Ey özgürlük, senin adına ne cinayetler işleniyor

Yıldıray Oğur

L’Age d’or (Altın Çağ) ilk sesli Fransız filmi. Luis Buñuel ve Salvador Dalí’nin ortak yapımı olan film 1930 yılının sonlarında Paris’i karıştırmıştı.

Hazreti İsa’nın orjiden çıkan biri gibi gösterildiği ve Katolik Kilisesi’ne ağır hakaretler içeren filmin gösterildiği sinemayı aşırı sağcı Ligue des Patriotes’ın üyeleri ve Katolikler basmış, perdeye bomba atılmış, koltuklar parçalanmış, lobide sergilenen Dali’nin, Joan Miró’nun eserleri tahrip edilmişti. Filmin bir sonraki gösterimi ancak 1979’da San Francisco’da yapılabildi.

Filmi karısına doğum günü hediyesi olarak finanse eden milyoner aristokrat Charles de Noailles Papalıkça aforozla tehdit edildi.

Wall Street Journal’da yayınlanan yazısında Fransızca profesörü Caroline Weber, http://www.wsj.com/articles/charlie-hebdo-is-heir-to-the-french-tradition-of-religious-mockery-1420842456?tesla=y#livefyre-comment, sadece L’Age d’or’u hatırlatmıyor.

Taa 16. Yüzyıla kadar gidip Fransa’daki bu radikal anti-ruhban sınıfı kültürünün izlerini sürüyor.

Katolik Kilisesi’ne ve ruhban sınıfına karşı ağır bir dille hücum eden bu geleneğin en ünlü isimleri Voltaire ve Marquis de Sade’ydi. L’Age d’or gibi Charlie Hebdo’yu da bu geleneğin bir devamı olarak görüyor Weber.

500 yıllık bu kötücül hiciv (eşek şakası) geleneğini sürdüren Charlie Hedbo’nun öldürülen genel yayın yönetmeni Stéphane Charbonnier’ın şu sözlerine de yer verilmiş yazıda: “Katolikler bu kapaklara tepki göstermiyor artık. Çünkü çok sıradanlaştı. İslam için bu sıradanlaşana kadar devam edeceğiz.”

Halbuki dün Filipinler’de saldırı üzerine konuşan Papa Francis hiç de alışmış gibi görünmüyordu. Fikir özgürlüğünün sınırlarından, inançlara hakaret edilemeyeceğinden bahseden Papa şöyle bir örnek verdi:

“Eğer iyi dostum olan Dr. Gasparri anneme küfrederse, bir yumruk bekleyebilir (Yumruğunu göstererek). Bu normaldir. Tahrik edemezsin. Başkalarının inancına küfredemezsin. Başkalarının inancıyla dalga geçemezsin.”

Şu ana kadarki en sert Charlie yorumu bu olmalı. Hamas’ın, El Ezher’in, hatta bazı Selefi imamların, Diyanet’in kınadığı, sükûnet çağrısı yaptığı Charlie Hebdo üzerine bir Müslüman lider yapsa katliamı savundu diye manşetlere çıkacak en sert lafları Papa’nın etmesi de sürpriz değil.

Papa için Charlie Hebdo, eşcinsel evliliklere karşı çıkan Paris Kardinali’ni eleştirmek için Baba, oğul ve kutsal ruhu cinsel ilişki içinde gösteren kapağı, bir önceki Papa’yı sado-mazo gibi gösteren kapağı demek çünkü…

Tabii kendini tutamayıp o salladığı yumruk da 500 yılın hıncı olmalı…

“Je suis Charlie” dememek için Papa olmaya da gerek yok. Derginin son sayısını basmayan New York Times’ın yöneticisi Dean Baquet The Huffington Post’a “Pek çok Müslüman peygamberin karikatürünü yayınlamanın saldırganca olduğunu düşünüyor, biz de bunu yapmaktan imtina ettik” dedi.

İngiliz Sky News kanalı da canlı yayında Charlie Hebdo’nun son kapağını göstermeye çalışan bir konuğun görüntüsünü önce kadrajladı sonra yayından aldı.

Hatta Charlie Hebdo’nun kurucularından, derginin atası Hara-Kiri’nin çizerlerinden 80 yaşındaki Fransız karikatürist Henri Roussel, derginin öldürülen Genel Yayın Yönetmeni  Patrick Charbonnier'in provokatif karikatürlerle kendisi dahil 12 kişinin ölümüne neden olduğunu bile söyledi.

New York Times’ın gösterdiği imtinayı Cumhuriyet’in göstermemesine şaşırmıyoruz. Cumhuriyet’le yaşıt gazetenin kendisini Anglo-Saxon demokratik sekülerliğine değil, Fransız laikçiliğine yakın hissetmesi hiç tesadüf değil.

Yine de Türk tipi Kemalist laiklik için bile beş beden büyük gelir Charlie Hebdo.

Nitekim, Cumhuriyet derginin kapağını da kendi editoryal seçkisinde basmadı, bunu yapma işi gazetenin ana klasik Kemalist çizgisinin dışında iki yazara kaldı. 90’larda Salman Rüşdi’nin "Şeytan Ayetleri"ni İlhan Selçuk’un Cumhuriyet’i değil, Aziz Nesin’in Aydınlık’ı yayınlamıştı.

