Fas seyahatnamesi-9

ADEM ÖZKÖSE

Beyazlar içindeki Titvan

Güzelim Şafşavan şehrinden ayrılmak hiç kolay olmasa da bir taksiye atlayıp Titvan’a doğru yol almaya başladım. Birbiri ardına ziyaret ettiğim Fas’daki kadim şehirleri İslam’ın yeryüzünü güzelleştirmek için ne büyük bir imkân olduğunu bir kez daha keşfetmemi sağlıyordu. Amerikalı meşhur mimar ve yazar Lynch, modern Batı şehirleri için; “Her yer aynı gibi ve bence oldukça sıradan. Sokaklarda dolaştığımda her yer aynı gözüküyor gözüme. Newark Bulvarı, Jackson Bulvarı, Bergen Bulvarı… Bazen hangisini kullanacağınıza karar veremiyorsunuz, hepsi neredeyse aynı çünkü…” diyor. Fakat kadim İslam şehirleri öyle mi? Asla… Coğrafya ve kültüre göre her biri kendi içinde birçok farklılığı barındırıyor. Kadim İslam şehirleri insanın içine ferahlık ve aydınlık ekerken bu şehirlerde mimari adeta hayatı anlamlandıran, insanı tamamlayan ruhtan, imandan bir parçaya dönüşür. Belki de bundan dolayı içinde yaşadığımız yüzyılın en büyük İslam şehri düşünürlerinden Turgut Cansever; “ Şehir ahlakın, sanatın, felsefe ve dini düşüncenin geliştiği çevre olarak insanın bu dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığın anlamını tamamladığı ortamdır. Bu idrak şehir biçiminin oluşmasını da sağlar ve insanın en üst gelişme düzeyine ulaşmasının temeli olur.” diyor. Ben de Şafşavan ile Titvan arasında yol alırken bir taraftan etrafı seyrediyor diğer taraftan da Batı şehirleri ile kadim İslam şehirleri arasındaki farklılıkları düşünüyordum.

Surların ardındaki dünyalar

Çok uzun sürmeyen bir yolculuğun ardından beyazlar içindeki Titvan şehrine ulaştık. Taksideki diğer yolcularla birlikte ben de Titvan Garajı’nda arabadan indim. Burada da her şehirde olduğu gibi öncelikle şehrin Medinası’nı, kadim sokak ve çarşılarını görmek istiyordum. Garajı arkama alıp Medina’ya doğru giden yokuşta yürümeye başladım. Yürüdükçe sırtımdaki çanta daha da ağırlaştı ve bunun üzerine bir taksi durdurdum. Geniş ve uzun caddeyi, büyük binaları aştıktan sonra surların önünde durduk ve bindiğim arabanın şoförü Medina’nın surların ardında olduğunu söyledi. Fas’da artık gördüğüm her sur beni heyecanlandırıyordu. Çünkü bu ülkede surlar her daim arkalarında masallara taş çıkartacak bir dünyayı saklıyorlardı. Babul Vah’dan Medina’ya giriş yapar yapmaz aşırı bir kalabalıkla karşılaştım. Burası Fas şehirleri arasında şimdiye kadar gördüğüm en kalabalık Medina’ydı. Burası da diğer Medinalar gibi bölümlere ayrılmıştı. Karnım acıktığından mıdır nedir ayaklarım beni kasapların olduğu bölüme götürdü. Kasap dükkânlarının önündeki etlerin üzerinde sineklerin nasıl keyif yaptıklarına şahit olunca burada bir şeyler yemekten vazgeçtim. Medina’da bir süre dolaştıktan sonra Medina’nın bir başka kapısı olan Babul Ugla’nın hemen bitişiğindeki otel dikkatimi çekti. İçeriye girip resepsiyonda kalan genç görevliyle konuşmaya başladım. Oteldeki odanın fiyatı oldukça uygun olsa da ne resepsiyondaki gencin davranışları ne de otele girip çıkanların tipleri hiç hoşuma gitmemişti. Otel görevlisi bana sürekli alakasız sorular soruyordu, otele girip çıkanlar da genel olarak hapçı, ipsiz sapsız tiplere benziyorlardı. Tam otelden ayrılacaktım ki otel görevlisi bana bir odayı göstermek istediğini söyledi. Otel görevlisiyle birlikte 4. kattaki odaya çıktık.  Oda tek yataklı basit bir oda olsa da manzarası harikaydı. Pencereden hem şehrin yaslandığı Derse Dağları hem de Kral’ın Titvan’daki sarayı görülüyordu. Bu manzaranın hatırına geceyi bu otelde geçirebilirdim. Çantamı odaya bırakıp resepsiyona indim ve otel görevlisi tekrar bana saçma sapan sorular sormaya başladı. İnsanı delirtecek bir tipti ve sonunda sabrım taştı. 5 dakikadır sayfa sayfa incelediği pasaportumu elinden çektim ve gece uyumak için otele döneceğimi söyleyip kendimi Titvan sokaklarına attım. Otel görevlisi o kadar ileri gitmişti ki pasaportumun sahte olabileceğinden şüpheleniyor ve pasaportumu polise göstermek istiyordu. Eğer biraz daha iletişim halinde olsaydık kesin birbirimize girecektik.

