"Evrenin Kitabı-İlma"

AHMET MARUF DEMİR

Yıllar önce okumuştum. Çok hoşuma gitmişti. Aklımda kaldığınca sizlere de anlatmaya çalışayım. Yıllar süren bir ilim talebeliğinin ardından, ders verme yetisine sahip bir derviş yola revan olur. Az gider uz gider; büyük bir şehre gelip ilmini paylaşabileceği ve de geçimini sağlayabileceği bir mekan arar. Şehrin sokaklarında dolaşırken, bir yankesiciyle giyim kuşamından hali vakti yerinde olduğu belli olan bir adamın boğuştuğuna şahit olur. Yankesicinin elinde bir kese kaçmaya çalışmaktadır. Diğer adam ise hem yardım isteyip hem de son anda kesesinin çalındığını fark ettiğinden kesesini yankesiciye kaptırmamak için büyük çaba harcamaktadır. Yankesicinin kaçmaması için direnmektir. Bu olaya şahit olan ilim erbabı, durumu anlayıp hemen adamın yardımına koşar. Başka birinin daha olaya dahil olduğunu gören yankesiciyse artık iki kişinin elinden kurtulamayacağını anlar. Kendisini kurtarmak için de elindeki keseden vazgeçer. Elindeki keseyi, kese sahibinin yüzüne atar. Bir anda şaşıran kese sahibinin bu şaşkınlığından faydalanarak da hızla oradan kaçar.

Boğuşma sırasında kese sahibi yere düşmüştür. İlim erbabı, hemen yanında bitivererek ellerinden tutup kese sahibini ayağa kaldırır.  Toza bulanmış olan elbiselerini elleriyle silkelemeye çalışır. Bu arada durumunun nasıl olduğunu sorar. Kese sahibi, iyi olduğunu söyler. Yardımı içinde kendisine teşekkür eder. Bu yardımını boşa çevirmemek için kendisine bir şeyler ikram etmek ister. İlim erbabı, her ne kadar bunu yapmanın kendisi için bir sorumluluk olduğunu ifade edecek cümleler kursa da, kese sahibi bu iyiliğin altında kalmak istemez. Onu evine davet eder. Eve vardıklarında adamın gerçekten de hali vakti yerinde biri olduğu daha iyi anlaşılır. Ev, şehrin ileri gelenlerin evlerinden biridir. Adam da o şehrin önemli kişilerindendir. Kese sahibi, mükellef bir sofrası kurulması için evin hizmetlilerine talimat verir. Yemekler hazırlana kadar ilim erbabı ile kese sahibi birbirlerini tanımaya başlarlar. İlim erbabı, ne amaçla buralara kadar geldiğinden söz eder. Kese sahibi, ilim erbabını dinledikten sonra kendisinin de aslında böyle birine ihtiyacı olduğunu söyler. Ayağa kalkarak kendisini takip etmesini ister. Evin bir üst katına çıkarlar. Koridorun sonundaki odadan içeri girerler. İçeri girdiklerinde yerde oturmakta olan bir genç vardır. Gencin önünde de kitaplar... Okumayı sevdiği belli olmaktadır. Kese sahibi, gencin kendisinin oğlu olduğunu söyler. Okumaya ne kadar hevesli olduğundan bahseder. Oğluna dönerek ilim erbabını da oğluna tanıtır. Gencin yüzünde gülümseme belirir. Kese sahibi, ilim erbabına dönerek oğluna hocalık yapması için teklifte bulunur. İlim erbabı, hem şaşırır hem de yüzünde buruk bir tebessüm belirir.  Genç bu işe çok sevinmiştir. İlim erbabı, dışarı çıkarak konuşmak ister. Kese sahibi ile ilim erbabı dışarı çıkar. İlim erbabı, "efendim" der... "Teklifliniz beni ziyadesiyle memnun etmiştir. Buralara kadar gelme amacımda zaten böyle bir iş içindi. Lakin teklifinizi kabul edemem. Sebebine gelince oğlunuz için okumayı seven biri dediniz. Görüyorum ki okuması içinde elinizden geleni yapıyorsunuz. Önünde de kitaplar eksik olmamış. Lakin bunca okumaya rağmen kendinden büyük birilerinin ve özellikle babasının içeri girdiğinde ayağa kalkmaması bugüne kadar okuduklarından hiçbir şey öğrenmediğini gösterir. Durum böyleyken ben ona bir şey öğretemem!" der.

