Gazze soykırımının tanıkları: Gazeteciler

Ertuğrul Cingil, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü saldırılarda gazetecilerin sistematik biçimde hedef alınmasını ve basına yönelik sansür çabalarının arka planını aktarıyor.

Ertuğrul Cingil/Fokusplus

İsrail Soykırımının Tanıkları: Gazeteciler

2 Kasım, Birleşmiş Milletler tarafından “Uluslararası Gazetecilere Karşı İşlenen Suçların Cezasız Kalmasını Sona Erdirme Günü” olarak kabul edilmiş bir tarih. Ama Gazze’de bu tarih, yalnızca bir ironiye dönüşmüş durumda. Çünkü hesap sorma günü olmasına rağmen, hiç kimse hesap sormuyor. İki yılı aşkın süredir Gazze’de yürütülen İsrail soykırımında yalnızca siviller değil, hakikatin tanıkları olan gazeteciler de hedef alınıyor. Gazeteciler, dünyaya gerçeği anlatmak istedikleri için öldürülüyor. Kameraları, mikrofonları ve kalemleri hedefe dönüşüyor. İsrail’in gerçeğe karşı yürüttüğü bu sistematik soykırımda, mazlum bir milletin sesi birer birer susturuluyor.

Gazze’de gazetecilik yapmak, ölümü göze almak demek. Bu, sadece bölgesel bir trajedi değil; dünya basın tarihinin en büyük kaybı haline gelmiş durumda. On milyonlarca insanın hayatını kaybettiği, en kanlı savaş olarak bilinen İkinci Dünya Savaşı’nda altı yılda 69 gazeteci yaşamını yitirdi. Yaklaşık 20 yıl süren ABD’nin Vietnam’ı işgali sırasında 63, üç yıl süren Kore Savaşı’nda ise 17 basın mensubu hayatını kaybetti. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırımda bugüne kadar 252 gazeteci hayatını kaybederken 535’i yaralandı. Hayatını kaybedenlerden 34’ü kadın gazetecilerden oluşuyor. Hiçbir savaşta, hiçbir dönemde bu kadar çok gazeteci aynı anda hedef alınmadı. Bu tablo yalnızca İsrail’in vahşetini değil, dünyanın ikiyüzlülüğünü de gösteriyor. Soykırımı belgeleyen cesur tanıkların birçoğu o son kareleri çekerken can verdi. Bugün Gazze’de ölen her gazeteciyle birlikte dünya vicdanı da biraz daha yaralanıyor.

Hakikat savaşçısı haberciler her yerde hedefte

Öldürülmelerinin yanı sıra gazeteciler; psikolojik şiddet, takip, tehdit, sorgu, seyahat yasağı ve ev baskınlarıyla sindirilmeye çalışılıyor. Görevlerini yapmaya çalışan 49 haberci, soykırımcı İsrail tarafından hukuksuzca tutuklanarak işkence merkezine dönüşen cezaevlerine atıldı. Bu, sadece bir adalet eksikliği değil; hakikatin sistematik infazı anlamına geliyor. İsrail’in saldırılarında yalnızca haberciler değil, onların aileleri de yok edildi. Gazze’de 500’ün üzerinde gazeteci yakını, çocuklar, anneler, kardeşler ve eşler İsrail saldırılarında hayatını kaybetti. İsrail tarafından özellikle hedef alınan 140 gazetecinin evi yıkıldı.

Bugüne kadar 150 medya kurumu bombalarla yıkılırken El-Gafri binasındaki haber merkezleri de yerle bir edildi. Yani İsrail, yalnızca bir halkı değil, o halkın sesini de yok ediyor. Evleri bombalanan, çocukları, eşleri, kardeşleri öldürülen gazeteciler buna rağmen kamerasını elinden bırakmıyor. Çünkü biliyorlar ki bir anlık görüntü, tarihin hafızasına kazınacak bir delil demektir. Onlar, iki yılı aşkın süredir yokluğun, açlığın, susuzluğun, elektriksizliğin ve bombardımanın ortasında, enkaz altındaki bir kentin nabzını tutuyorlar. 

Evleri basılıyor, ekipmanlarına el konuluyor, sürekli tehdit ediliyorlar. Bazıları defalarca yer değiştirmek zorunda kalıyor, bazıları çadırlarda ya da hastane enkazlarının yanında yaşıyor. Ve ne acıdır ki 50 gazeteci, İsrail’in saldırılarından korunmak için sığındıkları çadırlarda öldürüldü. Ama yine de pes etmiyorlar. Çünkü onlar yalnızca gazeteci değil; hakikatin nöbetçileri. Gerçeğin sesi olan habercilere yönelik bu sistematik yok etme ve soykırım politikası dünyanın gözü önünde yürütülüyor.

