Esed'e Razı, İsrail'e Mecbur Edebilirler mi?

KENAN ALPAY

Suriye halkına Esed rejiminden başka hiç bir alternatif tanımamakta inat eden Rusya-İran bloğuna AB-ABD cephesinden hiç bir zaman güçlü ve sonuç alıcı bir itiraz yükseltilmedi. Güya barış arayışını sürdüren BMGK nihayet ateşkes ilan etme ve müzakerelere başlama çağrısı yaptı. Fakat Esed rejimi, PKK-PYD, İran, Hizbullah ve Rusya dışındaki bütün silahlı grupları resmen ve mutabakatla 'terörist' ilan etmek üzere seferberlik için de start verildiği bir zaman diliminde yapıldı bu çağrı.

Suriye'de çok boyutlu işgali derinleştiren Rusya-İran cephesinin tehditlerinin artmasıyla eş zamanlı olarak Türkiye'nin İsrail'le diplomatik ilişkilerini tekrar güçlü bir biçimde tesis edileceğine dair haberler arttı. Analizlerin odağındaki haberlerin tek kaynağı İsrail basınıydı. Her ne kadar Türkiye tarafından doğrulanmasa da resmen yalanlanmadığı için kamuoyunda ciddi endişelerin beslendiği ortada.

Aslında Türkiye hemen her dönem ABD tarafından İsrail'le ilişkileri geliştirmesi yönünde baskılara muhatap oldu. Lakin bu duruma ilaveten Rusya ile giderek tırmanan kriz, Suriye ve Mısır'daki gelişmeler üzerinden artan yalnızlaştırma operasyonu gibi gelişmeler Türkiye'yi bir taraftan AB'yle diğer taraftan da İsrail'le ilişkilerde farklı mecralara doğru sürüklemeye başladı.

Obama İyi, Putin Kötü Polis

Elbette bu türden haberlerin dolaşıma sokulmasında başat rol siyasi-diplomatik üstünlük elde edilmesine yönelik bir ön alma çabasıdır. Haaretz'de dile getirilen ve anlaşma için beş maddelik yol haritası şeklinde lanse edilen şartlar tabii ki İsrail'in perspektifini dikkatlere sunuyor. Özür'e müteakiben tazminat, büyükelçilerin atanması, İsrailli komutanlar hakkındaki davaların düşürülmesi, Hamas'ın faaliyetlerinin kısıtlanması ve Akdeniz'de elde edilecek doğalgazın Avrupa'ya nakli hususunda Türkiye-İsrail arasında işbirliği yapılması. Türkiye'nin şartlarından biri olan Gazze ablukasının kaldırılması meselesine dairse "müzakere masasında" gibi bir bilgi geçiyor haberlerde.

Türkiye'nin İsrail'le kopma noktasına gelen ilişkileri yoğun olarak Mavi Marmara katliamı sonrasına dayanıyorsa da asıl olarak bu durum İsrail'in işgalci, ırkçı, ayrımcı ve katliamcı politikalarına dayanmaktadır. Mescid-i Aksa ve Kudüs başta olmak üzere İslam'ın bütün mukaddesatına saldıran, işgalle tehciri, işkenceyle cinayeti bir devlet politikası olarak yürüten İsrail'le anlaşmak, ilişkileri normalleştirmek kabul edilemez.

Hele hele bu türden haberlerin dolaşıma sokulmasıyla beraber Hükümeti desteklemek adına bu türden söylentileri stratejik kazanç, ekonomik avantaj, diplomatik atak gibi imajlarla haber-analiz konusu yaparak beslemekten umulan fayda çok temelsizdir. İsrail'i ne özür, ne tazminat ne de sözde doğalgaz gibi alanlarda yapılma ihtimali konuşulan işbirliği normalleştirebilir.

Peki, Türkiye'yi İsrail'le tekrar masaya oturma, ilişkileri güçlü bir biçimde canlandırma hatta daha ileri boyutlara taşıma gibi bir zemine hangi şartlar ve devletler zorlamaktadır? Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu'nun liderliğini üstlendiği siyasal hattın İsrail'e dair duygu, düşünce ve siyasal pozisyonları hiç kimse için müphem değil. İyi ama İsrail'in işgal ve zulümlerinde zerre miktarı olsun bir azalma olmamışken, tersine işgal altına aldığı topraklardaki vahşeti gün gün tırmanırken romantik bir 'yeni dönem' peşinde koşmak da neyin nesi oluyor? Acil ve geçici bir müttefik arayışı mı?

Rusya ve İsrail: Madalyonun İki Yüzü

En son Musul'daki üsse asker takviyesi gönderilme sürecinde daha belirgin bir biçimde ortaya çıktı ki Suriye ve Irak'ın geleceği hususunda ABD ve Rusya arasında ciddi bir mutabakat var. Bu mutabakat İran ve Şii unsurları öne çıkarma, Türkiye ve Sünni unsurları bastırma dengesi üzerinde işletiliyor.

İşgal ve katliama girişilemeyen yerlerde enerji başta olmak üzere iktisaden zayıf düşürme, siyaseten istikrarsızlaştırma, asimetrik savaş unsurlarını devreye sokarak güvenlik zaafı oluşturma operasyonları bu sürecin doğal uzantıları. Bu sebeple Rusya ve İran'dan gelen enerji kaynaklarına bağımlılığı çok yüksek olan Türkiye'nin Azerbaycan ve Katar'dan kısa vadede oluşacak riski giderme imkanı zayıf olduğu için İsrail üzerinden enerji ve farklı alanlardan avantaj devşirmek istediği öngörülüyor.

Türkiye'nin Esed rejimi gibi bir katliam rejimini tasfiye etmek üzere sadece İran ve Rusya'yla değil AB ve ABD'yle de mücadele ettiği bir vasattayız. Esed despotizmini ayakta tutmak üzere kurulan platform bütün İslam coğrafyası için aynı yıkım sürecini işletiyor. Bu hem tek tek İslam beldeleri ve Müslüman halkların iradesini kanlı bir ipotek altında tutma çabasıdır hem de Türkiye'yi bu süreçte en azından etkisiz ve edilgen bir pozisyona mahkum etme gayretidir.

Daha geçen hafta ABD Başkanı Obama'nın telefonla aradığı Cumhurbaşkanı Erdoğan'a Türkiye'nin Musul'daki askerlerini çekmesi yolunda sarf ettiği cümle şöyleydi: "Konu Irak'ta bir siyasi krize döndü. İbadi içerideki baskıya kaşı biraz rahatlasın. İbadi'yi rahatlatmanızı istiyorum."

Rusya ve İran Beşşar Esed gibi AB ve ABD'yse Abdulfettah Sisi gibi despotik ve katliamcı liderler eliyle tahkim edilen rejimleri İslam dünyasının başında tutma mücadelesi veriyor. Müslüman halklar ve Türkiye de bu dayatmaya karşı direniyor. Kavganın temel sebebi bu. Ancak bu kadar geniş ittifaklar kurarak mevzi kazanabiliyorlar. Silah ve tuzak en büyük güçleri. Adalet ve özgürlük talep etmekte ısrar eden Müslüman halklar ise en büyük zaafları. Bunun için Esed'e de İsrail'e de razı etme planları kötü ve çirkin bir hayalden ibaret.

Yeni Akit