesin hedefleri ve barış planının öngördükleri
Açıklanan 20 maddelik plan, derhal ateşkes ilan edilmesini, İsrailli bütün esirlerin ve cesetlerin iadesini, Filistinli mahkumların 2000 kadarının serbest bırakılmasını, acil insani yardımın girişini, İsrail’in Gazze’den kademeli geri çekilmesini ve bir daha arabulucu Katar’a saldırmamasını, Gazze’nin silahsızlandırılmasını, bölgenin terör ve radikallikten arındırılmasını, halka gönüllü göç ve geri dönüş hakkının tanınmasını, uluslararası bir istikrar gücünün bölgeye konuşlandırılmasını, “Barış Kurulu”nun uluslararası denetimi altında Filistinli teknokratlardan müteşekkil apolitik geçici bir yönetimin tesisini, geniş çaplı yeniden inşa faaliyetlerini, Batı Şeria’daki Filistin yönetiminin reformunu ve eğer ki belirli koşullar sağlanırsa Filistin devletine giden yolun açılmasını öngörmektedir. Yine planın garantörü dört ülke (Türkiye, Katar, Mısır ve ABD) olacaktır.
Gazze’de ateşkes kalıcı olarak sağlandıktan sonra ise sıranın bölgesel barışa gelmesi, –Filistin’de nihai barışın sağlanması ve Gazze’nin ayağa kaldırılması beklenmeden– İbrahim Mutabakatlarının bütün bölge ülkelerini kapsayacak şekilde genişletilmesi, böylelikle İsrail aleyhine tüm tehditlerin bertaraf edilmesi Trump’ın hedefidir. Tabii bunun için Suudi Arabistan’ın Filistin devletinin kurulması önşartından geri adım atması gerekir.
Gazze Rivierası planından, dolayısıyla yeniden işgal, ilhak ve tehcirden geri adım atılması Gazzeliler için en büyük kazanımdır. Soykırımın durması ve insani yardımların girişi de hayati önemdedir. Ama çok büyük şeyler beklememek gerekir. Zira Trump’ın anladığı barış ile bizimki, hele de Gazzelilerinki çok farklıdır. Amerikan ve İngiliz yönetimlerinin zihninde geçmişten bugüne Filistinliler, yaşadıkları topraklar üzerinde ulusal hakları olan bir halk değildir; onları İsraillilerle eşit görmemişlerdir. Problem de burada başlamaktadır. Gazze’de ateşkes ve barışla hedefleri, bu toprakları Gazzeliler için yeniden inşa edip yaşanabilir bir vatan kılmaktan ziyade kendileri için emlak projeleri ve iş imkânları oluşturmak ve İsrailliler için burayı daha güvenli hale getirmektir. Onların zihninde sorunun kaynağı, İsrail’in Filistin topraklarını işgali ve yayılmacılığı değil, ona direnen radikal ‘teröristler’in varlığıdır. Bu ‘teröristler’ ya silah bırakıp boyun eğmeli ya da topraklarını terk etmelidir ki Amerikan müttefikleri huzura kavuşsun, bölge vizyonunu bir daha sabote eden çıkmasın.
Gazze için öngörülen en çarpıcı şey, yüzyıl sonra manda yönetiminin geri getirilmesidir. “Barış Heyeti”nde ismi geçenlerin ekseriyeti skandaldır, bunların Gazzelileri değil İsrail’i koruyup kollayacakları aşikardır. Tony Blair, sadece 2003 Irak işgalinin değil, 2006 seçimleri sonrası Filistinlileri siyasi tercihleri nedeniyle cezalandıran Gazze ablukasının da mimarlarındandır. Yani ateşkes uygulanabilirse işgal ve kuşatma yeni bir form kazanacaktır, uygulanmazsa Gazzeliler için bir rahatlama ve toparlanmanın ardından savaş yeniden başlayacaktır. Bu arada Trump, bazı ülkelere ‘haraç’ keserek bazılarının yeraltı kaynaklarına veya stratejik noktalarına göz dikerek dünyada yeni-sömürgecilik çağını açmıştır. Gazze’de bundan bağımsız değildir.