Burada karşılaştığımız artık Nur Serter-İlhan Selçuk çizgisinde tanıdık laik-Kemalizmin birkaç numara büyük boyu. Artık dindarlara “gerçek İslam bu değil” diye akıl veren selefi Kemalist teyzelerin yerini “Gerçek İslam bu değilmiş” diye dalga geçen kökten laik teyzeler, ablalar, abiler aldı.

Ceren Kenar bu yeni trendi çok iyi tarif etmişti:

“Klasik Kemalistler'in bile din konusunda daha hoşgörülü olduğunu düşündürten yeni bir radikal genç kitle geliyor. Bu kitlenin ideolojik mühimmatı, Orta Doğu'da yaşanan krizler, IŞİD gibi radikal örgütler olacak. Hedefi ise AK Parti, dindarlar ve Suriyeli mülteciler. Bu kitle Türkiye'deki dindarlardan ziyade, sekülerler için bir tehlikedir. Sekülerleri dindar çoğunluktan duygusal olarak kopartacak, marjinalleştirecek ve dogmatikleştirecek bir akımdır. Böylesi bir radikalizme bu ülkede ilk olarak Türkiyelileşmeyi arzulayan sekülerlerin itiraz etmesi gerekir...”

Paris saldırısının ardından Amerikalılar, İngilizler, Fransızlar oturup, Paris’te doğmuş, okumuş, büyümüş, yaşamış bu Fransız vatandaşı gençlerden nasıl teröristler çıktığını tartışırken, bizde tartışmanın bir anda bir laiklik-İslam tartışmasına dönüştürülmesi, Müslümanların sigaya çekilmeye çalışılması, “Fransa’nın Madımak’ı, Neden İslam maskesi takıyorlar peki, Müslümanlar kınadı mı, Bir fukara tesellisi; Gerçek İslam bu değil” gibi yazılar yazılmasının sebebi de toplumla bağlarını tümden koparmış bu yeni radikal seküler dalga.

Gezi’de İhsan Eliaçık ve onun etrafındaki 40 kişiyle, kendi haklılığını tescil etmenin zevkiyle kurulmuş tek taraflı diyaloğu dindarlarla ilişki kurmuşçasına bir simülasyon içinde yaşayan laikler, son olarak da gözlerine girmek, eski günahlarını unutturmak için türlü taklalar atmaya hazır cemaatle yakın durarak bu illüzyonu yaşayıp, kendilerini kandırıyorlar. CHP’nin dindar kesimden transferleri de, günün sonunda merkez medyaya transfer olmuş dindar figürlerle aynı mutasyona uğrayıp, girdikleri kabın rengini aldılar.

Gezi, 17 Aralık derken Türkiye’nin dindarlarını, onların seçtiklerini şeytanlaştıran, onlarla diyalog kurmayı başarmışların bile diyaloglarını kestiği, “koyun”, “hırsız”, “makarna” edebiyatının yeniden itibar kazanıp, çok sattığı, öfkeli, problem çözmek, konuşmak gibi dertleri, gelecekle ilgili bir umutları da kalmamış nihilist bir laik kuşak bu.

Cumhuriyeti kuran kuşağın eskiye öfkesiyle dinle köprüleri atış radikalliğine benzeyen bir radikallikle Türkiye toplumun en geniş kesimi olan dindarlarla ve onları yönetici sınıfıyla bağlarını koparıyorlar.

Halbuki bağlarını kopardıkları bu Türkiye, günün sonunda muhafazakâr Başbakanı Paris’te yürüyüşe giden, Diyanet İşleri Başkanı’nın saldırıyı net biçimde kınadığı, Charlie Hebdo’nun son sayısının basıldığı, en radikal İslami grupların bile o yayına tepkilerinin ancak dava açmak ve gazete önünde küçük bir grupla medeni sınırlar içinde protesto etmeyi geçmediği  dünyanın tek Müslüman ülkesi oldu.

Herkesin gördüğü karikatürler hakkında mahkemenin verdiği manasız  ve uygulanamaz internet yasak kararını saymazsak tabii.

Charlie Hebdo’yu basan Cumhuriyet’in demokratik olarak protesto edildiği akşam, Atatürk’e hakaret eden karikatürü bastığı rivayet edilen Akit ise az kalsın basılıyordu.

Demokratik hayat sadece kanunlar, haklarla korunmaz. Bu aynı zamanda bir centilmenlik anlaşmasıdır. Son iki günde toplum devletin müdahalesine ihtiyaç duymadan kendi yolunu buldu. 

Mısır’da darbecilerin öldürdüğü insanları ellerine kurşunları geçiren bir Kur'anla gösterip “Bu … da kurşunları durduramıyor" yazan bir “mizah” anlayışı bu centilmenlik anlaşmasına bozar. Charlie Hebdo’da ölenleri önlerine konan dergiden geçen kurşunlarla vurulurken en çirkin halleriyle çizip, “Bu … da sizi koruyamadı” diye yazmanın bozacağı gibi…

Bu bencil, tarafı yok sayan özgürlük anlayışı, özgürlüğün ancak içinde hayat bulabileceği siyaseti, müzakereyi engeller, demokratik yaşamın altını oyar, birlikte yaşamayı zorlaştırmaktan başka bir işe de yaramaz. Konuşmayı bitiren bu radikalizmden, öfke siyasetinden günün sonunda da elinde silahlarla hazır bekleyenler kârlı çıkar.

Fransız Devrimi’nin kurban ettiği evlatlarından Madam Roland giyotine giderken şöyle bağırıyordu:

Ey özgürlük senin adına ne cinayetler işleniyor.

TÜRKİYE