Erzurumlu Seyyah Haydar Abi

Otelden çıkar çıkmaz Medina’daki balıkçılardan birinde karnımı doyurdum. Daha sonra 5. Muhammed Caddesi’nde bir süre yürüyüp bir kahvehaneye oturdum. Çay içerken birden yan masamda oturan bir abinin Türkçe haberler dinlediğini fark edince selam verdim ve konuşmaya başladık. Erzurumlu Haydar Abi yıllardır Berlin’de yaşayan bir gurbetçiymiş. İlerlemiş yaşına rağmen tutulduğu seyahat etme hastalığından kurtulamayan Haydar Abi onlarca ülke gezmiş. Arkadaşları onu bu kadar çok gezmesi nedeniyle eleştirseler de Haydar Abi, “Hiçbir kötü alışkanlığım yok, fakat yolda olmayı çok seviyorum. Bizim gurbetçi Türkler kazandıkları paraları eve, arabaya yatırırken ben gezerek kendime yatırıyorum.” diyor. Haydar Abi ile karşılıklı gezdiğimiz ülkeleri, şehirleri konuştuk. Gittiğimiz uzak diyarlarda gördüklerimizi birbirimize anlattık. Muhabbet ikimizi de iyice keyiflendirmişti ki Haydar Abi’nin eşi geldi ve birlikte gittiler. Ben de kendimi tekrar Titvan sokaklarına attım. Gasrul Melik Meydanı’ndan Maulay Mehdi Meydanı’na kadar olan yolu yürüdüm. Şehir gece olunca iyice hareketlendi. Fırsatını bulan sanki kendisini sokağa atmıştı ve evlerde kimse kalmamıştı. Kalabalık caddelerden çekilene kadar ben de Titvan sokaklarını dolaştım.

Titvan’ın kuruluşu ve Endülüslüler

Gırnata’nın düşüşünden 8 yıl önce Endülüs’ten Kuzey Afrika’ya göç eden kafileler Titvan’ı ıssız halde bulurlar. Onların gelişinden itibaren şehir yeniden imar edilir. Gırnata’nın 1492’de düşmesinin ardından Ronda ve Besta gibi Endülüs şehirlerinden birçok göçmenin Titvân ve civarına geldiği bilinmektedir. Endülüs’den gelenler arasında bulunan Ali el-Manzarî, Vattâsîler’in Şafşâvan Emîri Ali b. Râşid tarafından Titvan’a kumandan olarak tayin edilir. Burada kendisine katılan yerli halkla birlikte gücünü arttıran Manzari önce şehrin imarını ele alarak Endülüs tarzı camiler, binalar ve güçlü bir kale yaptırır. Ardından Endülüslü kumandan Portekizliler’in elindeki Sebte ve Tanca’ya karşı seferler düzenlemeye başlar. Onun Portekizlilere karşı elde ettiği başarılar, 1500’lü yılların başında Endülüs’ten göç etmek zorunda kalan Müslümanlardan önemli bir kısmının Titvan’a gelmelerine neden olur. Birbirinden güzel binalarla donatılan ve Gırnata’ya benzeyen Titvan zamanla bölgenin önemli şehirlerinden biri haline gelir. Buraya Endülüs Yahudilerinden de gelenler olur ve Yahudiler başka bir yerde yaşamak yerine Müslümanların güven içindeki şehirlerinde yaşamayı tercih ederler.  

Geceyi geçirdiğim otelin penceresinden uzun uzun beyazlar içindeki Titvan’ı seyrettim. Fas’ın kuzeyinde gezdiğim her şehirde artık yoğun olarak Endülüs’ün esintilerini hissediyordum ve Titvan da bu şehirlerin en önemlilerinden biriydi. Sabah ise meşhur Müslüman seyyah İbn-i Batuta’nın şehri olan Tanca’ya doğru yola çıkacak, Tanca’da seyyahların piri İbn-i Batuta’yı ziyaret edecektim. Artık yeni bir şehirde daha uykuya dalmanın vakti gelmişti.