Asıl hedef, kapsamlı barıştan ziyade soykırımı unutturmaktır. Şarm eş-Şeyh’teki Ortadoğu barış zirvesine Gazze soykırımında doğrudan veya dolaylı dahli olan bütün dünya liderleri katılmıştır. Netanyahu ise Türkiye ve Irak’ın itirazları sayesinde gelememiştir. Yine bu süreçte Filistin Yönetimi’nin muhatap alınmasının önşartı, İsrail aleyhine açılan uluslararası mahkemelerdeki davaları düşürmesidir. Yani barış iklimiyle soykırımı cezasız kılmaktır. Geçmişten beri İsrail her ne zaman savaş veya katliamlarla köşeye sıkışsa ve dünya ayağa kalksa bozulan imajı benzer barış oyunuyla düzeltilmiştir.
Filistin devleti planda var gibi hissettirilmekle birlikte yoktur. 1990’lar da dahil geçmiş hiçbir barış süreci metninde bu ifade yer almamış ama sürecin devlete evirileceği varsayılmıştır. İsrail’in razı geldiği Filistin özerkliğidir, devleti değil. 1967’de –tarihçi Ilan Pappe’nin deyimiyle– “ilhaksız ilhak” ettiği Batı Şeria’dan vazgeçmesi, iki devletli çözüme razı gelmesi mümkün değildir.
Ateşkesin önündeki meydan okumalar nelerdir?
Geçmişten beri metinleri muğlak olan, uygulaması zamana yayılan ve yazılı garantilerin verilmediği her ateşkes veya barış süreci sonunda İsrail lehine dönmüştür. Mevcut ateşkes metni son derece muğlak olup her aşamada çetin ve bezdirici müzakereler sonucunda ayrıntılandırılacaktır. Şeytan da ayrıntılarda saklıdır. Yine metin tuzaklarla doludur. İsrail, esirlerini aldıktan sonra kendi yükümlülüklerini yerine getirmemek ve savaşa geri dönmek için her fırsatı kollayacaktır. Ateşkesi Lübnan’daki gibi sık sık ihlal edecektir (bir senede ihlal sayısı 4000 küsurdur). Trump’ın güvenlik garantisi olarak kendisini göstermesi bir problemdir; zira İsrail tarafının Trump’ı veya çevresini ikna edip süreci lehine çevirmek ve garantörleri etkisizleştirmek için elinden geleni yapması muhtemeldir. 1948’den beri İsrail tarihi, ateşkes ve barış süreçlerini engelleyip veya anlaşmaları ihlal edip suçu Filistin/Arap tarafına atmakla geçmiştir. Kısaca İsrail müzakere taktikleri ve propagandaları dikkate alındığında önümüzde kolay bir süreç yoktur.
Siyonist liderlerin projelerini ilk ortaya attıkları günden beri değişmeyen şey, Filistinlileri bir halk olarak yok saymaları, örgütlü yapıları muhatap almamaları, en önemlisi Filistinlilerin kaderini ya dönemin süper gücü ya da bir bölge ülkesiyle anlaşarak belirlemeye kalkışmalarıdır. Yine Filistinlileri milli davaları olan bir halk değil, parayla satın alınabilecek veya zorla boyun eğdirilebilecek bir güruh olarak görmeleridir. Trump’ın 2020’deki Ortadoğu Barış Vizyonu da bu bakışın tipik bir ürünüydü. Mevcut ateşkeste de Filistinlileri temsil eden örgütlere Gazze’nin geleceğinde ya yer verilmemekte ya da reformdan geçme şartı koşulmaktadır. Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’ne Gazze’de rol verilmesinin ve devletleşmenin önşartı, kapsamlı reformdan geçmesi, şehit ailelerine aylık yardımları kesmesi, İsrail aleyhine uluslararası davaları düşürmesi, okul müfredatlarını değiştirmesi ve medyayı kontrol altına almasıdır. Yine ateşkes anlaşmasının ilk maddesi, terör ve radikal unsurlardan arındırılmış bir Gazze öngörmektedir. Peki İsrail toplumunu ve siyasetini, özellikle Yahudi yerleşimcileri radikallikten kim arındıracak? Filistinlileri şeytanlaştıran ve soykırımı alkışlatan İsrail’in okul müfredatını kim değiştirecek? Filistinliler aleyhine bitmek tükenmek bilmeyen Siyonist medya yalanlarını kim durduracak? Eğer ki gerçek bir barış niyeti varsa Filistinlilerden beklenen reformlar İsraillilere de şart koşulmalıdır. Filistin yönetiminin kapsamlı reformunu bütün Filistinliler yıllardır istemektedir; ama burada reformla kastedilen, halkın istediği şekilde gerçek reform değil, İsrail’e daha fazla bağımlılıktır.