Soykırımın öteki cephesi: Dijital sansür

Gazze’de gazeteciler yalnızca fiziki saldırılara değil, dijital ambargolara da maruz kaldı. Facebook, Instagram, YouTube, X ve TikTok gibi platformlar; Filistin haberlerini sansürlemekle, İsrail hükümetiyle ortak içerik engelleme ve dijital kısıtlama politikalarını yürütmekle meşgul. Gerçek görüntüler kaldırılıyor, hesaplar kapatılıyor, algoritmalar Filistin’i görünmez hale getiriyor. Gazze’de bombalar gökyüzünü karartırken, dijital dünyada da hakikatin ışığı söndürülüyor.

Soykırım altındaki bir halkın sesini bastırmanın yeni biçimi, dijital sansüre dönüşmüş durumda. Bu artık yalnızca bir soykırım değil; gerçeğe karşı yürütülen çok katmanlı bir kuşatma. Gazze’de bombalar altında gerçeği savunan gazeteciler öldürülürken, Batı’nın güçlü medya organlarının sessizliği artık yalnızca bir ahlaki zafiyet değil, aktif bir suç ortaklığına dönüşmüş durumda. 

New York Times’ta yazan 300’den fazla yazar, akademisyen ve entelektüel, gazetenin Filistin karşıtı önyargılarla hareket ettiğini belirterek “Görüş” köşesinde yazmayı durdurdu. Times’ın, İsrail lobilerinin baskısıyla haberleri sansürlediği, “katliam” ve “işgal edilmiş topraklar” gibi ifadeleri yasakladığı, hatta İsrailli yetkililerin yalanlarını yeniden yayımladığı açıklandı. Bu tavır yalnızca New York Times’a özgü değil. Reuters, AFP, AP, BBC ve CNN gibi dünyanın önde gelen haber kuruluşları da Gazze’de kendi muhabirleri hedef alınmasına rağmen, İsrail’e yönelik net bir tavır almaktan kaçındı. Batı medyasının bu suskunluğu, soykırımın görünmez kılınmasına hizmet ediyor.

Öldürülen gazeteciler: Gerçeğin şehitleri

Şehit Gazeteci Meryem Ebu Dekka

İsrail ordusunun 25 Ağustos’ta Gazze’nin güneyindeki Han Yunus’ta yer alan Nasır Hastanesi’ne düzenlediği çifte saldırıda, beşi gazeteci, beşi sağlık çalışanı olmak üzere 20 Filistinli hayatını kaybetti. Saldırıda Reuters foto muhabiri Hüsam el-Mısri, Al Jazeera kameramanı Muhammed Selame, çeşitli medya kuruluşlarında çalışan gazeteci Meryem Ebu Dekka, NBC News muhabiri Muaz Ebu Taha ve gazeteci Ahmed Ebu Aziz yaşamını yitirdi. Reuters kameramanı Issam Abdullah, 2023 yılında Lübnan’ın güneyinde İsrail’in doğrudan hedef aldığı bir araçta öldürüldü.

Al Jazeera kameramanı Samir Ebu Dakka, Han Yunus’taki bir okul yakınında vuruldu; yaralı halde saatlerce bekletildi, ambulans ulaşamadı ve kan kaybından öldü. Al Jazeera Gazze muhabiri Wael Dahdouh, 2023 yılında Nuseyrat Mülteci Kampı’na düzenlenen İsrail saldırısında eşi, oğlu, kızı ve 18 aylık torunu dahil olmak üzere ailesinden pek çok kişiyi kaybetti. Bu acıya rağmen Dahdouh ertesi gün canlı yayına çıktı: “Benim işim, dünyanın gerçeği görmesini sağlamak.” dedi. Gazze’de haberciliğin sembolü haline gelen Dahdouh, 2024’te ise kendisi gibi gazeteci olan oğlu Hamza ed-Dahdouh’u Han Yunus’ta görev başındayken İsrail saldırısında kaybetti.