Kese sahibi, istifini hiç bozmadan şöyle der. "Ben bugüne kadar okumayı seven oğlum için elimden geleni yaptım. Bir dediğini iki etmedim. Okumak istediği kitapları aldım. Bu dakikadan sonra artık top siz de. Sizden ricam siz de ona okuduklarından bir şeyler anlamayı, dersler çıkarmayı sağlayın!"

İlim erbabı, bu sözlerden sonra şansını deneme kararı alır. "Peki" der... Tekrar gencin odasına geri döner. İçeri girdiğinde genç yine ayağı kalkmamıştır. Yüzündeki ekşimeyle gencin yanına gider ve oturur. Kısa bir tanışma muhabbetinden sonra ilim erbabı ilk dersi başlatır. İlk ders saygı başlığı altında büyüklere gösterilecek tutumdur. Bir odaya veyahut başka bir mekana bir büyük girdiğinde orada gençler bulunuyorsa eğer onların ayağa kalkması üzerinedir. Gence dönerek kendisinin bu kurala uymadığını söyleyerek öncelikle ayağa kalkmasını ister. Genç  "peki efendim" der. Ellerinde bulunan kitabı kapatarak kenara bırakır. Gövdesini öne doğru eğerek, uzattığı elleriyle ayaklarının üzerindeki rahleyi kenara çeker. Avuçlarını iki yana koyarak ayağa kalkmaya çalışır. Alnında boncuk boncuk terler birikir. Yüzü kırmızı renge bürünür. Kollarından da destek alarak tam kalkacakken birden oturduğu yere, geri düşer.

Genç belden aşağı kötürümdür. Kalkamaz. İlim erbabı, gözlerinin önünden yaşanan bu olaydan büyük bir mahcubiyet duyar. Utanır. Sıkılır. Genci bu duruma soktuğu için, için için kendine kızar. Vicdan azabı duyar. Kendisine kızar. O anda iç sesi hocasının kendisine şöyle dediğini hatırlatır: "..."Sakın önyargılı olma!"

Başlık ile bu hikaye arasındaki ilişki benim için de işte böyle. İslami dava, mücadele kavramlarıyla yeni yeni tanıştığım dönemlerdi. Daha önce de okuma serüvenim vardı. Ama 'bilinçli' bir okumadan uzak bir okumaydı bu! Bu okumalarım en fazla da edebiyat alanındaki okumalar olurdu. Daha sonra İslami bir bilinçle okumalara başladığımda, İslami cenahta edebiyat alanında şiir dışında eserlerin çok da fazla olmadığına şahit olmuştum. Haliyle üzücü bir tabloydu. Neyse ki birkaç yıl sonra "Evrenin Kitabı-İlma" romanı konuşulmaya başlanmıştı. Haliyle bu kitap ben de hemen merak uyandırmıştı. Merak uyandırmasının bir nedeni de, kitabın cezaevi ortamında yazılmış olmasıydı. Kitabı henüz görmemiştim. Bir sohbette, "Evrenin Kitabı-İlma" bahsi geçince "ha o mu... o işte şu esere benziyor..." denilmişti de; çok sevdiğim yabancı fantastik başka bir eser kastedilerek heyecanım da birden sönüvermişti!

Ve o sönen heyecanımın üzerinden yıllar geçti. Ta ki geçen ay Diyarbekir'de gerçekleşen kitap fuarına kadar. "Evrenin Kitabı-İlma"yla Timaş Yayınları standını dolaşırken karşılaştım. Ben bir kitap beklerken aradan geçen birkaç yıla üç kitap daha sığdırmış meğerse A.Selam Durmaz. Stanttaki görevli arkadaşın verdiği bilgiye göre beşincisi de yoldaymış. Epik-Fantastik Edebiyat her zaman ilgi alanım olmuştu zaten. Bu yüzdendir ki o çok sevdiğim esere benzetilince, "Evrenin Kitabı-İlma"nı, taklit ürün çıkacağı korkusuyla okumaktan hep geri durmuştum. "Müslümanların bu işe soyunmaması gerekir" alaylı sözlerle karşılaşma korkusuyla kaçmıştım. Neyse ki bu kez öyle olmamıştı. Kitap fuarının havası, güler yüzlü bir muhabbet, merakımı ve heyecanım bir kez daha celp etmişti. Bu duygularla serinin dört kitabını da aldım.