Ateşkeste en önemli düğüm noktası silahsızlandırmadır. Ne tamamen silahsızlandıkları takdirde başlarına neler geleceğinin farkında olan Gazzeli örgütler buna yanaşacaktır ne de İsrail teslim edilen silahlarla tatmin olacaktır. Dolayısıyla İsrail’in ateşkesi bozması veya tıpkı Lübnan’daki gibi hedefli saldırılar düzenlemesi mümkündür. Gazze tam silahsızlandırılırsa İsrail’in Filistin toprakları üzerindeki emellerini –Kudüs’ün Yahudileştirilmesi, Batı Şeria ile Gazze’nin ilhakı ve halkın tehcirini– gerçekleştirmesi önünde bir engel kalmayacaktır. (Güvenlik garantilerinin işe yaramadığının en çarpıcı örneği, 1982’de FKÖ’nün –Reagan yönetiminin verdiği garantilerle– Beyrut’tan çekilmesinin akabinde İsrail ordusu himayesinde Hristiyan milislerce Sabra ve Şatila kamplarındaki binlerce Filistinlinin korkunç şekilde doğranarak katledilmesidir.) Dahası, Batı Şerialılar büyük ölçüde silahsızdır ve kendilerini savunacak araçlardan mahrumdur; ama toprakları her geçen sene küçülmekte ve her gün fanatik Yahudi yerleşimcilerin –İsrail askerleri eşliğinde– saldırılarına ve ev/toprak gasplarına maruz kalmaktadırlar. Problem, Filistinlilerin silahsızlanması için ısrarcı olunurken, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da Yahudi yerleşimci fanatiklerin İsrail devleti eliyle tepeden tırnağa silahlandırılmasına ve ‘gönüllü’ tehcir amaçlı saldırılarına göz yumulmasıdır. Ve yine İsrail ordusu karşısında Filistinlilerin kendilerini savunacak direniş örgütleri dışında hiçbir mekanizmasının bulunmamasındadır. İstikrar gücü bir alternatif olarak düşünülebilir. Ama 1949’dan beri ne Mısır ne Suriye ne de Lübnan sınırındaki BM barış gücü misyonları İsrail’in saldırılarını engelleyebilmiştir.
İsrail’in, hele de Netanyahu’nun lügatinde uzlaşma ve taviz yoktur. Kurucu Başbakan David Ben-Gurion’a göre barış, Araplarla müzakere ve taviz yoluyla değil, onları yıldırıp zorlayarak, gözdağı vererek mümkün olabilir. Bu anlayış hiç değişmemiştir. Netanyahu kariyerini toprak tavizini, Filistin’le barışmayı ve devletleşmeyi engellemeye vakfetmiştir. 1990’larda barış sürecini rayından çıkaran, 2005’te Başbakan Ariel Şaron Gazze’den çekilme kararı aldığında en büyük itirazı gösterip partisi Likud’dan istifaya zorlayan da odur. Babası revizyonist Siyonizmin ideologlarındandır, kendisi de bu ekolden olup ‘Büyük İsrail’ doktrinine bağlıdır. Bu arada geçmişte ABD’de görev yapmış Netanyahu “ABD hükümeti İsrail siyasetine karşı çıkacak olursa Amerikan kamuoyunu kendi hükümetine karşı nasıl manipüle edeceğimi biliyorum” diye övünen biridir. 7 Ekim’den sonra bu bilgisini fazlasıyla kullanmıştır.