İsrail’in 2023 Aralık ayındaki saldırısında Anadolu Ajansı serbest habercisi ve kameramanı Muntasır es-Savvaf ile üç gazeteci daha hayatını kaybetti. Savvaf, daha önceki bir saldırıda anne ve babasıyla birçok yakınını kaybetmiş, kendisi de yaralanmıştı. Bu isimler ve daha niceleri sadece haberci değil, hakikatin ön saflarındaki savaşçılardı. Hepsi, gerçeği anlatmak için görevdeydi ve İsrail’in hedefi olarak şehadete yürüdü. Ama dünya, gerçeğin aynası olan bu habercilerin ölümlerine kınamanın ötesinde güçlü bir tepki gösteremedi.

Ne küresel medya kuruluşları ne de başta BM olmak üzere uluslararası kurumlar ve basın örgütleri İsrail’e karşı ciddi bir adım atabildi. Oysa bu etkisizlik, ahlaki bir çöküştür. Hepsi “endişeyle izliyor.” Ama endişe, hiçbir gazeteciyi hayata döndürmüyor; hiçbir hakikati görünür kılmıyor ve hiçbir suçu durdurmuyor. BM’nin kuruluş amacı, insan haklarını korumak, barış ve adaleti tesis etmekti. Ama bugün, kendi kurumları bile İsrail tarafından hedef haline getirilen BM, çaresizce soykırıma tanıklık ediyor.

Gazzeli haberciler soykırımın hafızasını inşa ediyor

Gazze’de yaşanan soykırımın en güçlü tanıklarından biri olan Anadolu Ajansı’nın foto muhabiri Ali Jadallah, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görüldü. İsrail’in soykırımını, yıkımı ve direnişi kare kare belgeleyen Jadallah’a verilen ödül, yalnızca bir mesleki başarı değil, insanlık onurunun belgesidir. Jadallah, İsrail saldırılarında babasını, iki kardeşini ve üç kuzenini kaybetti; annesi ağır yaralandı. Üç gün boyunca ailesinin cansız bedenlerini enkaz altından kendi elleriyle çıkardı ama Gazze’yi terk etmedi. Onun fotoğrafları, Anadolu Ajansı’nın hazırladığı “Kanıt” ve “Tanık” kitaplarının temelini oluşturdu ve Uluslararası Adalet Divanı’nda delil olarak sunuldu. Ali Jadallah, objektifiyle yalnızca bir savaşı değil, hakikatin direnişini de belgeledi ve bu yüzden tarihe “gerçeğin tanığı” olarak geçti. 

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın hazırladığı “Gerçeğin Katli – İsrail’in Gazetecilere Karşı Savaşı” adlı eser, bu onurlu habercilerin hikayelerini ve mücadelelerini kapsamlı biçimde aktarıyor. Anadolu Ajansı’nın “Kanıt” ve “Tanık” eserleri ile belgeselleri de Gazze’de soykırıma uğrayan gazetecilerin sesinin dünyaya duyurulması açısından kritik öneme sahip. TRT’nin “Gazze’yi Görüyorum”, “Dijital İşgal” ve “Kutsal İşgal” gibi belgeselleri de gerçeğin tanıklarını ekrana taşıdı. Bu çalışmalar, Gazze’de gerçeğin peşindeki gazetecilerin hatırasına sahip çıkarken, hakikatin dünyaya ulaşmasında ve tarihe doğru not düşülmesinde hayati bir rol oynuyor. Çünkü gazetecilerin kanıyla yazılan bu tablo, yalnızca Filistin’in değil, tüm dünyanın basın özgürlüğü sınavıdır. Gazze’de can veren gazetecilerin hikayeleri yaşamalı, onların bıraktığı iz silinmemelidir

Gazze’nin yıkılmış sokaklarında gazetecilerin verdiği mücadele, soykırıma karşı gerçeği koruyan, unutmayan ve unutturmayan bir hafızaya dönüşmelidir. Bu mücadeleyi hatırlamak, sadece geçmişe saygı değil; geleceğe karşı bir sorumluluktur. Zira hakikat hatırlandığı sürece yaşar; unutulduğunda ise insanlık bir kez daha kaybeder. Bugün bize düşen, o cesur gazetecilerin bıraktığı izleri canlı tutmaktır. Çünkü onlar, gerçeğin ölmemesi için hayatlarını verdiler. Ve biz, ancak hatırladıkça onların mücadelesini yaşatabiliriz.

Yorum Analiz Haberleri

Modernizmin esaretinden vahyin özgürlüğüne
"Ortadoğu’da suçlu yine Müslüman Kardeşler oldu!"
Aile, kadın ve cinsiyeti hedef alan tüm girişimler terördür!
ABD ve İsrail’in Suriye hesaplarında farklı görünen ortaklık
Papa ve zorunlu değerler ittifakı arayışı