Garê (Gara) vahşetine nasıl bakmalı?

M. HASİP YOKUŞ

Bazı hadiseler vardır ki sözün bittiği yerdir. Garê’de yaşanan vahşet de işte böyle bir hadisedir. Öncelikle bu insanların ailelerine sabırlar diliyorum. Rabbim gönüllerine sekinet indirsin, acılarını sabır, vakar ve metanetle tebdil etsin, geride bıraktıklarına hami olsun. Hunharca katledilen o sivil ve savunmasız insanlara rahman ve rahim sıfatıyla mukabelede bulunsun.

Eşkıya marifetiyle yol keserek eşleri, çocukları, anne ve babalarının gözleri önünde alıkoydukları sivil insanları yıllarca mağaralarda esir tuttuktan sonra kafalarına birer mermi sıkmayı hangi vicdan sahibi, insanlıktan nasibini almış kişi tahammül gösterebilir? Dahası, böyle bir vahşeti işleyebilir? Bu soruların cevabı gayet açık ve nettir: Teröristler! Hem de bunu bir kutsal dava kisvesine büründürerek, vicdanı sızlamadan yapar. Aslına bakarsanız Garê’de yaşanan vahşet ilk de değildir. Kurban eti dağıtan 16 yaşındaki gencecik bir fidanı bir binanın üçüncü katından aşağıya atıp cesedine bile tanınmayacak hale gelinceye kadar işkence edenler, araçların geçiş yoluna mayın döşeyerek içerisinde yaşlı, kadın, çocuk demeden paramparça edenler, insanları dağa kaçırdıktan sonra gözlerine naylon damlatmak dahil her türlü insanlık dışı muameleyi yapanlar yine aynı teröristlerdi. Başbağlar, Dürümlü, Ankara ve daha nice vahşet ve katliam yine aynı terör şebekesi eliyle işlendi. Bunlar bizim bildiklerimiz, gördüklerimiz. Bir de bilmediklerimiz var. Örgüt içi infazlarla kendi aralarında işledikleri vahşi cinayetleri dağların dili olsa da anlatsa…

Garê’de yaşanan acıyı tarif etmek mümkün değil. Maşeri vicdanı kanatan, toplumsal infiale sebep olan, bu sebeple de her türlü tepki ve lanetlemeyi normal karşılamak lazım. Günlerdir bu minvalde kişisel veya kamusal medyada yazılıp çizilenleri bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Ancak, bununla birlikte naçizane bazı hatırlatmaları yapmakta fayda var.

Türkiye; yıllarca terör belasıyla cebelleşen, terörle birlikte yaşamaya alışmak demeyeyim ama terörle mücadele çerçevesinde askeri, siyasi ve sosyal anlamda değerlendirilmesi gereken tüm enstrümanların bilgi ve tecrübesine sahip bir ülkedir. Terörün kullandığı dil, seçtiği yöntem, takip ettiği yol bellidir. Hele de işlediği vahşetleri bile kendi hanesine kazanç olarak kaydetme becerisine sahip PKK gibi son derece pragmatist bir örgütle karşı karşıya olduğunuzda metanet ve sağduyuyu hiçbir şekilde elden bırakmamak gerekiyor. Terörün kullandığı dil ve mücadele yöntemlerine başvurduğunuz an terörün değirmenine su taşımaya başlamışsınız demektir. “Halkların Kardeşliği” sloganını diline pelesenk eden PKK, toplumun sinir uçlarına dokunmaktan, toplumsal infiale sebep olacak sansasyonel eylemler yapmaktan, Kürt halkının yaşadığı mağduriyet ve hak kayıplarını istismar etmekten hiçbir zaman geri durmamıştır.

90’lı yıllarda yaşananlardan ciddi dersler çıkarılmış olmalı. PKK’nin işlediği vahşetlerin bir bütün olarak Kürtlere fatura edilmesi, yapılan/yapılacak en büyük yanlışlıktır. Kürt köylerinin yakılması, faili meçhuller, yargısız infazlar, Batı illerinde yaşayan Kürtlere yönelik dışlayıcı tavırlar ile her türlü hukuk dışı uygulamalar PKK’yi daha da güçlendirmekten başka bir işe yaramadı. Devlet ile terör örgütü arasındaki en temel fark hukuki müessesenin varlığı ve işler durumda olmasıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar bu soruna ilişkin hayata geçirilen politikalar; resmi ideoloji temelinde, konjonktüre bağlı ve anın ihtiyacını karşılama refleksiyle ve çoğunlukla tepkisel olarak oluşturulduğu için tutarlılıktan uzak, çelişkilerle dolu, inişli çıkışlı bir grafik izlemiştir.

Çözüm süreci yürütülürken bazı hata ve zaaflar sergilenmiş olsa da AK Parti iktidarı döneminde terörle mücadele çerçevesinde yürütülen faaliyetler yöntem olarak doğru, hukuki olarak meşru ve netice olarak sonuç alıcıdır. Garê operasyonunda sergilenen vahşet sebebiyle PKK’ye lanet okumaktan imtina edip bunu AK Parti’nin başarısızlığı gibi lanse edenlerin iyi niyetli oldukları söylenemez. Kürtler artık devlet zulmü gerekçesiyle PKK’ye katılmıyor. Kurulduğu günden itibaren mütemadiyen güçlenerek büyüyen PKK, uzunca bir süreden beri zayıflama ve tükenme sürecine girmiştir. Türkiye sınırları içerisinde eylem yapma kapasitesi iyice zayıflatılan PKK, Türkiye sınırları dışında da saklandıkları mağaralarda iyice köşeye sıkışmıştır. Gerçekten de bir devlet şefkat ve merhamet sahibi ama kudret sahibi değilse acizleşir, kudret sahibi olup da şefkat ve merhametini yitirirse tiranlaşır, zorbalaşır.

Salt terörle mücadele boyutuyla değil, birçok alanda bizzat AK Parti tarafından geriletilen eski Türkiye’ye ait anlayış ve uygulamalar MHP’yle kurulan ittifakın ruhuna uygun olarak yeniden hayatiyet bulmaya başladı. PKK denklem dışına itildikçe, bir sosyolojik soruna dönüşen Kürt sorununun da çözülmesi daha da kolaylaşacak. Ancak, gerek MHP’yle kurulan ittifak zemini, gerekse gittikçe daha çok köpürtülen milliyetçi dalga ve devletçi refleksler bu noktadaki beklenti ve umudu iyice zayıflatıyor.

Buna ilişkin görüş ve yaklaşımlarım bir sonraki yazının konusu olsun.

İyilikle kalın…