Savaşın uzamasının ana nedeni, hem İsrail halkının ekseriyetinin soykırımı desteklemesi hem de 7 Ekim’de siyasi kariyeri biten Netanyahu’nun hapse gireceğini bilmesidir. Bu yüzden savaş tiryakisine dönüşmüştür; yani bir cephede savaşı bitirirken diğerinde başlatmak zorundadır ki erken seçim taleplerini bastırabilsin ve yargılanmasın. Gazze’de ateşkese bağlı kalırsa içeride Batı Şeria ve Kudüs’ü karıştırması, dışarıda da İran, Lübnan, Suriye, Irak veya Yemen’e savaş açması muhtemeldir. Trump’ın İsrail cumhurbaşkanından Netanyahu’yu affetmesini istemesi, şahsi bekası için barış sürecini engellemesini ve yeni cepheler açmasını önleme amacı taşımaktadır.
Öte yandan 2018’den beri siyasi kriz içindeki İsrail (2019-2022 arasındaki 3,5 yılda tam 5 defa erken seçime giderek rekor kırmıştır), 7 Ekim sonrası doğan atmosferde artık savaşsız yaşayamaz. Çünkü tüm tehditlerin bertaraf edildiği bir bölgesel barış, hem siyaseti ve toplumu aşırı kutuplaşmış hem de bütün devlet kurumları birbiriyle hesaplaşma içindeki İsrail’de iç çatışmayı tetikleyecektir. İsrail ancak iç problemlerini dışsallaştırarak ve bir dış tehditle boğuşarak iç huzurunu sağlayabilir. Bu yeni de değildir. Eski başbakanlardan İzak Şamir on yıllar önce şöyle demiştir: “Savaşmak, sadece İsrail’in hayatta kalması için gerekli değil, aynı zamanda takdire şayan bir hayat tarzıdır. Savaş olmadan bireyin hayatının hiçbir amacı, ülkenin ise hayatta kalma şansı yoktur.” Son iki yılda her bakımdan yıpransa ve ateşkese muhtaç olsa da iç siyasi mülahazalar kalıcı barış önünde bir engeldir.
Siyonist projeyi kurtarmak için yönetim değişikliği elzemdir. Trump’ın ateşkes planı, Netanyahu’nun palazlandırdığı Mesihçi ekolden kurtulmayı ve daha pragmatik bir yönetim kurulmasını gerektirmektedir. Ancak komplocuların şahı Netanyahu’nun da Mesihçilerin de suhuletle kenara çekilmesi beklenmemelidir. Öte yandan halefleri, zihniyet bakımından Netanyahu’dan farklı olmayacaktır. Çünkü İsrail toplumu 2000’li yıllarda eğitim sisteminin de etkisiyle giderek radikalleşmiş, siyaset istikrarlı şekilde sağın da sağına kaymış ve 1990’larda ABD ve İsrail tarafından Yahudi terör örgütü ilan edilen ekolün siyasi uzantıları hükümete girmiştir. Toprak tavizine ve Filistin devletine razı gelecek bir başbakanın kaderi, 1995’te İzak Rabin’inki gibi suikasta uğramak olacaktır. Halihazırda Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Netanyahu’nun eski korumasının anlattığına göre, Şin-Bet’in hazırladığı başbakana suikast düzenleyebilecekler listesinde yıllarca yer almıştır.
Güvenilmez olan sadece İsrail değildir. Trump’ın da ne zaman ne yapacağı belirsizdir; hatta tutarsız söylemleri ve eylemleriyle öngörülemezliği onun en büyük kozu ve gücüdür. Netanyahu’yla el ele vererek aylarca iyi polis-kötü polis oyunuyla Ortadoğu’da aldatma politikası uygulamış ve –İran örneğinde çarpıcı şekilde görüldüğü üzere– İsrail’in hasımlarını gafil avlamasını sağlamıştır. Trump ateşkesten ve Filistin devletinden bahsederken İsrail soykırımı derinleştirmiştir. Bu defa barışta samimi görünmektedir. Ama bir garantisi var mıdır? Hele de ateşkes ve barış planına paralel olarak savaş hazırlıkları ve ABD’nin en gelişmiş silah sistemlerini İsrail’e ve bölgeye sevkiyatı tüm hızıyla sürerken... İsrail tarafından kabul edilen ve dünyaya ilan edilen Gazze planı, sekiz Arap ve İslam ülkesi liderlerinin üzerinde uzlaştığı metinden farklıdır. Uygulama aşamasında metnin İsrail’le her görüşmede tekrar tekrar değişeceği aşikardır. Kritik nokta, garantörlerin Trump’ı Filistinliler lehine ne ölçüde ikna edebileceğidir.