1- Evrenin Kitabı-İlma / Son Nişanlı

2- Evrenin Kitabı-İlma / Lanetli Duvar

3- Evrenin Kitabı-İlma / Dunah'ın Terazisi

4- Evrenin Kitabı-İlma / Son Savaş

Kitaplar evdeki kitaplıktaki yerlerini almasının üzerinden bir hafta geçmişti ki okumaya başladım. "Zevkler ve renkler tartışılmaz" elbette. Şunu söyleyeyim. Gerçi ne söylersem gerçekten eksik kalacak. Mübalağa yapmıyorum, emin olun! Okumaya başlar başlamaz kitap ben de bir bağışıklık yaptı ki; ilaç gibi geldi. Hastalandığınızda üç öğün kullanmanız gereken ilaçlar gibi ... Belki de edebiyata olan ilgimden dolayıdır. Sabah namazından sonra, öğle aralarında ve akşam çay saatlerinde ben de bu ilaçtan sürekli kullandım. Öyle iyi geldi ki doktor reçetesi olmadan herkes kullansın! derim. Cezasına da razıyım!

Her bölümün sonunda "vay be" dememek el de mi? Hatta bu yazının başlığını ilk etap da "vay be" bırakmak dahi geldi içimden.  Ya da "ben böle bir şey görmedim arkadaş" sevincime ne denmeli?! Bizden birinin, bize ait olan değerleri harmanlayarak, vahyin ırmağından damıtarak, hadislerin ışığından faydalanarak ve özellikle de dört duvar arasında yazdığı bu kitapla gurur duymamak olabilir mi? Yayın evinin arka kapakta ifade ettiği gibi: "Önce şaşırarak, ardından beğeniyle ve sonra da gururlanarak okuyacağınız, fantastik kurgu romanlarının tüm öğelerini ve hatta fazlasını içeren hacmiyle Türk edebiyatının öncü epik fantastik roman dizisi İLMA’nın ilk kitabıyla macera başlıyor."

Var olmayan bir dünya düşünün. Tamamen fantastik. O dünyada her şey ama her şey hayal gücü ile kurgulanmış olsun. Zihnin duvarları aşılsın. O dünya da haritalar çizilsin. Kıtalar, denizler, insanlar, karada ve denizde yaşayan farklı türden hayvanlar, farklı ormanlar, farklı diller, insanın dostu ve düşmanı dışı varlıklar, cinler, bilgeler, savaşlar, sevdalar, arkadaşlıklar, ihanetler, dürüstlükler, pişmanlıklar bulunsun. Ve bütün bu dünyayı A.Selam Durmaz 25 yıl bulunduğu dört duvar arasındaki son 15 yılda kurgulasın. Kurguladığı bu evreni her gün ilmek ilmek kağıda döksün. Cezaevi şartları içerisinde her biri yaklaşık 500 sayfa olan kitaplar haline getirsin.

İki gün önce bitirdiğim serinin son kitabını kapattığımda ayağa kalkarak, gıyabında, A.Selam Durmaz'ı alkışladığımı hatırlıyorum. Bir Müslüman olarak bana/bize gururu yaşattığı için kendisine bir kez daha buradan teşekkür ediyorum. Üç haftada serinin tüm kitaplarını bitirmenin boşluğuyla, yayın evinden çıkacak olan serinin beşinci kitabını da hasretle beklediğimi ifade etmek istiyorum. Radyo programlarımda da dile getirdiğim gibi... İzin alabilirsem eğer -inşallah gerek kalmaz ve hala hangi suçtan dolayı içeride olduğunu bilmediği cezaevinden bir an önce çıkar- kendisiyle bir röportaj yapmak arzusunu da açıkçası taşıyorum.

Başa, yukarıdaki hikayeye bir kez daha dönecek olursak eğer; "sakın ön yargılı" olma sözünü, yeniden hatırlamamız gerekiyor! Hala okumamış olanlar için. En kısa zaman da  "Evrenin Kitabı-İlma" macerasıyla tanışmanız duasıyla...

Not: "Evrenin Kitabı-İlma"nın beşinci serisi yoldaymış. Yılın romanı da seçilen "Nureddin Zengi" kitabından sonra, üstad Ali Emre'nin "Selahaddin" Romanı çıkmış . Beynimin içinde deli taylar koşturuyor!