Son olarak gerek İsrail gerekse Amerikan yönetiminde Mesih bekleyenler ve ‘Büyük İsrail’ vizyonuna tutkuyla bağlı olanlar vardır. Trump’ın seçim mitinginde suikasttan kıl payı kurtulması Tanrı’nın bir mucizesi, omuzlarındaki ilahî misyonun (Mesih’i getirtme) bir tezahürü olarak görülmüştür. Trump’ın ekibi, sadece pragmatik işadamlarıyla değil, İsrail’den fazla İsrailci ve aşırı İslamofobik Evanjelik Hristiyanlarla da doludur. Dahası, 2022’de Teksaslı Evanjelik bir Hristiyan’ın çiftliğinde doğurtulan ve İsrail’e getirtilen kusursuz kızıl düvelerin kurban edilmesiyle ahir zamana geçileceği ve Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine tapınağın yeniden inşa edilmesiyle İsa Mesih’in yeryüzüne döneceği ve bin yıl sürecek Tanrı Krallığının kurulacağına inanç diridir. Kassam Tugayları’nın Aksa Tufanı operasyonuna kalkışma nedeni de İsrail’deki Mesihçi-Tapınakçı ekolün 2024’ü tapınağı yeniden inşa yılı ilan etmesiydi. Gazze savaşı yüzünden ertelense de Yahudi ve Hristiyan fundamentalistler bu hayallerinden vazgeçmiş değiller. Trump’ın planı, Mesihçi Siyonizmin planlarını saf dışı bırakıp İsrail güvenlik aklının modelini hayata geçirmeye odaklanmaktadır. Ama iki ekolün Trump’ı ikna rekabeti sürecektir.
Umutsuz görünen tabloya rağmen barış için yine de imkân vardır. İsrail’in eli en zayıfken, küresel imajı dipteyken ve Siyonistlerin komploları ortaya dökülürken masaya oturtulup tavize zorlanması mümkündür. Yine Netanyahu o kadar çok yalan söylemiş, müttefiklerinin arkasından o kadar çok iş çevirip onları zor durumda bırakmış ve çıkarlarına zarar vermiştir ki kendisinden kurtulmak isteyenler çoktur. Tam da bu yüzden Trump bu sefer İsrail’e artık yeter diyebilir. Yine Gazzelileri desteleyen Türkiye’nin garantör olarak devreye girmesi de bir ümit kaynağıdır. Ancak İsrail Gazze’nin geleceğinde Türk rolünü baltalamak için elinden geleni yapacaktır.
Ateşkes ve dolayısıyla barış, pamuk ipliğine bağlıdır. İsrail’e sürekli büyük bir baskı uygulamadan ve ciddi müeyyide tehdidinde bulunmadan ateşkesin sürdürülmesi ve bölgesel barışa ulaşılabilmesi mümkün değildir. Öte yandan iki yıldır ABD’nin Gazze’de çözüm namına ortaya attığı hiçbir öneri ve uygulamaya koyduğu hiçbir plan Gazzelilerin direnişi karşısında tutmamıştır; çünkü İsrail’in çıkarları öncelendiğinden planlar saha gerçeklerinden kopuktur. Mevcut ateşkes planıyla Gazze’de murat edilen düzen de kurulamayacaktır. Orta veya uzun vadede bu sürecin bir şekilde barışa evirileceği kesin olmakla birlikte kısa vadede Gazze veya İran’da savaş ihtimali daha baskındır. Mesele, Filistin meselesi çözülmeden Arap ülkelerinin İbrahim Mutabakatı’na razı gelip gelmeyeceğidir.